Bu tavanın altında yaşayan milyonlar. Başını eğmeden yürüyemeyen, yürürken düşünmeyen, düşünürken susan. Zamanla alışan, alıştığına inanan. Bu sessizliğe önce öfke duyan, sonra o sessizlikle kendini korumaya çalışan. Ama artık gökyüzü sadece yukarıda değil. Her boğazda bir düğüm, her sokakta bir iz. Camın görünmezliği kalmadı. Çatlamaya başladı. Kimi bir kadının haykırışında, kimi bir gencin kararlılığında, kimi kaybedilmiş bir şehrin duvarında.
Bir ülke vardı.
Gökyüzü görünüyordu ama ulaşılmıyordu.
Yukarı bakmak serbestti.
Ama yukarı çıkmak imkânsızdı.
Bir noktadan sonra anlaşıldı:
Orada cam bir tavan vardı.
Görünmüyordu, ama herkesin başına çarpıyordu.
Bir kişi yükseldi.
Yolu halk açtı.
Yıllar boyunca adım adım tırmandı.
Sakin konuştu, oy aldı, çalıştı.
Görünmez sınırların olduğu yere geldiğinde kurallar değişti.
Tutuklandı.
Şirketine el kondu.
Sonra aday oldu.
Seçilme ihtimali belirince, yıllar önce onaylanmış diploması geçersiz ilan edildi.
Gerekçe aramadılar, ihtiyaç da duymadılar.
Sisteme meydan okuyan herkes için bir noktada geçmiş yeniden yazılırdı.
Bir şehir yıkıldı.
İnsanlar enkaz altındaydı.
Hayatta kalanlar, mallarını koruyamadı.
Topraklarının üstüne çizilen yeni haritalarla hatıralar ellerinden alındı.
Devlet yardımı bir gün geldi, ertesi gün tapu memurlarıyla geri döndü.
Çocuklar sabah evden çıktı.
Okula gittikleri sanıldı.
Oysa büyüklerin işine ucuz omuz arandığında ilk onların sırtı uzatıldı.
Kimi tornada, kimi mutfakta, kimi mağazada çocukluğu erkenden ellerinden alındı.
Bu, hayatı öğrenmek değil, itaate alıştırılmaktı.
Kadınlar yürümek istedi.
Sokakta, mahkemede, üniversite kantininde.
İtiraz ettiler.
Çünkü adalet yerini bulmuyordu.
Şiddet görünmez kalıyordu.
Bazıları gözaltında soyuldu, bazıları taciz edildi,
Tüm yaşananlar unutturulmaya çalışıldı.
Ama susmadılar.
Gençler sordu.
“Neden?” dediler,
“Nasıl olur?”
Sesleri yüksekti.
Polis hızla geldi.
Kimlikleri alındı,
Bazıları yıllarca okuduğu okuldan bir tweet yüzünden atıldı.
Soru sormak, en riskli alışkanlık sayıldı.
Adalet konuştuğunda önce ses düzeyi ayarlandı.
Sonra kelimeler seçildi.
Deliller geri çevrildi, kararlar hızla yazıldı.
Bazı avukatlar içeri alınmadı.
Bazı sanıklar hiç dinlenmedi.
Yargı vardı ama kime ne kadar çalışacağı önceden belirlenmişti.
Ekranlar açıktı.
Ama her kanal aynı şeyi söylüyordu.
Gazeteler basılıyor, ama gerçeği değil, ruh halini yazıyordu.
Mikrofonlar vardı.
Ama konuşanlar seçilmişti.
Söz, kayıt altına alındığında değil, izin verildiğinde geçerli sayılıyordu.
Ve biz vardık.
Bu tavanın altında yaşayan milyonlar.
Başını eğmeden yürüyemeyen, yürürken düşünmeyen, düşünürken susan.
Zamanla alışan, alıştığına inanan.
Bu sessizliğe önce öfke duyan, sonra o sessizlikle kendini korumaya çalışan.
Ama artık gökyüzü sadece yukarıda değil.
Her boğazda bir düğüm, her sokakta bir iz.
Camın görünmezliği kalmadı.
Çatlamaya başladı.
Kimi bir kadının haykırışında, kimi bir gencin kararlılığında, kimi kaybedilmiş bir şehrin duvarında.
Tavan orada duruyor.
Ama artık herkes, ona çarpmadan da onu hissediyor.
Çizikler derin!
Ve şimdi sormak gerek:
Kimin ülkesi bu?
Yukarı çıkabilenin mi, başını eğenin mi?
Bizim mi sahiden?

Yorum Yazın