Belki de geçiciliğin bu idraki sayesinde, kalıcılık algımızın getirdiği konfor alanının dışına çıkmaya cesaret ederiz. Mevcut koşulları yönetmeye, güncel ihtiyaçları değerlendirmeye, inisiyatif almaya; söylem üretmek için iş birlikleri ve dayanışma ağları kurmaya başlarız
(İlk yazıyı okumak için buraya tıklayınız)
Tarih, geçici olduğu anlaşılan pek çok görkemli uygarlığa ev sahipliği yaptı: Troya, Pompei, Kartaca ve Babil... Yine de bizler, çağdaş çalışmaların ve rasyonel planların bugünün kentlerinde, daha istikrarlı bir dünya düzeninde kalıcı bir miras yaratacağına inanmaya meyilliyiz. Fakat aslında, kendi türümüzün sebep olduğu felaketler ve doğal afetler hâlâ kentleri ve farklı ölçekteki yerleşimleri değiştirmeye, dönüştürmeye, yok etmeye devam ediyor. Kalıcı ve zengin bir tarihî miras bırakma düşüncesi, aslında tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu güven duygusunu pekiştirirken, geleceğe dair olası riskli durumları kısıtlayan bir rahatlık sunar.
Bugün geçicilik kavramı, kentsel planlama ve tasarım disiplininde, kentteki boş otoparkların kamusal alana dönüştürülmesinden pop-up dükkânlara, kent merkezindeki enstalasyonlardan rastlantısal aktivitelere kadar oldukça kapsayıcı bir çerçeve sunmaktadır. Geçicilik ile ilgili olan en önemli husus, geçici uygulamaların ve aktivitelerin çoğu zaman belirli bir “son kullanma tarihi”nin olmamasıdır. Eğer dikkat ederseniz, geçicilik, tahammül, mücadele, taktik ve kısa vadeli çözümler gibi kavramlarla birlikte anılır. Nadiren kentlerin açık ve hayati nitelikleri olarak görülür; ancak büyümenin ve yeniliğin de önemli bir bileşeni olduğu kabul edilir. Geçicilik onu benimseyebildiğimiz ölçüde kent planlamasına ve tasarımına etki edebilir. Mevcut bina ve arazi kullanım kararlarında işlevsel değişiklikler, modüler ve çoklu fayda sağlayan tasarımlar gibi daha temel bir değişimi temsil etme olasılığı da vardır.
Öte yandan taktik ve kısa vadeciliğin eleştirisi ise, kalıcı bir vizyona göre ikincil öneme sahip olmasıdır[1]. Kısa vadeli çözümler sıklıkla ömrünü dolduracak ve yerine yeni çözümlerin üretilmesini gerektirecektir. Oysa bizler, kalıcılık, bağlılık, devamlılık isteriz ve kontrol dışı değişimlere risk ve problem olarak bakmaya eğilimliyiz.
Kalıcılık algısı coğrafyaya göre değişkendir ve bu, kentlere dair koruma anlayışını da etkiler. Batı kültürlerinde koruma anlayışı, materyalin kendisini korumaya yönelikken; Uzak Doğu kültürlerinde nesnenin özüne sadık kalarak yeniden üretimine dayalıdır. Örneğin, Japonya’da Shinto tapınakları belki her 20 yılda bir, orijinaline sadık kalınarak yeniden inşa edilir. Burada önemli olan materyalin kendisi değil, mekânın spiritüel doğasıdır[2].
Bununla birlikte, kalıcı olduğunu düşündüğümüz çözümlerin gerçekleşmesi diğer koşullara bağlı olduğunda, geçiciliğin ne zaman ortadan kalkacağı her zaman kesin değildir.
Örneğin, dünya çapında ünlü festivaller için kurulan geçici yerleşimlerin yaşam ömrü bilinmektedir. Diğer yandan, mülteci kampları için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Ritüellerin, törenlerin ya da pazarların genellikle bilinen bir sona erme tarihi vardır ve bunlar için kurulan geçici mekânların yaşam ömrü bellidir. Diğer yandan, maden ocakları, askerî üsler, geçiş merkezleri, yol istasyonları, bekleme alanları ve kamplar bir süreliğine mekânı dönüştürür. Bazen bu mekânlar varlıklarını tahmin edilenden daha uzun süre devam ettirir ve geçiciliklerine kalıcı bir nitelik atfedilir. Örneğin, dünyanın farklı yerlerindeki mülteci kampları geçici yerleşimler olarak kurulmuş olsalar da, varoluş süreleri azımsanamayacak kadar uzundur. Günümüzde, iki hatta üç insan nesli boyunca işlevini koruyan kamplar, orada doğan, büyüyen, yaşayan ve ölen insanlara ev sahipliği yapmaktadır[3].
Afetlerin neden olduğu hasarlar sonucunda oluşan acil durum koşullarını desteklemek üzere kurulan mekanlar çadır kentler, temiz su tankları, prefabrik okullar ve hastaneler de geçici yerleşimler olarak değerlendirilebilir. Şubat 2023 depremlerinden sonra kurulan çadır kentlerde ya da çadır kentlerin dışında kendi mahallelerinde kalan depremzedelerin yaşam alanlarında, kriz ve belirsizlik ortamlarında geçiciliğin fiziksel özelliklerinin ötesinde başka katmanlarını da görürüz: Eğer mekâna insanlar ve şeyler arasındaki ilişkilerin bir ürünü olarak bakarsak, sıradışı dayanışma becerileri, kendi kendine organize olabilme kapasitesi, uzlaşma ve iş birliği biçimlerine tanıklık edebiliriz[4].
Belki de geçiciliğin bu idraki sayesinde, kalıcılık algımızın getirdiği konfor alanının dışına çıkmaya cesaret ederiz. Mevcut koşulları yönetmeye, güncel ihtiyaçları değerlendirmeye, inisiyatif almaya; söylem üretmek için iş birlikleri ve dayanışma ağları kurmaya başlarız, bir diğer değişle taktiksel davranırız[5].
---
[1]Bishop, P., & Williams, L. (2012). The temporary city. Routledge.
[2] ArchDaily. (2023, July 10). The eternal ephemeral architecture of Shikinen Sengu: The Japanese temple rebuilt every 20 years. https://www.archdaily.com/1002972/the-eternal-ephemeral-architecture-of-shikinen-sengu-the-japanese-temple-rebuilt-every-20-years
[3] Arendt, H. (1943). We refugees. Menorah Journal, 31(1), 69–77.
[4] Massey, D. (2005). For space. Sage.

Yorum Yazın