Kıbrıs’ta dün yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, iktidar blokunun desteklediği mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a karşı CTP lideri Tufan Erhürman ilk turda hem de büyük bir farkla kazandı.
Oysa Türkiye’deki iktidar bloku, Tatar’ın kazanması için hayli çaba harcadığını biliyoruz. Bunun için Süleyman Soylu’dan Mesut Özil ve Cübbeli Ahmet’e kadar geniş siyasetçi, destekçi kitlesini seferber etmiş ve sahaya sürmüştü. Tüm bu çabalara rağmen Tatar değil Erhürman kazandı.
Normal şartlarda Kuzey Kıbrıs’ta yapılan bu seçim, bir ülkenin kendi iç işi olarak, Türkiye dahil herkesin saygı duyması gereken siyasi bir tercihi ifade etmektedir.
Ancak Türkiye’de iktidarın, iktidar blokunun Kuzey Kıbrıs’a ve oradaki yönetime bakışı, seçim sonucunu tartışmayı zorunlu kılıyor.
PLEBİSİTE DÖNÜŞTÜRÜLEN SEÇİM
Erhürman’ın seçimi kazanmasında en büyük katkı bizatihi mevcut Cumhurbaşkanı Tatar’ın seçimi bir tür plebisite çevirmesinde oldu. Tatar seçimi çok kabaca, kendisi kazanırsa iki devletli çözüm, Erhürman kazanırsa federasyon dahil her tür çözümün konuşulacağı seçeneğin kazanması olarak sundu.
Ve kazanan Erhürman oldu.
Ki Erhürman, seçim sürecinde Kıbrıs sorunun çözümü için tüm uluslararası hukuku kullanacağı açıklamış ve Kıbrıslıların haklarını tüm platformlarında savunacağını açıklamıştı.
Buna rağmen seçim sonucuna Türkiye’den en sert tepki MHP Lideri Bahçeli’den geldi. Bahçeli, KKTC Meclisi’nin acilen toplanarak Türkiye’ye katılma kararı alınmasını talep etti. Bahçeli’nin bu çıkışına rağmen; Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP Lideri Özel dahil olmak üzere farklı siyasi partilerden gelen açıklamalar Erhürman’ı tebrik ettikleri şeklinde.
YAVRU VATAN DEĞİL İKİ EŞİT ÜLKE
Bahçeli’nin çıkışındaki temel sorun, Kuzey Kıbrıs’a bakışındadır. Bu bakışın temeli -ki bu esas olarak devletin bakışıdır-, Kuzey Kıbrıs’ın “yavru vatan” olarak kabul edilmesidir. Oysa Kıbrıslılar çoğunlukla bu bakışın tersine “kardeş” olmayı tercih ediyorlar. Yani Kıbrıs’ın Türkiye’nin hegemonyasında değil onunla eşit ülke olduğunun kabulüdür.
Burada hemen parantez açarak AKP’nin siyasi dönüşümünün Kıbrıs politikasındaki dönüşümden izleyebileceğimizdir.
2002’de tek başına iktidara geldiğinde, kendisinden önceki iktidarlardan farklı olarak “siyasete” sahip çıkmış ve tartışılmayan pek çok kamusal sorun, siyasetin nesnesi haline gelmiştir. Kıbrıs’ta bunlardan birisidir.
Erdoğan Kıbrıs konusunda Rum kesimini kast ederek; “Her zaman bir adım önde olacağı” politikası izlemiştir.
Nitekim 24 Nisan 2004 tarihinde gerçekleşen Annan Planı Referandu’na (Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanan ve Kıbrıs’ta yaşayan ve 1963'ten bugüne ayrı ayrı yaşayan iki toplumu iki kesimli tek devlet bünyesinde birleştirmek maksatıyla hazırlanan çözüm planı), AKP “evet” demiş ve Kuzey Kıbrıs’ta da benzer irade göstermiştir. Kuzey Kıbrıs plana evet derken; Güney Kıbrıs’ta irade “hayır” olarak tecelli etmiş ve çözümsüzlük hali devam etmiştir.
Erdoğan/AKP bu politikası 2008’den itibaren değişmiş ve Kıbrıs’ta sağ, muhafazakâr liderleri (önce Derviş Eroğlu, sonra Ersin Tatar) desteklemiştir.
2004’de Kıbrıs’ta kendisinden önce izlenen devletçi politikalara mesafe alan Erdoğan/AKP, 2008 ve sonrasında devletle aynı çizgiye gelmiştir.
KIBRIS'IN ŞANSIZLIĞI BELKİ DE TÜRKİYE
Diğer yandan Kuzey Kıbrıs’ın kuruluş kararından itibaren şanssız bir ülke olduğunu da kabul etmek gerekiyor. AB'nin Rum kesimini koruyan politikaları olmak üzere dünyada uğradığı izolasyonlar ülkeyi her açıdan verimsizliğe mahkum etmiştir. Bunu Kıbrıs'ın güneyi ile kuzeyini karşılaştırdığınızda görüyorsunuz.
Türkiye’nın Kıbrıs'a yaptığı yardımlar ne yazık ki ülkenin gelişmesi için kullanılamamıştır.
Sonuçta Kıbrıs’ın en büyük şansızlığı Türkiye'deki devletçi bakıştır.
Türkiye Kıbrıs'la hiç bir zaman 'eşit ülke' ilişkisi kurmadı. İktidarlardan bağımsız olarak Kıbrıs'a bakışı daima bir hegemonya ilişkisi üzerinden oldu. Ve bunun en büyük ideolojik aracı da Kıbrıs’ta bulunan Büyükelçiliği olmuştur.
AKP'NİN KIBRIS HAYALİ
Bununla birlikte Kıbrıs’ta diğer büyük şanssızlık ise, AKP’nin devletçi pozisyona savrulmasından sonra adaya yaklaşımı oldu. AKP'nin yeni politikası Kıbrıs'ı toplumsal mühendislik yoluyla dönüştürme hedefi oldu.
Bu politika, Türkiye'de 2011 sonrasında uygulananın yumuşak versiyonu idi. Özellikle Kıbrıs'ta var olan Türkler ve ithal Türk inşaat firmaları üzerinden dini eğitim kurumların (ilahiyat koleji, imam hatip liseleri gibi) desteklenmesi ve sayılarının arttırılması bu projenin parçası oldu.
Bu hakkı kendinde yaptığı ekonomik yardımla gördü ya da başka nedenle. Ama bu yanlıştı. Kıbrıs'a ekonomik yardım, Kıbrıs'ı bağımsız ülke olmaktan çıkarmamıştır. Yaptığımız yardım Kıbrıs'ın politikalarını bizim belirleyeceğimiz anlamına gelmemeliydi. Ama olan bu oldu.
Sonuçta bir kez daha AKP'nin Kıbrıs üzerindeki asimilasyoncu politikası dün gün yapılan seçimle bir kez daha iflas etti.
Bize düşen Kıbrıs’ın Kıbrıslıların olduğunu -zor gelse de- kabul etmektir.

Yorum Yazın