MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Ares’in kılıcı, Hades’in kapısı: Unutmanın kıyameti üzerine bir deneme

ANA SAYFASİYASETAres’in kılıcı, Hades’in kapısı: Unutmanın kıyameti üzerine bir deneme
Ares’in kılıcı, Hades’in kapısı: Unutmanın kıyameti üzerine bir deneme

Ares’in gerçek gücü, silahlarında değil; bu indirgeme gücündeydi. Bir halka düşman icat ettirmek, yıkılacak bir hedef çizmek, “biz” duygusunu “onlar” korkusuyla mühürlemek...

18 Haziran, 2025, Çarşamba 06:30
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Kübra Evliyaoğlu
Kübra Evliyaoğlu
yazı içi reklam

Unutmak bu çağın en büyük afyonudur. Hatırlamak ise en sade, doğrudan direnişidir. Brecht, üç orduyu gösterdi bize. Biz dördüncüsündeyiz: Hatırlayanlar.

“Her savaştan geriye üç ordu kalır: Ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu.”

Bertolt Brecht

‘Artık kimse savaşın sorumluluğunu üstlenmiyor. O yüzden biz de suçu Ares’e attık.’

Ares hiçbir savaşı tek başına başlatmazdı.
Ona bir şehir öfkelenmeli, bir kral iktidarını kaybetmekten korkmalı, bir halk düşmanla beslenmeliydi.
O sadece gelir, olanı büyütürdü.
Savaşın tanrısı değildi aslında.
Savaşın dilini en iyi bileniydi.

Bugün de öyle.
Savaş bir tanrının buyruğuyla başlamıyor artık.
Ama hâlâ tanrısallaştırılıyor.
Savaş “haklılık” kazanırsa, onunla gelen ölüm kutsal sayılır.
Ve o anda devreye girer Hades.
Çünkü öldürülen meşrulaştıysa, unutulması da kolaylaşır.

Ölüm tek başına bir son değil artık.
Ölüm, başka şeylerin başlaması için ön koşul.
Ares vurur.
Hades gömer.
Kalanlar, bir sonraki savaşa hazırlanır.

Savaşın Başlangıcı Hep Başka Yerde

Bugün bir saldırı başladığında sadece coğrafi haritalar değil, zihinsel haritalar da güncelleniyor.
Kim haklı?
Kim masum?
Kim kayıpsız?

Savaşın ilk kurbanı daima karmaşıklıktır.
Ardından insanlık! 
Her şey indirgenir.
İyiler ve kötüler.
Biz ve onlar.
Savunan ve tehdit eden.

Ares’in gerçek gücü, silahlarında değil; bu indirgeme gücündeydi.
Bir halka düşman icat ettirmek, yıkılacak bir hedef çizmek, “biz” duygusunu “onlar” korkusuyla mühürlemek...

Bugün sadece makineler değişti.
Anlatı aynı kaldı.

Hades’in Kapısından Girenler

Ölüm bazen bir çığlıkla, bazen de bir uğultu ile gelir.

Bazen bir drone’un gölgesinde, bazen bir haberin satır aralarında.

Ama her durumda, Hades bekler.

Kapısı geniş, nehirleri sığ.

Modern dünyanın ölüleri onun ülkesine farklı yollarla gider:

Bazısı sınırda vurulur,

Bazısı enkaz altında kalır,

Bazısı açlıktan, ilaçsızlıktan, çaresizlikten çözülür.

 

Fakat ölülerin kaderi ölümle bitmez.

Gerçek mezar, unutulmadır.

Bir çocuk unutulursa, Hades o an kapısını kapatır.

O ruh artık geri çağrılamaz.

Lethe: Unutmanın Tanrısal Biçimi

Hades’in ülkesine giren her ruh, Lethe Nehri’nden içerdi.

Bu, bir gelenek değil; bir sınavdı.

Unutmadan kimse ölüler diyarına adım atamazdı.

Adını, acısını, yaşadığını, uğruna savaştığını — hepsini bırakırdı geride.

Çünkü hatırlamak ruhu ağırlaştırırdı.

Ve Hades’in krallığında hafıza yasaktı.

 

Bugün hâlâ içiyoruz o sudan.

Yalnızca ölüler değil.

Her sabah ekranı kaydıran, her gün bir başka çocuğun ölümünü üç saniyede geçip unutan herkes:

Lethe suyu içiyoruz.

Bilerek. Gönüllü.

Çünkü hatırlamak taşırır,

Ama unutmak rahatlatır.

 

Lethe artık bir mitolojik nehir değil.

Bir çağın kültürüdür.

Acıyı geçici yapan, suçu estetikleştiren, hafızayı hızla yer değiştiren bir düzen.

Biri öldüğünde ilk refleksimiz yas değil.

Kaydırmak.

Paylaşmak.

Geçmek.

 

Ve bu çağda, ölümün kalıcılığı yok.

Lakin unutmanın hâkimiyeti var.

Üç Ordu, Üç Yüzleşme

Savaş her yerde aynı üç şeyi bırakır ardında:

Cesetler, gözyaşları ve sermaye.

 

Birinci ordu: Ölüler.

Onlar artık konuşmaz.

Konuşmaları gerekmez çünkü dünya çoktan karar vermiştir:

Bu ölüm meşru muydu?

 

İkinci ordu: Yas tutanlar.

Onlar bağırmaz.

Zaten sesleri duyulmaz.

Yas bir lükse dönüşür.

Kimin acısı görünürse, onunki daha "haklı" sayılır.

 

Üçüncü ordu: Hırsızlar.

Onlar hiç savaşmaz.

Ama en çok kazanan onlardır.

İnşa edeceklerini yıkmak zorunda olduklarını söylerler.

Yıkımı barış yatırımı olarak sunarlar.

Barış artık bir sonuç değil, bir pazarlama stratejisidir.

Sessizliğin Üç Yüzü

Bugün görmeyen yalnızca gözünü kapayan değil.

Duymayan yalnızca kulak tıkayan değil.

Konuşmayan yalnızca dili susan değil. 

 

Bazı gerçekler, bilinçli olarak yok sayılır.

Çünkü bilmek, rahatsız edicidir.

Ve çağımız konfor çağıdır.

 

Sessizliğin de üç yüzü vardır:

Biri korkudur.

Biri kayıtsızlıktır.

Biri kurnazlıktır.

 

Üçü birleştiğinde, suça ortak olur.

Ve en büyük suç artık eylem değil; seyirdir.

 

Bu yazı bir tanrıyı yıkmaz elbet. 

Ama bir suskunluğu yarabilir.

Ares hâlâ güçlüdür, Hades hâlâ sabırlı.

Unutmamak, onların düzenine bir taş atar.

 

Bir çocuğun ismini unutmamak, savaşın diline direnmek demektir.

Bir annenin sessiz yasına kulak vermek, ölümün istatistikleştirilmesine karşı çıkmaktır.

Hatırlamak, politik bir eylemdir.

Çünkü unutmak sistemin ta kendisidir.

Son Söz Yerine: Hatırlayanlar! 

Ares gider.

Hades bekler.

Kalan biziz.

Gökten inen metallerin, topraktan çıkan çığlıkların, ekranlarda kaybolan ölü isimlerin arasında, hâlâ hatırlamak için direnen birileri vardır.

Onlar dua etmez, yemin etmez.

Ama unutmazlar.

 

Bir çocuğun oyuncaklarıyla gömüldüğü bir enkazın fotoğrafını masaüstünde tutan biri, o tanrılara diz çökmemiştir.

Bir annenin ağıtsız yasını gözleriyle taşıyan bir bakış, savaşın diline sızmış bir isyandır.

Ve bir yazı —

Sadece bir yazı —

Kuruyan hafızanın çatlağına düşen bir damla olabilir.

Büyüyüp ıslatmazsa bile, çatlağın daha fazla büyümesini engeller.

Unutmak bu çağın en büyük afyonudur.

Hatırlamak ise en sade, doğrudan direnişidir.

 

Brecht, üç orduyu gösterdi bize.

Biz dördüncüsündeyiz:

Hatırlayanlar.

 

Adını haykırmayan ama her gün içinden tekrarlayanlar.

Kutsal taşımayan ama mezar taşlarını koruyanlar.

Tarihi yazmayan ama unutmayanlar.

Çünkü bazen bütün tanrıların karşısında durmak için

silaha değil,

kalkana değil,

yalnızca sağlam bir hafızaya ihtiyaç vardır.

 

Ve belki de artık mesele, taraf seçmek değil —

taraf olmayı sürdürmektir.

İNSAN tarafında.

  • Dik durmanın bedeli: Kurbanlık, bilinç ve içimizdeki Polyksena üzerine bir düşünce yürüyüşü Dik durmanın bedeli: Kurbanlık, bilinç ve içimizdeki Polyksena üzerine bir düşünce yürüyüşü
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?
Ares’in KılıcıHades’in KapısıSavaşHatırlamakUnutmak

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Görüşmeden CHP’nin çıkaracağı ders yok mu?
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Negatif Barıştan Pozitif Barışa geçişin tarihi kavşağındayız
    Ali Arslan
    Ali Arslan Araştırma yapmayan üniversiteler yüksekokul tarzında yeniden düzenlenmelidir
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Başkanın bütün adamlarıyla ‘Back to the Past’
    Ömer Terzi
    Ömer Terzi Z Kuşağı: Gerçekçilikten umuda
    Mustafa Ergen
    Mustafa Ergen Yapay zekâ kendi egzozunu soluyor: Veri petrolü bitti, sıra kaya gazında
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya Neden yalan haber ve iftira üretilir?
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç Hazar’ın kıyısında bir kültür başkenti: Aktau
    Ersin Kalaycıoğlu
    Ersin Kalaycıoğlu Sol siyasal partilerin açmazı: Sosyal demokrasi ile Ulusalcılık arasında sıkışmışlık
    Armağan Öztürk
    Armağan Öztürk Sağ popülizm neyi savunur?
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Çürümenin Kitabı: Hangi gelecek bizim adımıza konuşacak?
    Bilgehan Uçak
    Bilgehan Uçak Sadettin Saran’ın seçim zaferinin düşündürdükleri
    Erol Katırcıoğlu
    Erol Katırcıoğlu Komisyona bir öneri
    Çağhan Uyar
    Çağhan Uyar CHP’nin kayyum çıkmazı
    Bahar Akpınar
    Bahar Akpınar Osmanlı–İngiltere İlişkileri (2): Prens Edward’ın Birinci İstanbul Gezisi (1862)
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı