MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Toprakta talandan arta kalanlar 

Ana SayfaEkoloji̇Toprakta talandan arta kalanlar 
Toprakta talandan arta kalanlar 

Son yirmi yıldır yaşadığımız süreci ve bugün geldiğimiz kaotik durumu herkes kendi baktığı yerden anlamaya ve açıklamaya çalışıyor.

17 Temmuz, 2025, Perşembe 03:10
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Sema Erder
Sema Erder

Yeni yerel muhalefet, çevre hareketleri ve diğer toplumsal hareketler toprak talanından arta kalan grupların zenginleşen azınlıkla, kaybeden çoğunluk olduğunu bize gösteriyor. Ancak, siyasal arenada yapılan tartışmaların söylem düzlemindeki bildik çatışmalarla sürdürülmeye devam etmesi  bu sürecin kentsel rantı kamuya aktaran yerel demokrasi anlayışına döneceği umudunu maalesef zayıflatıyor.

Son yirmi yıldır yaşadığımız süreci ve bugün geldiğimiz kaotik durumu herkes kendi baktığı yerden anlamaya ve açıklamaya çalışıyor. Toplumsal yaşamın karmaşık ilişkileri “körlerin fili tarif etmeye çalışması” gibi sayısız anlatıya imkan veriyor. Kimimiz söylemlere, kimimiz eylemlere, kimimiz kültürel yaşama, kimimiz ekonomiye bakarak durumu yorumlamaya çalışıyoruz. Ben de bu yazıda yaşadığımız karmaşık durumun en azından bir kesimini açıklayabileceğini düşündüğüm (gençlerin demode bulduğu !)  gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Bu yazıyı, otoriter popülist yönetimin son dönemde kendine düşman olarak muhalif  belediye yöneticilerini ve teknokratları koymuş olması nedeniyle yazmayı düşündüm. Son dönemde yaşananlar, her ne kadar dindar/seküler, Cumhuriyetçi/Osmanlıcı, demokrat/otoriter gibi politik çatışmalarla ele alınabilirse de ben konuyu yine “dünyanın bu döneminde” köylülükten çıkışın etkilerine  çekmek  istiyorum. Bu gözlemim, kentleşme ile ilgili Türkiye’de yapılmış araştırma birikimine dayanıyor, ancak burada ayrıntılı olarak aktarmam maalesef mümkün değil. Yine de konuya ilgi duyanların aşağıda referans olarak verdiğim iki yazımı okudukları takdirde burada anlatmak istediğimi daha iyi kavrayacakları kanısındayım[1].

Otoriter popülist yönetimin yeni düşman olarak, ellerindeki yetkileri ve kaynakları kentlerde konum kaybeden temel vatandaşlık haklarını bile kullanamayan, kentli ve köylü güçsüzler/mülksüzler/mülksüzleşenler lehine kullanmak isteyenleri seçmesi hepimizin ilgisini çekti. Bunu, son dönemlerde, yeni seçilen yerel yöneticilerin, inşaata dayalı büyüme yanlısı olmak yerine güçsüzlere öncelik vermelerinin  yerleşik siyasette kaygı yaratmasına bağlıyorum. Yeni muhalif yerel siyasetin, 1980’lerden bu yana  kentsel rant üretme makinasına dönüşen yerel yönetimleri güçsüzler için kullanmaya başlaması inşaata dayalı büyümenin kılcal damarlarını hasara uğratmaya başlamış olabilir. Yeni muhalif yerel siyasetin ortaya çıkmasında, kentlerde uygulanan esnek hukukun yarattığı insani sorunlar ve çevre sorunları etkili olmuş olabilir.

Ancak, bence daha önemlisi bu muhalefet yaklaşımı siyasal alanda çatışır görünen ancak eylemde uzlaşan yerleşik  güç sahipleri arasındaki gizil anlaşmanın  bozulduğunun bir göstergesi olmasıdır. Toplumdaki servet dağılımını alt üst  eden inşaata dayalı ekonominin gerçek  cesametini, servet dağılımını nasıl etkilediğini ve alternatifinin  olup olmadığını maalesef  tam olarak bilmiyoruz. Bunu anlamamız için sadece inşaat sektörünü değil, aynı zamanda, inşaata dayalı ekonominin en önemli dayanağı olan toprakta özel mülkiyetin kurulma sürecini ve bu alandaki esnek hukuk uygulamaların işlevini de sorgulamamız gerekir. Bu anlamda, enformel ekonomiyi ve kentsel rantı dikkate alan iktisatçıların ve toplumsal değişmenin  devlet/toplum/hukuk ilişkilerine etkisini  sorgulayan hukuk sosyologlarının çalışmalarına ihtiyacımız var. 

Erken kapitalistleşmiş ülkelerde de kollektif kullanım anlamına gelen geleneksel mülkiyet anlayışından bireysel özel mülkiyete geçişin  uzun süren çatışmalı süreçlere dayandığını biliyoruz.  Bu süreçlerin yaşandığı dönemlerde de, otoriter yönetimlerin  kırsal alanlarda özel mülkiyetin kurulması sırasında  köylülerin geleneksel haklarından vazgeçmesi için rıza üretilmesine çaba gösterilmediği bilinmektedir. 

KIRSALDA ÖZEL MÜLKİYET KİİMİN LEHİNE DEĞİŞİYOR?

Bilindiği üzere, Türkiye’de 1980’lere kadar devlet/toplum ilişkilerinde kent ve kır hukuku olarak iki farklı kurallar ve değerler dizgesi egemendi. Bunun konumuz olan  inşaat ve  arsa üretimi açısından önemi, kentlerde  modern toprak hukukuna benzeyen ve özel mülkiyete de yer açan hukukun uygulanması buna  karşılık kırsal alanlarda ise  esnek ve geleneksel hukuka benzeyen “kollektif mülkiyet” ve “zilyetlik” geleneğine güvenin devam etmesiydi.  Kent hukukunun,  yakın dönemlere kadar Türkiye’deki nüfusun küçük kesiminin yaşadığı    kentsel alanlarda uygulanmakta olduğuna, buna karşılık nüfusun büyük bir kesiminin yaşadığı kırsal  alanlarda ise kollektif kullanıma dayalı esnek mülkiyet anlayışının sürdüğüne dikkati çekmek isterim. Bunun önemi, bugün kentlerde yaşayanların önemli bir kesiminin esnek hukuk, esnek mülkiyet ve kliyantalist gelenek geçmişine ve  deneyimine sahip  olması ve bunun gerektirdiği ilişkilere yabancı olmamalarıdır. Üstelik bu geçmiş ve deneyim neredeyse “sosyalizasyon” gibi içselleştirilmiştir.

Türkiye’deki araştırmalar  çok yakın dönemlere kadar kırsal alanlarda geleneksel toplumlardakine benzer kollektif kullanım geleneğinin devam ettiğini göstermektedir. Erken kapitalistleşmiş ülkelerde de kollektif kullanım anlamına gelen geleneksel mülkiyet anlayışından bireysel özel mülkiyete geçişin  uzun süren çatışmalı süreçlere dayandığını biliyoruz.  Bu süreçlerin yaşandığı dönemlerde de, otoriter yönetimlerin  kırsal alanlarda özel mülkiyetin kurulması sırasında  köylülerin geleneksel haklarından vazgeçmesi için rıza üretilmesine çaba gösterilmediği bilinmektedir. 

Bu bağlamda, Türkiye’de özellikle kadastro çalışmalarının izlerinin sürülmesi  kırsal alanlarda özel mülkiyetin nasıl, hangi koşullarda ve kimlerin lehine kurulduğunu anlamamıza yardımcı olabilecektir. Kadastrocular 2003 yılında Türkiye’deki 34 bin köyden,  12 bininde  kadastro  işlemlerinin yapılmamış olduğuna dikkati çekmekteydiler. Son dönemlerde Türkiye’deki kadastro işlemlerinin yeni teknolojileri kullanarak hızla ve toplumsal rıza alınmadan tamamlandığını gözlemliyoruz. Bu hızlı modern mülkiyet hukukunun inşa faaliyetinin  kamuoyunda ve siyasal arenada fazlaca gündeme gelmemiş olması inşaata dayalı ekonomi için elzem olan  bu işlemlerin uzun bir süre iktidarı ve muhalefetiyle, güçlülerin temsil edildiği  yerleşik  siyasal sistem tarafından desteklenmiş olduğu anlamına da gelmektedir. Nitekim son dönemlerde gözlemlediğimiz kırsal toplumsal hareketler, Türkiye’de toprakta özel mülkiyetin kurulmasında güçsüzlerin haklarının korunmasında rıza üretilme çabasının olmadığını buna karşılık  yerel ve ulusal bütün güçlülerin bu konuda  uzlaştığını göstermektedir.

Türkiye’deki son dönemde gerçekleşen bu yeni servet dağılımının yeni yerel, ulusal ya da  küresel  aktörlerinin kimler olduğunu tam olarak kavrayamasak da onların siyasal alanda hızla güç kaybettiklerini ve artık kitlesel oy devşirme olanaklarının pek kalmadığını son gelişmelerden anlıyoruz. 

AZALAN KÖY SAYISI NE ANLAMA GELİYOR

Kırsal alanlarda özel mülkiyetin kurulması, bir taraftan Çağlar Keyder ve Zafer Yenal’ın anlattığı “bildiğimiz tarımın sonunu” getirirken, diğer taraftan küresel madencilik, enerji sektörlerine ve bazı büyük müteahhitlere  uygun ortamı hazırlamıştır. Otoriter popülist yönetimlerin kitlesel oy desteği almayı başardıkları alanlar ise daha çok hukuk yoluyla kent toprağı haline getirilen ve inşaata açılan olmuştur. Bu bağlamda, özel mülkiyet hakkının oluştuğu alanlarda konut üretimine imkan veren özel mülk arazilerin hızla kentsel arsaya dönüştürülmesi faaliyetine dikkati çekmek isterim.  Yerel yönetimlere verilmiş imar yetkisinin de yardımıyla  bir taraftan kentlerin çevresi kent sınırı içine dahil edilmiş, diğer taraftan, köy statüsünde olan yerleşmeler kentsel mahalle statüsüne dönüştürülerek inşaata elverişli alanlar haline getirilmiştir. 2010 verilerine göre 34 bin olan köy sayısı bir yasal değişiklikle 18 bine düşürülmüştür. Bu sınır değişiklikleri esas olarak  özel mülk sahibi olan göreli olarak güçlü köylülere  çok önemli kaynak aktarımı anlamına geldiğinden, tıpkı imar aflarında olduğu  gibi  mevcut iktidarın kitlesel oy desteği almasında önemli etkisi olmuştur.

Kentsel alanlardaki inşaat furyası kentlerde gecekondulaşma sırasında palazlanan babadan kalma yöntemlerle esnek üretim yapan halk tipi  inşaat sektörüne  önemli can suyu vermiş, küçük mülk sahiplerinin ve bu sektörde çalışanların siyasetle ilişkisini güçlendirmiştir. İnşaata dayalı ekonominin kliyantalist ilişkilere dayanması devlet/toplum ilişkilerini otoriter popülist yönetimin beklediği biçime dönüştürerek hem siyasete hem de ekonomik alana hakim olmuştur. Konut ve iş sıkıntısı çeken mülksüz ve güçsüz yeni kentlileri bir süre için ikna eden yeni düzen faaliyetlerin sürdürülebilir olmaması nedeniyle artık eski canlılığını yitirmiştir. Son depremlerde gerçekleşen yıkımlar da  hızla üretilen bu konut alanlarının umulan yaşamı ve güvenceyi üretmediğini oldukça sert biçimde topluma  göstermiştir. Son yirmi yıldır gerçekleşen bu topraktaki kullanım hakkındaki  değişim bir taraftan yeni servet sahipleri üretirken diğer taraftan mülksüzleşenlerin,  kaybeden eski kentli orta sınıfların  ve yeni kent yoksullarının sorunlarını kitleselleştirmeye ve görünür kılmaya başlamıştır.

Genel olarak bakıldığında bizim yaşadığımız bu hızlı değişim sürecinin benzerlerinin Güney ülkeleri diye adlandırılan geç kapitalistleşen ülkelerde de yaşandığını biliyoruz. Kuzeyde bu dönemin önemli zenginlerinin de sadece iletişim alanında yenilik yapanlar olmaması, Trump gibi  “emlak kralları” ya da “emlak baronları” diye adlandırılan Güney’deki rant paylaşımında yararlanan yeni güç sahipleri olması dikkati çekmektedir. Türkiye’deki son dönemde gerçekleşen bu yeni servet dağılımının yeni yerel, ulusal ya da  küresel  aktörlerinin kimler olduğunu tam olarak kavrayamasak da onların siyasal alanda hızla güç kaybettiklerini ve artık kitlesel oy devşirme olanaklarının pek kalmadığını son gelişmelerden anlıyoruz.  Yeni yerel muhalefet, çevre hareketleri ve diğer  toplumsal hareketler toprak talanından arta kalan grupların zenginleşen azınlıkla, kaybeden çoğunluk olduğunu bize gösteriyor. Ancak, siyasal arenada yapılan tartışmaların söylem düzlemindeki bildik çatışmalarla sürdürülmeye devam etmesi  bu sürecin kentsel rantı kamuya aktaran yerel demokrasi anlayışına döneceği umudunu maalesef zayıflatıyor. En azından şimdilik….

----

[1] “Köylülükten Çıkışın Zorlu Haller”;  Cumhuriyet:  Asırlık Bir Muhasebe içinde  derleyen Mehmet Ö. Alkan, İletişim Yayınları, 2023, s: 69-110.

“Kırsal Arsa ve Konut Üretim Sürecinde Kırsal Alışkanlıkların ve Kuralların Etkisi Üzerine”;  İstanbul Bir Kervan Saray mı? içinde, Sema Erder yazıları Derleyen: Nesrin Uçarlar; İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları; 2015; s. 211-228. (internet ortamında ücretsiz okunabilir). 

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

Sema Erder
    Sema Erder

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Sema Erder
    Sema Erder Toprakta talandan arta kalanlar 
    Gülşah Eker
    Gülşah Eker Kent, Mekân, Geçicilik (1)
    Ahmet Ziya Gökalp
    Ahmet Ziya Gökalp ABD vs ÇİN biyolojik savaşı: Fentanil
    Erdem Bağcı
    Erdem Bağcı Türkiye ekonomisinde dezenflasyon dönemi
    Murat Özbank
    Murat Özbank İktidarın bekası mı, ülkenin bekası mı?
    Burak Savaş
    Burak Savaş Genç bir meslektaşının gözünden Necati Özkan
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Barış, hatırlamaktan vazgeçmeyenler içindir
    Armağan Öztürk
    Armağan Öztürk Kürt sorununu genişleyerek aşma stratejisi: Türk, Arap ve Kürt kardeşliği
    Beril Esra Atahan
    Beril Esra Atahan Sürdürdüğüm şey bitmiş miydi?
    Hasan Bülent Kahraman
    Hasan Bülent Kahraman Taşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Silahsızlanma döneminde, “Türk-Kürt-Arap İttifakı” tarihi kavşağı kaçırma riski
    Akın Özçer
    Akın Özçer Terörün gecikmiş sonuna doğru
    Çağhan Uyar
    Çağhan Uyar Karikatür
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Şimdi ‘taşıyıcı koalisyonlar’ inşa zamanı
    M. Coşkun Cangöz
    M. Coşkun Cangöz Yaz Sıcakları Hazine’yi de Vurdu: Borçlanma Yakıyor!
    Oğuz Demir
    Oğuz Demir Sakin sular, gergin bekleyiş: Ekonomi iki kritik virajın eşiğinde
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı