Çünkü bugün herkes biliyor: İtaat ödüllendirilir. İtiraz yalnız bırakılır. Farklılık cezalandırılır. Ve böyle böyle, içimizdeki Polyksena, yavaş yavaş susar. Bir sabah, tamamen çekilir içimizden. Gözünü kapar. Ve gider. ‘En son ne zaman ‘ben kimim dedik? İşte orası, içimizdeki Polyksena'nın ya öldüğü ya da gözünü açtığı andır.’
‘Modern insanı ne zincir ne sopa ezer.
Onu, kendi rızasıyla susturulmuş olması öldürür.’
Kurban Bayramı geçti gitti.
Ama bazı bayramlar vardır, geçip gitmez.
Geride et kokusu, sofra muhabbeti ya da bayram tebessümü değil de, bir tür iç sıkışması bırakır.
O bu yılki bayramlardan biriydi.
Ne çocukluk anılarının kokusu kaldı geriye, ne etin kavrulduğu mutfaklar, ne de kesim sonrası dağıtılan torbalar.
Bu yıl başka bir şey kaldı içimizde:
Bir soru.
İnatçı bir his.
Adını koymak zor.
Ama tanıdık.
Sonra bir gün, düşünceler zihinde usulca dolaşırken, bambaşka yerlerden hatıralar çağrıldı.
Ve içimizde bir şey — belki zamanında mitolojiye, felsefeye ilgiyle bakan o genç kız —
sessizce doğruldu.
Hatırlattı kendini.
Ve bir ismi beraberinde getirdi: Polyksena.
Troya Savaşı’nın sonunda kurban edilen bir kadın değil sadece.
Boyun eğmeden feda olmanın sembolü.
Yani gerçek bir bilinç eylemi.
Ve bu bayram, içimizdeki kurbanlık alışkanlıkları düşünürken, onu yeniden hatırlamak gerekti.
“Kurban olmak” ne demekti aslında?
Ve biz, ne zaman sessiz sedasız kendimizi kurban ettik, farkında bile olmadan?
Troya'nın Gölgesinde Duran Sorular
“Diz çökmeden de ölünebilir.”
— Euripides, “Hekabe”
Polyksena…
Adı tarih kitaplarının dipnotlarında geçen bir figür.
Ama diz çökmeden yürüdüğü o an, binlerce yıl sonrasına düşmüş bir yankı gibi.
Troya düşer.
Savaş biter.
Yenilenler çaresiz.
Yenenler hâlâ doymamış.
Ve Akhilleus’un ruhunun huzur bulması için bir kurban isterler.
Polyksena seçilir.
Ama o, kimsenin beklediği gibi davranmaz.
Ne ağlar,
ne yalvarır,
ne diz çöker.
Kendi giysilerini çıkarır.
Gözlerini kapamaz.
Ve kendi ölümünün anlamını kendi çizer.
O ânı, onun adına yazılmış bir teslimiyet olmaktan çıkarır.
“Beni alabilirsiniz,” der gibi,
“ama irademi değil.”
O sahne, bir kadının ölümü değil,
bilincin boyun eğmeyen hâlidir.
‘İnsanlık tarihi, kurbanlarını hatırladığı kadar, bilinçli olanlarını unutur.’
Kurbanlık Bir Toplumun İçinden Bakmak
‘Bugün kimse zorla susturulmuyor.
Çünkü herkesin sessiz kalmayı ödül sandığı bir düzen kuruldu.’
Bugün kimse elbette Polyksena’yı konuşmuyor.
Çünkü onun hikâyesi hâlâ rahatsız edici.
O hikâye bize gösteriyor ki:
Kurban olmak kader değil.
Teslimiyet, kurbanlığın zorunlu eki değil.
Fakat toplumlar kurbanlık hâliyle barışmış görünüyor.
Susmak, ayakta kalmak için bir yöntem.
Görmezden gelmek, sosyal uyumun yeni adı.
Boyun eğmek, sistemin bekası için gerekli sayılıyor.
Kurbanlar artık gözümüzün önünde değil.
Ama her gün birilerinin sesi kesiliyor.
Bir düşünce, bir niyet, bir duruş, bir itiraz…
Kurban ediliyor.
Ve tören gösterisiz yapılıyor artık.
Sessizlikle.
Sessizliğin Alışkanlığa Dönüştüğü Yerdeyiz
‘Her çağda bir tanrı vardır ve her tanrı kurban ister.
Çağımızın tanrısı sistemse, kurbanı da sessiz bireydir.’
Toplumlar bazen o kadar çok susar ki, konuşmanın kendisi suç sayılır olur.
Bir düşünce söylenmeden önce tartılır:
"Bu söylenirse ne olur?"
"Kim incinir?"
"Kim düşman sayar?"Biri çıkar, “Ben böyle düşünmüyorum,” derse, ona önce bakışlar döner, sonra sırtlar.
Çünkü bugün herkes biliyor:
İtaat ödüllendirilir.
İtiraz yalnız bırakılır.
Farklılık cezalandırılır.
Ve böyle böyle, içimizdeki Polyksena, yavaş yavaş susar.
Bir sabah, tamamen çekilir içimizden.
Gözünü kapar.
Ve gider.
‘En son ne zaman ‘ben kimim dedik?
İşte orası, içimizdeki Polyksena'nın ya öldüğü ya da gözünü açtığı andır.’
Yeni Arayış: Kurbanlıktan Bilince
‘Bir insan kendini feda etmeyi seçebilir, ama ancak farkında olduğu sürece bu bir erdem olur.
Aksi hâlde, kurbanlık bir döngüye dönüşür.’
Sorgulamadan yapılan her fedakârlık, zamanla bir alışkanlığa dönüşüyor.
Ve bu alışkanlık, sonunda bir sisteme hizmet etmeye başlıyor.
Sistemin adı her çağda değişebilir:
Düzen, ahlâk, kutsal, vatan, aile, toplum…
Ama kurbanlık hep aynı kalır:
İradesini kendisi teslim eden insan.
İşte tam burada
Yeni bir Arayış başlamak zorunda.
Kurban olmadan sorumluluk almak mümkün mü?
Sessiz kalmadan huzurlu yaşamak?
Boyun eğmeden adanmak?
Polyksena, binlerce yıl öncesinden bize haykırıyor aslında:
“Ölmek kader olabilir. Ama teslimiyet değil.”
Hatırlamak: Her Sessizlik Bir Törendir
‘Kendine ait bir ölüm seçmek, bazen yaşamanın en onurlu biçimidir.’
Artık belki kutlamalardan çok hatırlamalara ihtiyacımız var.
Bayramların bize sadece ritüelleri değil, anlamları hatırlatması gerek.
Kurban neydi?
Neyi, neden ve kimin adına feda ediyoruz?
Ve en önemlisi:
Bunu gerçekten biz mi seçiyoruz?
‘Belki de bu dünyada hep kurbanlar olacak.
Ama artık mesele, kurban verip vermemek değil;
Kimsenin tanrısı için kendi bilincimizi kesip sunmamayı öğrenmek.’
Gerçek bayram, kurbanlar bittiğinde değil —
o tanrılara kurban olmayı reddettiğimizde başlayacak.
Merak Edenler İçin — Ben Nelerden Beslendim?
Bu yazıyı kurarken, zihnimde yıllardır dönüp duran bazı kaynaklar yeniden canlandı.
Polyksena’yı, kurbanlığı, bilinç hâlini anlamaya çalışırken bana eşlik eden, zaman zaman altını çizip döndüğüm o metinlerden bazıları şunlar:
Euripides – Hekabe: Polyksena’nın sahneye çıkışı, kurban oluşu değil; duruşuyla yazdığı sessiz manifestosu. (İş Bankası Kültür Yayınları, s. 67–76)
René Girard – Kurbanın Gölgesinde: Şiddet ve Kutsal: Kurban ritüellerinin toplumsal yapı içindeki işleyişine dair güçlü bir düşünce hattı. (Ayrıntı Yayınları, s. 55–89)
Simone Weil – İlahi Sevgi ve Adalet: İrade, teslimiyet ve bilinç üzerine kısa ama derin bir yolculuk. (Metis Yayınları, “İrade Üzerine”, s. 41–55)
Nietzsche – İyinin ve Kötünün Ötesinde: İtaat, ahlâk ve toplumsal kurbanlık üzerine sivri sorular. (s. 260 ve s265 – Cem Yayınevi)
Nilgün Marmara – Daktiloya Çekilmiş Şiirler: İç sesin susturulmasına karşı çıkan dizeler. Polyksena’nın şiirsel yansıması gibi bazı satırlar. (s. 78–81)
Bunlar sadece birkaç ipucu.
Okumalar değişir, derinleşir; ama bir kez içimize düşen bir soru varsa,
onun peşine düşmek, en azından kendimize borcumuz gibi geliyor bana.
Bonus İzleme
"Troy: Fall of a City" dizisinin birinci sezonu Polyksena öncesini anlatıyor. İkinci sezon olsaydı, muhtemelen onun hikâyesiyle karşılaşırdık. Anlatılmamış olanı tamamlamak için bu yazı belki de küçük bir başlangıç olur ;)

Yorum Yazın