Küresel liderlerin barış söylemleri, sıklıkla uluslararası ilişkilerin karmaşık dinamikleriyle iç içe geçmektedir. Son dönemde, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın Nobel Barış Ödülü için aday gösterilmesi, dünya gündeminde önemli bir yer tutmuştur. Bu adaylık, Trump’ın bölgesel savaşların son bulmasında oynadığı iddia edilen rol üzerine kurulmuştur. Özellikle Orta Doğu’da Gazze krizi, Ukrayna’daki çatışmalar ve diğer küresel gerilimler bağlamında, Trump bir barış elçisi olarak lanse edilmektedir. Ancak, barış kavramı ile çatışmasızlık durumu arasındaki fark, bu tartışmanın merkezinde yer almaktadır. Trump gibi küresel otokratik eğilimler sergileyen liderler, gerçek bir barış sağlamamakta; aksine, kendi çıkarlarına göre çatışmaları şekillendirmektedir.
Trump’ın Barış Elçisi Rolü
Trump’ın Nobel Barış Ödülü adaylığı söylemleri, 2025 ödülünün Maria Corina Machado’ya verilmesi sonrasında daha da dikkat çekmiştir. Machado, Venezüella’daki muhalefet hareketinin simgesi olarak görülmekte ve demokratik mücadeleleriyle tanınmaktadır. Trump’ın adaylığı ise, çeşitli siyasi figürler tarafından desteklenmiştir. Örneğin, ABD Temsilciler Meclisi Üyesi Anna Paulina Luna, Trump’ı barış ödülü için aday göstermiştir. Benzer şekilde, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson ve İsrail Knesset Başkanı Amir Ohana, ortak bir nominasyonla Trump’ı öne çıkarmıştır. Bu nominasyonlar, Trump’ın Orta Doğu’daki çabalarını vurgulamakta, özellikle Gazze’deki ateşkes girişimlerini barışın bir zaferi olarak sunmaktadır. Arjantin Başkanı Javier Milei’nin Trump’a framed bir nominasyon mektubu hediye etmesi de, bu sürecin uluslararası boyutunu yansıtmaktadır. Pakistan Başbakanı Shahbaz Sharif’in Şarm El Şeyh Zirvesi’ndeki konuşması ise, Trump’ı öven ifadelerle dolu olup, bazı yorumcular tarafından stratejik bir hamle olarak değerlendirilmektedir.
Barış kavramı, siyaset biliminde uzun süredir tartışılmaktadır. Klasik düşünürlerden Immanuel Kant’ın “Ebedi Barış” metni, barışı sadece savaşın yokluğu olarak değil, adalet temelli bir düzen olarak tanımlamaktadır. Buna karşın, çatışmasızlık durumu, geçici bir ateşkes veya güç dengesiyle sınırlı kalmakta, kök nedenleri çözmemektedir. Trump’ın politikaları, bu ayrımı netleştirmektedir. Örneğin, Gazze’deki krizde Trump’ın önerdiği plan, Hamas’ın silahsızlandırılması ve uluslararası bir gücün devreye girmesini içermekte, ancak bu planın uygulanabilirliği tartışmalıdır. Trump, İsrail’e sınırsız destek vererek bölgedeki gerilimleri yönetmekte, ancak Filistin halkının haklarını göz ardı etmektedir. Bu yaklaşım, barışı değil, ABD’nin stratejik çıkarlarını ön planda tutmaktadır. Benzer şekilde, Ukrayna’daki savaşta Trump’ın Putin ile görüşmeleri ve Zelenskiy’nin Trump’ı Nobel için aday gösterme vaadi, diplomatik bir taktik olarak görülmektedir. Zelenskiy’nin başdanışmanı Andriy Yermak’ın ifadeleri, Trump’ın savaşın sona ermesindeki rolünü vurgulamakta, ancak bu rolün gerçek bir barış mı yoksa Rusya’nın taleplerine boyun eğmek mi olduğu sorgulanmaktadır.
Gerçek Barış mı Stratejik Çatışmazlık mı?
Küresel otokratlar, barış söylemini sıklıkla kendi iktidarlarını pekiştirmek için kullanmaktadır. Trump’ın yönetimi, bu eğilimin bir örneğini teşkil etmektedir. Otokratik liderler, uluslararası ilişkilerde çatışmaları şekillendirerek, kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumaktadır. Örneğin, Trump’ın Arjantin’e 40 milyar dolarlık yardım paketi, Milei’nin nominasyon hediyesiyle ilişkilendirilmekte ve bu durum, barış ödülünün siyasi bir araç haline getirildiğini göstermektedir. Benzer şekilde, Katar’dan alınan uçak ve ardından Katar’a askeri üs izni verilmesi, Trump’ın dış politikasının pragmatik ama etik olmayan boyutlarını ortaya koymaktadır. Bu tür hamleler, barışı kalıcı kılmamakta; aksine, geçici ittifaklar yaratmaktadır. Siyaset bilimciler, bu yaklaşımı “negatif barış” olarak adlandırmakta, yani sadece şiddetin yokluğu ama adaletsizliğin devamı olarak tanımlamaktadır.
Türkiye’nin perspektifinden bakıldığında, bu küresel dinamikler önemli yansımalara sahiptir. Türkiye, bölgesel barışın sağlanmasında aktif rol oynamakta, ancak otokratik eğilimlerin yarattığı zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Trump’ın politikaları, Türkiye’deki muhalefet hareketlerini de etkilemektedir. Zira otokratik liderlerin barış söylemleri, iç politikada baskı araçları olarak kullanılmaktadır. Örneğin, Pakistan’daki rejimin Trump’ı övmesi, kendi iç baskılarını gizleme çabası olarak yorumlanmaktadır.
Trump’ın politikaları, Venezüella gibi ülkelerde de tartışma yaratmıştır. Trump’ın CIA operasyonlarını onayladığı iddiaları, barış elçisi imajını zedelemektedir. Machado’nun ödülü alması, Trump’ın nominasyonlarının geçersizliğini vurgulamakta, zira 2025 adaylık süresi Ocak sonunda kapanmıştır. Bu durum, Trump’ın 2026 için potansiyel adaylığını gündeme getirmekte, ancak mevcut politikalarıyla gerçek bir barış sağlaması zor görünmektedir.
Otokratlar, çatışmaları şekillendirerek güçlerini sürdürmekte, ancak bu yaklaşım uzun vadede istikrarsızlığa yol açmaktadır. Siyaset bilimi literatüründe, bu tür liderlerin barış çabaları, genellikle popülist retorikle sınırlı kalmakta, kalıcı çözümler üretmemektedir.
Küresel barışın inşası, sadece liderlerin söylemleriyle değil, uluslararası kurumların güçlendirilmesiyle mümkün olmaktadır. Nobel Komitesi’nin kararları, bu bağlamda önemli bir rol oynamakta, ancak siyasi baskılar altında kalmaktadır. Trump’ın adaylığı, barış ödülünün prestijini tartışmaya açmakta, zira bazı nominasyonlar stratejik hesaplarla yapılmaktadır. Örneğin, İsrail’in Trump’ı desteklemesi, Gazze’deki politikaları meşrulaştırma çabası olarak görülmektedir. Bu tür dinamikler, barış kavramını sulandırmakta, çatışmasızlık durumunu barış olarak pazarlamaktadır.
Sonuç olarak Trump’ın “Barışçıl Kahramanlığı”, küresel siyasetin karmaşıklığını yansıtmaktadır. Bu durum, bölgesel savaşların son bulmasında rol oynadığı iddiasıyla desteklenmekte, ancak barış ile stratejik çatışmasızlık arasındaki fark göz ardı edilmemelidir. Trump gibi liderler, çıkarlarına göre çatışmaları şekillendirmekte, gerçek bir adalet temelli barış sağlamamaktadır. Küresel barışın geleceği, adil ve sürdürülebilir politikalarla belirlenmektedir.

Yorum Yazın