Sonuç olarak bireylerin yurttaş gibi davranmadığı bir dünyada demokrasi devasa bir çıkmaza dönüştü. Artık taşımak istemediğimiz bir yük demokrasi. Bu noktada, yani demokrasilerdeki aşınmanın özgürlükleri de tehdit etmesi ihtimaline karşı iki olguyu birbirinden ayıracak yapısal bir formül bulmak zorundayız. Özgürlük demokrasi gemisinde bir hazine. Ama gemi batıyor. Hazineyi başka bir yolla korumanın zamanı gelmedi mi artık?
Demokratik rejimlerde büyük bir gerileme var. İnsanlar ya siyasete ilgi duymuyor ya da otoriter akım, parti ve liderlere meyletmekte. Sadece siyasi rejimler değil, siyasi kültür de darmadağın. Ortada kelimenin dar anlamıyla gerçek bir siyaset yok. Politik etkinlik halkla ilişkiler ve kişisel performans sanatı gibi algılanmakta. Siyasetle fikir arasındaki bağlantı zayıfladığından yalanlar da ucu açık bir geleceğe doğru sıradanlaşıyor. Politik aktörler sıklıkla yalan söylemekte. Yalanları ortaya çıktığı zaman ise utanmamaktalar. Kayıtsızlık ise en yaygın politik davranışa dönüştü. Dünyada ve ülkemizde olan olayların büyük bir kısmı hayatımıza yabancı. Politikadaki değişiklikleri dizi izler gibi izliyoruz. Düğmeye bastığımızda tüm siyasal gerçeklik yeni olaylar için tarihin çöplüğüne atılmış hatıralara dönüşüyor.
Peki,neden böyle oldu? Demokrasiden sıkıldık mı? Cazibesini mi yitirdi yurttaşlık eylemleri?
Öncelikle bu işin esasından, kadim bir meseleden başlamak yerinde olur. Demokrasi hiçbir zaman çoğunluk-azınlık ikileminin yarattığı sorunları aşamadı. Halkın türdeş olmayan iradesinin her koşul ve şartta çoğunluğun tiranlığına yol açtığını söylemek abartı olur. Ancak azınlıkta kalma ihtimali politik nihilizmi besleyen temel motivasyon olarak insanlarınkamusal etkinliklere olan ilgisini azalttı. Özel alanda kalmak, aile, eğlence ve ekonomiyle hayatı idame ettirmek taraf olup çatışmalarda kendini belli etmekten daha avantajlı bir seçenek oldu hep.
Bu nedenle kavga ne kadar büyük olursa olsun yurttaşların çok az bir kısmı gönüllü bir katılımcılığı ve yurttaş ödevlerini önemsedi. İnsanların yönetim aygıtıyla hiç ilgilenmediğini, apolitik bir homo economicus’a dönüştüklerini söylemiyoruz elbette. Bu çok kestirme bir yanıt olur. Yapılan vurgu daha çok edilgenliğin daha az maliyetli ve çok daha konforlu bir seçenek olmasıyla ilgili. İşte demokrasinin temel sorunu bu. Yurttaşların çoğunluğu siyasetle ilgilenmek istemiyor. Çünkü kamusal hayat yorucu, sıkıcı ve bir ölçüde de tehlikeli.
Klasik yurttaşlık eylemlerinin ve bu eylemlere bağlı kamusal alanın çöküşü aslında birer sonuç. Her şeyin nedeni ise Tocqueville’nın neredeyse iki asır önce haklı bir şekilde tespit ettiği üzere eşitlik ve bireycilik. Demokratik eşitlik ile kapitalist bireycilik yabancılaşmayı teşvik ediyor. İnsanlar birlikte deneyim kazanmak, siyasallaşmak ve daha önce şahsen tanımadıkları diğer kişilerle ortaklık kurmak istememekte. Bu durum geri çevrilemez nitelikte bir eylem. Bireyci eşitlikle demokrasi arasında uzlaşmaz nitelikte bir çelişki var. Er ya da geç demokrasi tasfiye edilecek. Nasıl ki monarşilerin yıkıldığına tanıklık etti insanlık, demokrasi de benzer bir sona doğru ilerliyor.
Demokrasilerdeki içsel geriliminin bir diğer boyutu halkın kararıyla aklın normu arasındaki çelişkide saklı. Schmitt’in karar dediği başlangıç anı siyasetin kaynağı. Ama tabii karar her türlü normu kullanılmaz hale getirecek kadar kaba, vahşi, öngörülemez ve akışkan bir şey aynı zamanda. Son iki asır içerisinde önce sosyalistler ve milliyetçiler, ardından faşistler, şimdi ise popülistler çoğunluk kararına dayanarak normu yıkmaya çalıştı. Norm insan hakları, özel mülkiyet ve anayasa gibi farklı içeriklerde kendini açımlamakta.
Uygarlığın birikiminin kristalize olmuş hali aslında norm. Şüphesiz ki kararlarla norma müdahalenin normları geliştirdiği de söylenebilir. Kadınların, kölelerin ve fakirlerin yeni haklara kavuşması aşağıdan gelen kararların sonucu. Ama her karar anı aynı zamanda neyin doğru ve gerekli olduğu noktasında meşruiyet krizi demek. Demokrasinin asıl dramı tam da bu noktada kristalize oluyor. Demokrasinin tarihi krizlerin tarihi aslında. Bir bunalım başka bir bunalıma yol açıyor. Skandallar sürekli bir şekilde birbirini izlemekte. Bu kaotik ortam yurttaşların daha güvenli alanlara çekilmesine ve siyasetin hemen tümüyle mesleği siyasetçilik olan demagog esnaflara kalmasına yol açmakta. Hikayenin sonunu hepimiz biliyoruz. Neredeyse sonsuz ve sınırsız bir yalan söyleme pratiği, yolsuzluk, yozlaşma ve ahlaksızlık. Siyasetin olduğu yerde erdem uzak bir hatıra.
Sonuç olarak bireylerin yurttaş gibi davranmadığı bir dünyada demokrasi devasa bir çıkmaza dönüştü. Artık taşımak istemediğimiz bir yük demokrasi. Bu noktada, yani demokrasilerdeki aşınmanın özgürlükleri de tehdit etmesi ihtimaline karşı iki olguyu birbirinden ayıracak yapısal bir formül bulmak zorundayız. Özgürlük demokrasi gemisinde bir hazine. Ama gemi batıyor. Hazineyi başka bir yolla korumanın zamanı gelmedi mi artık?

Yorum Yazın