Yeni yerel muhalefet, çevre hareketleri ve diğer toplumsal hareketler toprak talanından arta kalan grupların zenginleşen azınlıkla, kaybeden çoğunluk olduğunu bize gösteriyor. Ancak, siyasal arenada yapılan tartışmaların söylem düzlemindeki bildik çatışmalarla sürdürülmeye devam etmesi bu sürecin kentsel rantı kamuya aktaran yerel demokrasi anlayışına döneceği umudunu maalesef zayıflatıyor.
Son yirmi yıldır yaşadığımız süreci ve bugün geldiğimiz kaotik durumu herkes kendi baktığı yerden anlamaya ve açıklamaya çalışıyor. Toplumsal yaşamın karmaşık ilişkileri “körlerin fili tarif etmeye çalışması” gibi sayısız anlatıya imkan veriyor. Kimimiz söylemlere, kimimiz eylemlere, kimimiz kültürel yaşama, kimimiz ekonomiye bakarak durumu yorumlamaya çalışıyoruz. Ben de bu yazıda yaşadığımız karmaşık durumun en azından bir kesimini açıklayabileceğini düşündüğüm (gençlerin demode bulduğu !) gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Bu yazıyı, otoriter popülist yönetimin son dönemde kendine düşman olarak muhalif belediye yöneticilerini ve teknokratları koymuş olması nedeniyle yazmayı düşündüm. Son dönemde yaşananlar, her ne kadar dindar/seküler, Cumhuriyetçi/Osmanlıcı, demokrat/otoriter gibi politik çatışmalarla ele alınabilirse de ben konuyu yine “dünyanın bu döneminde” köylülükten çıkışın etkilerine çekmek istiyorum. Bu gözlemim, kentleşme ile ilgili Türkiye’de yapılmış araştırma birikimine dayanıyor, ancak burada ayrıntılı olarak aktarmam maalesef mümkün değil. Yine de konuya ilgi duyanların aşağıda referans olarak verdiğim iki yazımı okudukları takdirde burada anlatmak istediğimi daha iyi kavrayacakları kanısındayım[1].
Otoriter popülist yönetimin yeni düşman olarak, ellerindeki yetkileri ve kaynakları kentlerde konum kaybeden temel vatandaşlık haklarını bile kullanamayan, kentli ve köylü güçsüzler/mülksüzler/mülksüzleşenler lehine kullanmak isteyenleri seçmesi hepimizin ilgisini çekti. Bunu, son dönemlerde, yeni seçilen yerel yöneticilerin, inşaata dayalı büyüme yanlısı olmak yerine güçsüzlere öncelik vermelerinin yerleşik siyasette kaygı yaratmasına bağlıyorum. Yeni muhalif yerel siyasetin, 1980’lerden bu yana kentsel rant üretme makinasına dönüşen yerel yönetimleri güçsüzler için kullanmaya başlaması inşaata dayalı büyümenin kılcal damarlarını hasara uğratmaya başlamış olabilir. Yeni muhalif yerel siyasetin ortaya çıkmasında, kentlerde uygulanan esnek hukukun yarattığı insani sorunlar ve çevre sorunları etkili olmuş olabilir.
Ancak, bence daha önemlisi bu muhalefet yaklaşımı siyasal alanda çatışır görünen ancak eylemde uzlaşan yerleşik güç sahipleri arasındaki gizil anlaşmanın bozulduğunun bir göstergesi olmasıdır. Toplumdaki servet dağılımını alt üst eden inşaata dayalı ekonominin gerçek cesametini, servet dağılımını nasıl etkilediğini ve alternatifinin olup olmadığını maalesef tam olarak bilmiyoruz. Bunu anlamamız için sadece inşaat sektörünü değil, aynı zamanda, inşaata dayalı ekonominin en önemli dayanağı olan toprakta özel mülkiyetin kurulma sürecini ve bu alandaki esnek hukuk uygulamaların işlevini de sorgulamamız gerekir. Bu anlamda, enformel ekonomiyi ve kentsel rantı dikkate alan iktisatçıların ve toplumsal değişmenin devlet/toplum/hukuk ilişkilerine etkisini sorgulayan hukuk sosyologlarının çalışmalarına ihtiyacımız var.
Erken kapitalistleşmiş ülkelerde de kollektif kullanım anlamına gelen geleneksel mülkiyet anlayışından bireysel özel mülkiyete geçişin uzun süren çatışmalı süreçlere dayandığını biliyoruz. Bu süreçlerin yaşandığı dönemlerde de, otoriter yönetimlerin kırsal alanlarda özel mülkiyetin kurulması sırasında köylülerin geleneksel haklarından vazgeçmesi için rıza üretilmesine çaba gösterilmediği bilinmektedir.
KIRSALDA ÖZEL MÜLKİYET KİİMİN LEHİNE DEĞİŞİYOR?
Bilindiği üzere, Türkiye’de 1980’lere kadar devlet/toplum ilişkilerinde kent ve kır hukuku olarak iki farklı kurallar ve değerler dizgesi egemendi. Bunun konumuz olan inşaat ve arsa üretimi açısından önemi, kentlerde modern toprak hukukuna benzeyen ve özel mülkiyete de yer açan hukukun uygulanması buna karşılık kırsal alanlarda ise esnek ve geleneksel hukuka benzeyen “kollektif mülkiyet” ve “zilyetlik” geleneğine güvenin devam etmesiydi. Kent hukukunun, yakın dönemlere kadar Türkiye’deki nüfusun küçük kesiminin yaşadığı kentsel alanlarda uygulanmakta olduğuna, buna karşılık nüfusun büyük bir kesiminin yaşadığı kırsal alanlarda ise kollektif kullanıma dayalı esnek mülkiyet anlayışının sürdüğüne dikkati çekmek isterim. Bunun önemi, bugün kentlerde yaşayanların önemli bir kesiminin esnek hukuk, esnek mülkiyet ve kliyantalist gelenek geçmişine ve deneyimine sahip olması ve bunun gerektirdiği ilişkilere yabancı olmamalarıdır. Üstelik bu geçmiş ve deneyim neredeyse “sosyalizasyon” gibi içselleştirilmiştir.
Türkiye’deki araştırmalar çok yakın dönemlere kadar kırsal alanlarda geleneksel toplumlardakine benzer kollektif kullanım geleneğinin devam ettiğini göstermektedir. Erken kapitalistleşmiş ülkelerde de kollektif kullanım anlamına gelen geleneksel mülkiyet anlayışından bireysel özel mülkiyete geçişin uzun süren çatışmalı süreçlere dayandığını biliyoruz. Bu süreçlerin yaşandığı dönemlerde de, otoriter yönetimlerin kırsal alanlarda özel mülkiyetin kurulması sırasında köylülerin geleneksel haklarından vazgeçmesi için rıza üretilmesine çaba gösterilmediği bilinmektedir.
Bu bağlamda, Türkiye’de özellikle kadastro çalışmalarının izlerinin sürülmesi kırsal alanlarda özel mülkiyetin nasıl, hangi koşullarda ve kimlerin lehine kurulduğunu anlamamıza yardımcı olabilecektir. Kadastrocular 2003 yılında Türkiye’deki 34 bin köyden, 12 bininde kadastro işlemlerinin yapılmamış olduğuna dikkati çekmekteydiler. Son dönemlerde Türkiye’deki kadastro işlemlerinin yeni teknolojileri kullanarak hızla ve toplumsal rıza alınmadan tamamlandığını gözlemliyoruz. Bu hızlı modern mülkiyet hukukunun inşa faaliyetinin kamuoyunda ve siyasal arenada fazlaca gündeme gelmemiş olması inşaata dayalı ekonomi için elzem olan bu işlemlerin uzun bir süre iktidarı ve muhalefetiyle, güçlülerin temsil edildiği yerleşik siyasal sistem tarafından desteklenmiş olduğu anlamına da gelmektedir. Nitekim son dönemlerde gözlemlediğimiz kırsal toplumsal hareketler, Türkiye’de toprakta özel mülkiyetin kurulmasında güçsüzlerin haklarının korunmasında rıza üretilme çabasının olmadığını buna karşılık yerel ve ulusal bütün güçlülerin bu konuda uzlaştığını göstermektedir.
Türkiye’deki son dönemde gerçekleşen bu yeni servet dağılımının yeni yerel, ulusal ya da küresel aktörlerinin kimler olduğunu tam olarak kavrayamasak da onların siyasal alanda hızla güç kaybettiklerini ve artık kitlesel oy devşirme olanaklarının pek kalmadığını son gelişmelerden anlıyoruz.
AZALAN KÖY SAYISI NE ANLAMA GELİYOR
Kırsal alanlarda özel mülkiyetin kurulması, bir taraftan Çağlar Keyder ve Zafer Yenal’ın anlattığı “bildiğimiz tarımın sonunu” getirirken, diğer taraftan küresel madencilik, enerji sektörlerine ve bazı büyük müteahhitlere uygun ortamı hazırlamıştır. Otoriter popülist yönetimlerin kitlesel oy desteği almayı başardıkları alanlar ise daha çok hukuk yoluyla kent toprağı haline getirilen ve inşaata açılan olmuştur. Bu bağlamda, özel mülkiyet hakkının oluştuğu alanlarda konut üretimine imkan veren özel mülk arazilerin hızla kentsel arsaya dönüştürülmesi faaliyetine dikkati çekmek isterim. Yerel yönetimlere verilmiş imar yetkisinin de yardımıyla bir taraftan kentlerin çevresi kent sınırı içine dahil edilmiş, diğer taraftan, köy statüsünde olan yerleşmeler kentsel mahalle statüsüne dönüştürülerek inşaata elverişli alanlar haline getirilmiştir. 2010 verilerine göre 34 bin olan köy sayısı bir yasal değişiklikle 18 bine düşürülmüştür. Bu sınır değişiklikleri esas olarak özel mülk sahibi olan göreli olarak güçlü köylülere çok önemli kaynak aktarımı anlamına geldiğinden, tıpkı imar aflarında olduğu gibi mevcut iktidarın kitlesel oy desteği almasında önemli etkisi olmuştur.
Kentsel alanlardaki inşaat furyası kentlerde gecekondulaşma sırasında palazlanan babadan kalma yöntemlerle esnek üretim yapan halk tipi inşaat sektörüne önemli can suyu vermiş, küçük mülk sahiplerinin ve bu sektörde çalışanların siyasetle ilişkisini güçlendirmiştir. İnşaata dayalı ekonominin kliyantalist ilişkilere dayanması devlet/toplum ilişkilerini otoriter popülist yönetimin beklediği biçime dönüştürerek hem siyasete hem de ekonomik alana hakim olmuştur. Konut ve iş sıkıntısı çeken mülksüz ve güçsüz yeni kentlileri bir süre için ikna eden yeni düzen faaliyetlerin sürdürülebilir olmaması nedeniyle artık eski canlılığını yitirmiştir. Son depremlerde gerçekleşen yıkımlar da hızla üretilen bu konut alanlarının umulan yaşamı ve güvenceyi üretmediğini oldukça sert biçimde topluma göstermiştir. Son yirmi yıldır gerçekleşen bu topraktaki kullanım hakkındaki değişim bir taraftan yeni servet sahipleri üretirken diğer taraftan mülksüzleşenlerin, kaybeden eski kentli orta sınıfların ve yeni kent yoksullarının sorunlarını kitleselleştirmeye ve görünür kılmaya başlamıştır.
Genel olarak bakıldığında bizim yaşadığımız bu hızlı değişim sürecinin benzerlerinin Güney ülkeleri diye adlandırılan geç kapitalistleşen ülkelerde de yaşandığını biliyoruz. Kuzeyde bu dönemin önemli zenginlerinin de sadece iletişim alanında yenilik yapanlar olmaması, Trump gibi “emlak kralları” ya da “emlak baronları” diye adlandırılan Güney’deki rant paylaşımında yararlanan yeni güç sahipleri olması dikkati çekmektedir. Türkiye’deki son dönemde gerçekleşen bu yeni servet dağılımının yeni yerel, ulusal ya da küresel aktörlerinin kimler olduğunu tam olarak kavrayamasak da onların siyasal alanda hızla güç kaybettiklerini ve artık kitlesel oy devşirme olanaklarının pek kalmadığını son gelişmelerden anlıyoruz. Yeni yerel muhalefet, çevre hareketleri ve diğer toplumsal hareketler toprak talanından arta kalan grupların zenginleşen azınlıkla, kaybeden çoğunluk olduğunu bize gösteriyor. Ancak, siyasal arenada yapılan tartışmaların söylem düzlemindeki bildik çatışmalarla sürdürülmeye devam etmesi bu sürecin kentsel rantı kamuya aktaran yerel demokrasi anlayışına döneceği umudunu maalesef zayıflatıyor. En azından şimdilik….
----
[1] “Köylülükten Çıkışın Zorlu Haller”; Cumhuriyet: Asırlık Bir Muhasebe içinde derleyen Mehmet Ö. Alkan, İletişim Yayınları, 2023, s: 69-110.
“Kırsal Arsa ve Konut Üretim Sürecinde Kırsal Alışkanlıkların ve Kuralların Etkisi Üzerine”; İstanbul Bir Kervan Saray mı? içinde, Sema Erder yazıları Derleyen: Nesrin Uçarlar; İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları; 2015; s. 211-228. (internet ortamında ücretsiz okunabilir).

Yorum Yazın