“Linz, aceleye gelmeyecek bir şehir. Her adımda yeni bir detay, her köşede küçük bir sürpriz var. Tuna’nın kıyısında zaman gerçekten yavaş ilerliyor; belkide Linz’in en güzel yanı da bu: acele etmeden yaşamanın kıymetini hatırlatması..”
Herkese merhabalar, bu hafta da işim sebebiyle Avusturya’nın üçüncü büyük şehri Linz’e yolum düştü ve Linz’e ilk defa geliyorum. Yolum düşmüşken şehri keşfetmeyi de ihmal etmedim. O hâlde hemen başlayalım..
Avusturya’nın sanayi geçmişiyle anılan ama sanatla, güzelliğiyle ve zarafetle yeniden doğmuş bir şehri var: Linz. Tuna Nehri kıyısında sessizce uzanan bu şehir, zamanın nabzını sakin bir ritimle tutarken, ziyaretçilerine hayatın telaşından uzak,şiir gibi bir gün armağan ediyor ve şehirde yaşam oldukça yavaş ve bildiğimiz metropol şehirlerden uzak bir görünümde bu şehirde gezerken hızlı hareket etmenize gerçekten gerek yok.
Sabah, kentin ruhunu hissetmek için en güzel zaman. Hauptplatz’a açılan dar sokaklardan birinde, havanın da güzelliği ile ahşap sandalyeleri dışarı taşmış minik bir kafeyi gözüm çarptı. İsmi “Café Traxlmayr” yerel halkın favorisi. Sabah altıda uyandigim için hangi siparişi vereyim diye çok fazla düşünmedim ve: Espresso ile güne başladım! Sert, net, uyanık. İşte Linz de tam böyle bir şehir.
Hauptplatz’dan yürüyerek Mariendom’a vardığımda gözüme Avusturya’nın en büyük katedrali, göğe uzanan kuleleriyle neredeyse bulutlara dokunuyor. İçerisi sessizdi ve fazla kişi sayısı yoktu.
Yokuş yukarı yürürken, nostaljik Pöstlingbergbahn’a binmeye karar verdim ve saatlik biletlerden aldım. Viyana’da da çok fazla tramvay bulmasına rağmen Linz’deki tramvayları daha çok beğendim . Oldukça küçük ve güzel görünüyorlardı. Tepedeki manzara, şehri ve Tuna’yı kucaklamaktadır. Kuşbakışı bakınca Linz’in gizli güzellikleri yüzünü göstermeye başladığını fark ettim.
Tuna Nehri kıyısında yürürken “Lentos Sanat Müzesi’ne“ uğramayı ihmal etmedim. Ve şunu özellikle belirtmek istiyorum Linz’de en çok görmek istediğim lokasyondu. Modern sanatla dolup taşan bir müze. Modern bir zarafetle sessizce uzanan cam ve çelik bir yapı. Linz’in kültürel yüzünü yansıtan bu etkileyici müze, sadece içindeki eserlerle değil, mimarisiyle de başlı başına bir sanat eseri.
2003 yılında kapılarını açan Lentos, Avusturya’nın en önemli modern ve çağdaş sanat müzelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Müzenin koleksiyonunda 1U.yüzyıldan günümüze uzanan 1.500’ü aşkın tablo, 10.000 grafik eser ve 1.000’in üzerinde heykel bulunuyor. Gustav Klimt, Egon Schiele, Oskar Kokoschka gibi Avusturya sanatının dev isimlerinin eserleri, bu zarif binada ziyaretçileriyle buluşuyor.
Ama Lentos’u özel kılan yalnızca içindeki sanat değil; aynı zamanda bu sanatı sunma biçimi. Nehrin kıyısında yer alan müzenin geniş cam cepheleri sayesinde içerideki sergiler gün ışığıyla aydınlanıyor, adeta doğayla iç içe bir sanat deneyimi sunuluyor. Geceleri ise bina mor ve mavi tonlarında aydınlatılıyor — Tuna’nın yüzeyine yansıyan bu ışıklar bir tabloyu andırıyor.
Sanata tutkusu olanlar için Lentos bir hazine. Ama sadece sanatseverler değil,Tuna’nın kıyısında estetik bir mola vermek isteyen herkes için bir kaçış noktası burası.
Günün sonunda sakin bir barda bir kokteyl içmeyi ihmal etmedim ve umuyorum ki bu şehre yolum yine düşer çünkü çok beğendim ve bende hayranlık uyandırdı..
Yazımı sonlandırmadan önce şunu bir kez daha vurgulamak istiyorum; “Linz, aceleye gelmeyecek bir şehir. Her adımda yeni bir detay, her köşede küçük bir sürpriz var. Tuna’nın kıyısında zaman gerçekten yavaş ilerliyor; belki de Linz’in en güzel yanı da bu: acele etmeden yaşamanın kıymetini hatırlatması..”
Teşekkür ediyorum.

Yorum Yazın