Özet
Bu makale, Türkiye’de yeniden canlanan barış olasılığını, liderlik tipleri ve siyasal temsil kapasitesi üzerinden analiz etmektedir. Negatif barışın—yani silahlara veda ve çatışmasızlık hâlinin—mevcut koşullarda, eğer iktidar isterse, ulaşılabilir olduğunu, ancak pozitif barışın, yani demokratikleşme, eşit yurttaşlık ve toplumsal adaletin ancak daha kapsayıcı bir siyasal vizyon ve farklı bir liderlik modeliyle mümkün olabileceğini ileri sürmektedir. Öcalan’ın Kürt Siyasi Hareketi (KSH) içindeki kült-karizmatik merkezi liderlik konumunun, silahlı mücadelenin sonlandırılması bakımından belirleyici gücü olduğu; ancak aynı liderlik modelinin Türkiye toplumunun geniş kesimlerinde karşılık bulmadığı için pozitif barışa öncülük etme kapasitesinin sınırlı kaldığı savunulmaktadır. Buna karşılık, Mandela gibi dönüştürücü liderlik örneklerinin barış süreçlerinde neden kritik rol oynadığı tartışılmakta; Türkiye bağlamında Demirtaş’ın temsil ettiği, kutuplaşmayı aşan ve geniş toplum kesimleriyle yeni bir ilişkisel alan kurabilen liderlik tipinin pozitif barış mücadelesi için daha uygun olduğu ileri sürülmektedir. Makale, mevcut iktidarın negatif barışa yönelik stratejik rasyonelliğini, KSH’nin yasal siyaset içindeki olası yönelimlerini ve demokratik muhalefetin rolünü birlikte değerlendirerek, Türkiye’nin barış geleceğinin üç kritik soruya verilecek yanıtlara bağlı olduğunu öne sürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Negatif barış, Pozitif barış, Karizmatik liderlik, Kült liderlik, Dönüştürücü liderlik, Abdullah Öcalan, Nelson Mandela, Selahattin Demirtaş, Kürt Siyasi Hareketi, Demokratikleşme
***
Giriş
Zor bir yazı olacak. Daha önce Yeni Arayış’ta mevcut sürece dair yedi makale yayınladım. Sürecin değişik boyutlarına ve ihtiyaçlarına odaklandığım bu makalelerdeki temel argümanlardan biri, süreçten mevcut otokratik iktidar sürdüğü sürece pozitif bir barış (demokratikleşme ve sosyal adalet) beklenemeyeceği; çeşitli infaz düzenlemeleri ve Suriye’de belli bir uzlaşma karşılığında bir negatif barış (silahlara veda) ihtimali olduğu ama bu ihtimali gerçekleştirmek için bile toplumsal rızaya ihtiyaç olduğu; bu rızayı oluşturmak için çeşitli yüzleşme mekanizmalarıyla toplumun geniş kesimlerini bu meselenin köken nedenleri ve asgari çözüm yöntemleri konusunda aydınlatmak/hazırlamak gerektiği; ancak iktidarın böyle bir adım atmaktan itinayla kaçındığı yönündeydi.
Bu makalede ise şu ya da bu şekilde bir negatif barışa ulaşılırsa, Kürt Siyasi Hareketi’nin (KSH) liderlik meselesi bağlamında muhtemel yönelimlerini ele almak istiyorum. Konu netameli, o yüzden baştan şu kaydı düşelim: KSH’nin neyi nasıl yapacağına sadece KSH karar verebilir. Dışarıdan kimse KSH’ne “böyle yapılmalı” veya şöyle yapılmamalı” deme hakkına sahip değildir. Ama aynı zamanda dert eden herkesin de başka her siyasi hareket için de geçerli olduğu gibi KSH’nin de neyi nasıl yaparsa ne tür sonuçlara yol açabileceği konusunda yorum yapmaya sonuna kadar hakkı vardır. Ek olarak, demokrasi, eşitlik, özgürlük derdi olan, KSH dışındaki Türkiyelilerin, bu konuları derinlemesine tartışmaya oldukça ihtiyaçları da vardır. Türkiyeli demokratların/solcuların KSH ile nasıl ve ne kadar birlikte yol yürüyüp yürüyemeyecekleri bu tartışmalar sonrasında şekillenecektir.
Politik Liderler (Maalesef) Hala Çok Önemli
Kapitalizmin egemen toplumsal formasyon olmasıyla birlikte modern çağda, 18.-19. Yüzyıl dönemecinden itibaren, politik arenada değişik toplumsal sınıfların, katmanların ve kimlik gruplarının çıkarlarını/taleplerini siyasi partilerin/hareketlerin temsil ettiğini görüyoruz. Olağankoşullarda lider, partisinin/hareketinin bir uzantısı olarak, aşırı fazladan getirisi-götürüsü olmadan işlev görebiliyor. Bu durumda, takipçilerin asıl bağlılığı liderden çok partiye/hareketeoluyor. Ancak belirsizliğin arttığı kriz koşullarında (Weber, 1978), parti/harekette ve toplumsal yapıda yeterince kurumsallaşma olmamışsa (Kitschelt, 2000), parti-harekette ve hitap ettiği toplum kesimlerinde demokratik olgunluk yeterli düzeylerde değilse (Levitsky ve Way, 2010), o zaman lider, parti/hareketin fazlasıyla önüne geçebilecek kadar önem kazanabiliyor. Bunun uç örneklerinde liderin uzantısı parti/hareket durumlarına tanık oluyoruz. Bu durumlarda kitleler asıl olarak parti/harekete değil, lidere bağlanıyorlar, liderin önemi ve gücü alabildiğine artıyor.
Beğenelim beğenmeyelim, içimize sinsin sinmesin, Türkiye gibi ülkelerdeki kitle partilerinde liderin kim ve nasıl bir profil olduğu, en az parti programı kadar önemli olabiliyor. Hatta rejim (ve parti/hareket) otokratikleştikçe ve kitlelerin öznelik kapasitesi daraldıkça liderliğin önemi katlanarak artıyor
Demokratik Olgunluk
Geçerken demokratik olgunluğa da kısaca değinelim. Makro siyaset düzeyinde demokratik olgunluk, iktidarın kurallarla sınırlandırılmasını, hukukun üstünlüğünü, seçimsel rekabetin meşruiyetini ve kurumların kişilere değil ilkelere dayanmasını kabul etmeyi içerir. Toplumsal düzeyde demokratik olgunluk, farklı sosyal grupların eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşayabilmesi, çatışmaların şiddet yerine müzakere ve uzlaşma ile çözülmesi ve toplumsal güvenin makul bir düzeyde tesis edilmesidir. Birey ve grup psikolojisi düzeyinde demokratik olgunluk, bireylerin ve grupların farklılığa tahammül edebilmesi, aşırı yüceltme (idealization) ve değersizleştirme (devaluation) arasında salınmayan daha olgun/bütünleşik bir nesne ilişkileri dünyası geliştirebilmesi, kaygıyla başa çıkabilmek için otoriter figürlere aşırı bağımlı olmaması ve güç arzusunu, saldırganlığı ve kırılganlığı düzenleyebilmesidir (Volkan, 1988; Kernberg, 1998). Özetle demokratik olgunluk hem kurumların hem toplumun hem de bireylerin çoğulculuk, sınırlandırılmış iktidar ve karşılıklılık ilkelerini sürdürebilme yeteneğidir.
Böyle bir çerçeveden dünyaya baktığımızda, genel demokratik olgunluk düzeyinin oldukça yüksek olması nedeniyle istisna sayılabilecek az sayıda ülke dışında, dünyanın çok büyük bir bölümünde politik liderlerin konumu hala çok önemli. Türkiye de haliyle bu konuda bir istisna değil. Beğenelim beğenmeyelim, içimize sinsin sinmesin, Türkiye gibi ülkelerdeki kitle partilerinde liderin kim ve nasıl bir profil olduğu, en az parti programı kadar önemli olabiliyor. Hatta rejim (ve parti/hareket) otokratikleştikçe ve kitlelerin öznelik kapasitesi daraldıkça liderliğin önemi katlanarak artıyor (Svolik, 2012; Frantz, 2018).
Karizmatik Liderlik
Bu noktada karizmatik liderlerin önemi gündeme geliyor. Karizmatik liderlik, liderin takipçileri tarafından “olağanüstü kişisel niteliklere sahip” olarak algılanması ve bu algının kriz, belirsizlik veya kurumsal zayıflık dönemlerinde güçlü bir itaat ve bağlılık üretmesiyle oluşur. Karizmatik liderler, takipçilerinin duygusal ihtiyaçlarına ve kimlik arayışlarına hitap eden; sembolik eylemler, güçlü söylemler ve kişilik olarak örnek olmaya dayanan bir liderlik biçimi sunarlar. Bu tür liderlik, yüksek motivasyon yaratma ve dönüşümsel enerji üretme kapasitesi nedeniyle etkili olabilir; ancak kurumsallaşmanın zayıf olduğu bağlamlarda hareketi lidere bağımlı hâle getirme, eleştirellik ve denetimi azaltma gibi riskler de taşırlar (Bass ve Riggio, 2006). Bu nedenle karizmatik liderlik hem potansiyel olarak kurucu/dönüştürücü hem de potansiyel olarak kültleşmeye açık, kırılgan bir liderlik formudur.
Dönüştürücü Karizmatik Liderlik
Dönüştürücü karizmatik liderlik, liderin kişisel çekim gücünü yalnızca kendisine bağlılık yaratmak için değil, takipçilerin değerlerini, amaçlarını ve motivasyonlarını daha yüksek bir ortak ideale doğru dönüştürmek için kullandığı bir liderlik biçimidir. Dönüştürücü liderler, vizyon üretme, entelektüel uyarım sağlama, takipçilerin öz-yeterlik duygusunu artırma ve moral güçlendirme yoluyla kolektif kapasiteyi büyütürler. Bu liderlik türünde karizma, lidere kişisel tapınma değil, ortak bir hedefe yönelik gönüllü ve eleştirel katılım üretir; dolayısıyla hem demokratik hem de kapsayıcı yönleri ağır basar. Dönüştürücü karizmatik liderlik, lideri merkeze alsa da hareketi lidere bağımlı kılmaz; aksine kolektif öznelik kapasitesini artırır (Bass ve Riggio, 2006).
Kült Karizmatik Liderlik
Kült karizmatik liderlik ise liderin olağanüstü, hata yapmaz ve çoğu zaman tarihsel (hatta bazı durumlarda neredeyse ilahi) bir figür olarak idealize edildiği; lider ile hareket arasındaki sınırların eridiği ve eleştirelliğin neredeyse tamamen askıya alındığı bir liderlik formudur. Bu tip liderlikte karizma, takipçilerin rasyonel değerlendirmelerinden çok, duygusal bağlılık, aşırı yüceltme, kutsama ve hatta fetişleştirme üzerinden işler. Otoriter ve kapalı örgütlenme biçimlerinde daha sık görülen kült liderliklerde, liderin mutlak otoritesi norm hâline gelir ve grup içi farklılıklar bastırılır. Kült liderlik, kolektif düzeyde ideal nesneye aşırı yatırımı, liderin büyük öteki konumuna yerleştirilmesini ve bireysel öznelik kapasitesinin lidere devredilmesini içerir (Kernberg, 1998). Bu nedenle kült liderlik güçlü bir mobilizasyon sağlayabilse de hareketi lidere bağımlı ve kırılgan hâle getirir.
Karizmatik liderlerde, dönüştürücü veya kült tarzlar tek başına var olabileceği gibi, değişik oranlarda birlikte de var olabilirler.
Otoriter bir rejimden demokratik bir topluma geçişte, bireylerdeki korku, öfke ve kırgınlığı daha kapsayıcı bir birlikte yaşama idealine yönlendirebilmesi, liderliğin ahlaki boyutunu güçlendiren tipik bir dönüşüm yaratmıştır.
Mandela: Dönüştürücü Karizmatik Liderlik Örneği
Nelson Mandela, karizmasını yalnızca kişisel çekim gücü üzerinden değil, Güney Afrika toplumunun tümünü kapsayan yeni bir ortak ahlaki ve siyasal vizyon yaratmak için kullandığı için dönüştürücü karizmatik liderliğin en güçlü örneklerinden biri olarak kabul edilir. Cezaevinden çıktıktan sonra intikam siyaseti yerine kapsamlı bir ulusal uzlaşma projesi geliştirmesi, dönüştürücü liderliğin temel özelliği olan değer ve hedef dönüşümünü bizzat hayata geçirdiğini gösterir (Mandela, 1994).
Otoriter bir rejimden demokratik bir topluma geçişte, bireylerdeki korku, öfke ve kırgınlığı daha kapsayıcı bir birlikte yaşama idealine yönlendirebilmesi, liderliğin ahlaki boyutunu güçlendiren tipik bir dönüşüm yaratmıştır. Ayrıca, her fırsatta beyaz azınlığı düşman olarak değil, eşit yurttaşlar olarak tanımlaması; politik karizmasını halkı kendi kişiliğine bağlamak yerine toplumsal empati, eşitlik ve karşılıklı tanıma değerlerini yerleştirmek için kullanması, onu kişiselci olmayan, açıkça demokratik bir dönüştürücü lider hâline getirmiştir. Bu nedenle Mandela, karizmanın otoriterleşmeye değil demokratikleşmeye hizmet edebileceğinin en güçlü tarihsel örneklerinden biri olarak değerlendirilir.
KSH’nde Öcalan’ı Mandela’ya Benzetme Eğilimleri
KSH içinde Abdullah Öcalan’ın Nelson Mandela’ya benzetilmesi, özellikle 2000’lerin ortalarından itibaren hem moral bir strateji hem de uluslararası meşruiyet arayışı çerçevesinde sıkça görülmüştür. “Ortadoğu’nun Mandela’sı” ya da “Kürtlerin Mandela’sı” nitelemesi, çeşitli sivil toplum kampanyalarında, diaspora örgütlerinde ve hareketin kendi söylem alanında açıkça kullanılmıştır (örn. Freedom for Öcalan, 2019). Benim de yıllar içindeki kişisel temaslarımdan defalarca tanık olduğum şekilde, KSH çevrelerinde, özellikle Öcalan’ın uzun süreli tecridi ve müzakere süreçlerindeki merkezi rolü nedeniyle bir çözüm süreci ve sonrasında Mandela gibi merkezi bir siyasi figür olabileceğine dair yaygın bir inanç ve arzu bulunduğu söylenebilir.
Öcalan ve Mandela Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar
Öcalan ve Mandela arasında elbette bazı benzerlikler vardır: her ikisi de uzun süre hapsedilmiş birer hareket lideri, topluluklarının sembolik figürleri ve barış süreçlerinde kritik muhataplar olarak konumlanmıştır. Bununla birlikte iki figürün liderlik koşullarının, temsil kapasitelerinin ve siyasal bağlamlarının köklü biçimde farklı olduğunu vurgulamamız gerekir. Mandela, nüfusun yaklaşık %75’ini oluşturan siyah çoğunluğun lideri olarak apartheid sonrası dönemde tüm ulusu
kapsayan bir dönüşüm projesinin başına geçmiş ve müzakere kapasitesi toplumsal çoğunluk desteğiyle birleşmiştir (Sampson, 2011). Buna karşılık Öcalan, Türkiye nüfusunun yaklaşık beşte birini oluşturan Kürtlerin önemli bir kısmı için tarihsel bir önder olsa da Türk çoğunluğu (%77) nezdinde oldukça negatif algıya sahip olması nedeniyle ulusal çapta Mandela benzeri bir temsil kapasitesine sahip değildir. Ayrıca Mandela’nın iktidara dönüşü kurumsal bir demokratik geçişle mümkün olurken, Türkiye’de olası bir barış süreci giderek daha da otokratikleşen koşullar altında yürütülmekte ve Öcalan’ın siyasal alana aktif katılımı yapısal olarak sınırlanmaktadır. Bu nedenle benzetme moral açıdan anlaşılır olsa da siyasal sosyoloji ve psikoloji açısından analitik olarak oldukça isabetsizdir.
Sürecin şimdiki aşaması ne tür infaz düzenlemeleriyle ne çapta geri dönüşe imkân tanınacağı ve Suriye’de nasıl bir denge noktasında uzlaşılabileceği konularındaki müzakereler üzerinden yürüyor görünmektedir. Bu müzakereleri de öyle ya da böyle sonuçlandırıp sonuçlandırmamak konusunda Öcalan Kürt tarafındaki tek yetkili konumundadır.
Öcalan’ın Liderlik Tarzı: “Önderlik” Kültü
Türkiye’de sıkça yapıldığı gibi bir politik aktörü ona duyulan sevgi ya da nefretten bağımsız biçimde, serinkanlı bir analizle değerlendirdiğimizde, KSH’nin Türkiyeli Kürtlerin önemli bir çoğunluğu tarafından çeşitli düzeylerde sempatiyle karşılandığı gerçeğini teslim etmek gerekir.Abdullah Öcalan, bu hareketin tarihinde ve bugününde yalnızca kurucu bir lider değil, neredeyse tüzel kişiliğe dönüşmüş bir önderlik makamıdır. KSH’nin kendi iç dilinde önderlik terimi bir kişiyi değil, bir konumu, bir anlam dünyasını ve tarihsel/siyasal meşruiyeti ifade eder; bu nedenle Öcalan’ın hareket içindeki yerinin başka bir isimle ikame edilmesi hem düşünsel hem duygusal olarak tahayyül edilmesi zor bir şeydir.
Öcalan’ın liderliği, kadın özgürlük hareketinin yükselişi, feodal ilişkilerin geriletilmesi, ekolojik duyarlılığın artması gibi önemli toplumsal dönüşümleri tetikleyen yanlar barındırır. Ancak bu dönüştürücü etkiler, liderliğin genel karakterini kült merkezli olmaktan çıkaracak kurumsal çoğulluk yaratmaya yetmemiştir. Liderliğin kültleşmesi hem liderin kişilik özelliklerinin hem Kürt toplumunun tarihsel deneyimlerinin hem de uzun süreli devlet baskısının yarattığı kolektif travmatik dinamiklerin iç içe geçmesiyle oluşur. Yoğun baskı, kolektif kayıp ve dışlanmışlık deneyimleri, toplulukları sembolik/idealize edilmiş güçlü figürlere yönlendirme eğiliminde olabilir (Kernberg, 1998). Bu nedenle Öcalan, birçok Kürt açısından yalnızca bir siyasal aktör değil, varoluşsal tehdit altında olduğu düşünülen bir halkın özneleşmesinin, direnme iradesinin ve kimlik bütünlüğünün sembolü hâline gelmiştir.
Bu kültleşmiş liderlik biçimi, her kült liderlik örneğinde görüldüğü gibi, hareketin hem birliğini hem de sınırlarını belirler. Bir yandan güçlü bir duygusal bütünlük ve sadakat sağlar; diğer yandan hareketin örgütsel esnekliğini, liderlik çeşitlenmesini ve özellikle ülke çapında farklı toplumsal kesimlere seslenebilme kapasitesini sınırlandırır. Kısacası Öcalan’ın liderliği, dönüşümcü yanlar içerse de temel olarak kült-karizmatik bir çekirdeğe sahiptir; bu çekirdek hem KSH’nin güç kaynağıdır hem de politik açılım olanaklarını daraltan bir yapısal çerçeve oluşturur.
Önderlik, Negatif Barış İçin Muktedirdir
Öcalan, KSH üzerindeki kült-karizmatik liderliği sayesinde, silahlara veda anlamına gelen negatif barış konusunda Kürt tarafındaki asıl (belki tek) muhataptır. Öcalan, KSH’nin silahlı kanadı olan PKK üzerinde mutlak bir otoriteye sahiptir. Daha demokratik, çoğulcu ve kurumsallaşmış siyasi örgütlerde çok sancılı olabilecek, hatta bölünmelere yol açabilecek silahbırakma ve örgüt feshetme gibi çok kritik kararlar, Önderlik’in mutlak otoritesi altında, hiçbir çatlak ses duyulmadan geçilebilmiştir. Bu kararların hangi kazanımlar karşılığında yapılacağı konusunu müzakere etme yetkisi de tamamen Öcalan’a bırakılmıştır. Sürecin şimdiki aşaması ne tür infaz düzenlemeleriyle ne çapta geri dönüşe imkân tanınacağı ve Suriye’de nasıl bir denge noktasında uzlaşılabileceği konularındaki müzakereler üzerinden yürüyor görünmektedir. Bu müzakereleri de öyle ya da böyle sonuçlandırıp sonuçlandırmamak konusunda Öcalan Kürt tarafındaki tek yetkili konumundadır.
Negatif Barışa Ulaşılabilirse Ne Olacak?
Bu müzakerelerde Türk tarafında yetkili olan mevcut iktidar, eğer isterse, çıkarına olacağına karar verirse, negatif barışa ulaşılması için yapılması gerekenler konusunda kendi kitlesini ikna etme yönünde bazı adımlar atabilir. Kürt meselesi konusunda ciddi bir yüzleşme hamlesi olmadıkça her zaman kırılgan kalacak bu adımlar, diyelim ki bir şekilde başarılı oldu ve negatif barışa ulaşıldı. Ne olacak? PKK kendini feshetmiş, silahları tamamen bırakmış, Öcalan umut hakkından yararlanmış, binlerce PKK üyesi çeşitli infaz düzenlemeleriyle yurtlarına geri dönmüş ve yasal siyaset hayatına katılmış olacaklar. KSH, artık sadece yasal kanatlı olarak mücadele yürütecek. DEM veya yeni kurulacak bir yasal siyasi partiyle.
Çok muhtemeldir ki mevcut süreçte iktidar ile Öcalan arasındaki ucu-açık anlaşmalardan biri, negatif barışa ulaşıldıktan sonra, pozitif barış için gerekli olabilecek demokratikleşme çerçevesindeki yasal düzenlemelerin, silahsız yasal siyasi mücadele zeminine bırakılmış olmasıdır. Yani, aldığın oy kadar ve o oyun sağlayacağı pazarlık gücü kadar istediklerini yaptırabilirsin. “Anayasal, yasal değişiklikler mi istiyorsun, anadilde eğitim mi istiyorsun, biz sana şimdiden hiçbir şeyin sözünü vermeyiz, veremeyiz; ama kendine güveniyorsan, çıkarsın ortaya siyaset yaparsın, yeterince destek bulursan taleplerini hayata geçirirsin.”
Öcalan’ın sürecin başından beri söylediği, “koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” cümlesinin bir anlamı da bu olsa gerektir. Otokratik bir iktidardan (haliyle) demokratikleşme yönünde hiçbir söz alın(a)madan, hiçbir şey beklen(e)meden, sadece çeşitli infaz düzenlemeleriyle ve Suriye’de SDG’nin konumuna dair bir uzlaşmayla yetinilerek (Türkiye için zaten çoktan vadesi dolmuş olan) silahlara veda edilecek ve Kürt meselesinin çözümü yolunda yasal siyaset çerçevesinde mücadele yürütülecektir. Buraya kadar, her iki taraf için de rasyonel bir plan olarak görülebilir.
Pozitif Barış İçin Nasıl bir Vizyon ve Nasıl bir Liderlik?
Negatif barışa ulaşıldıktan sonra, Kürt meselesinin, demokratikleşme, eşit yurttaşlık ve sosyal adalet çerçevesinde çözülmesi yolunda KSH’nin vereceği yasal siyasi mücadele nasıl bir vizyonla ve liderlikle yapılacaktır?
Öcalan’ın süreci Kürt tarafı açısından “çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahip” olduğu kesinlikle söylenebilir; ama bu yeni zemine çektikten sonra o yeni zeminde neye ne kadar muktedir olabilir? Bu çok kritik bir soru ve sadece yarını değil, bugün sürecin nasıl yürütülebileceğini de çok yakından ilgilendiriyor.
Pozitif barış, yalnızca silahların susması değil, toplumun tüm kesimlerinin birbirini meşru görmeye başlaması, ortak bir demokratik gelecek projesinin kurulması ve devletin tüm yurttaşlarla yeni bir ilişki biçimi geliştirmesi demektir. Bu tür bir dönüşüm, barış çalışmalarının gösterdiği gibi, diyalog kurabilen, farklı toplumsal kesimleri aynı çatı altında toplayabilen, güven inşa edebilen ve kutuplaşmayı azaltabilen bir liderlik gerektirir (Lederach, 1997; Galtung, 1996). Yani pozitif barış, kült-karizmatik otoritenin seferber edici gücünden çok, kapsayıcı, dönüştürücü ve ilişki kurucu bir siyasal vizyon ister.
Öcalan’ın kült-karizmatik merkezi liderliği, KSH içinde tartışmasız bir otorite yaratırken, bu liderlik tipi geniş Türk çoğunluğu tarafından kısmen de olsa kabul edilen, toplumsal güven üreten veya kutuplaşmayı azaltan bir etkiye sahip değildir. PKK’nin tarihsel bagajı, Türkiye toplumundaki travmalar ve milliyetçi politik kutuplaşma Öcalan’ın tüm Türkiye’ye hitap edebilecek liderlik düzleminde konumlanmasını yapısal olarak imkansızlaştırmaktadır. Bu nedenle Öcalan, çatışmasızlığı müzakere edebilir (hatta mevcut koşullarda Kürt tarafında bir tek o edebilir); fakat demokratik dönüşümü topluma yayma, Türk çoğunluğu ile yeni bir ilişkisel alan açma ve ülke çapında kapsayıcı bir siyasal vizyon kurma kapasitesi çok sınırlıdır. Kısaca, Türkiye koşullarında Öcalan’dan bir Mandela çıkamaz.
iktidar bloğu bir taşla dört kuş vurmak istiyor olabilir: 1) Negatif barışı “terörsüz Türkiye” olarak topluma sunup buradan siyasi rant sağlamak; 2) KSH’ni demokrat muhalif diğer kesimlerden kopartmak ve kendi bekasına fayda sağlamak; 3) KSH’ni geneli çok etkileyemeyecek, görece küçük kendi mahallesine hapsetmek; 4) Suriye’de de bir denge kurabilirse, bölgesel hegemonya mücadelesinde hamle üstünlüğü sağlamak.
Pozitif Barış İçin Yeni Bir İlişkisel Alan Gerekecektir
Bu nedenle pozitif barış, KSH’nin mücadele tarihindeki kurucu figürün yanında, daha geniş toplumsal kesimlere hitap edebilen, kutuplaşmayı aşan ve demokrasi söylemini çoğaltabilen bir liderliğe ihtiyaç duyacaktır. Dünyadaki birçok örnekte (Mandela, Gerry Adams, José Mujica vb.) dönüşüm ancak bu tür toplumsal geçiş liderliği sayesinde mümkün olmuştur. Türkiye bağlamında da KSH’nin pozitif barış vizyonu, Türkler, Kürtler ve bütün yurttaşlar arasında yeni bir ortaklaşma zemini kurabilen, söylemini geniş kitlelere aktarabilen, yeni bir demokratik sol tahayyül yaratabilen aktörlerle güçlenebilir.
Dolayısıyla “pozitif barışta kim muktedir olabilir?” sorusu yalnızca yarına ilişkin değildir; sürecin bugün nasıl yürütüldüğünü de belirlemektedir. Eğer liderlik tipi negatif barışın mantığına sıkışırsa süreç daralır; pozitif barışa uygun bir liderlik inşa edilirse süreç genişletme ve derinleştirme basıncı güçlendirilebilir. Bu nedenle pozitif barışın geleceği, liderlik tercihlerinin açtığı veya kapattığı olasılıklarla doğrudan bağlantılıdır.
Negatif Barışa Ulaşılabilirse KSH’nin Önündeki İki Farklı Patika
Mevcut süreç negatif barışa ulaşabilirse, bu sayede KSH, silahlı kanadını tasfiye edip, tamamen yasal siyasal mücadele alanında var olmaya başlarsa tercih edebileceği (ve/veya tercih etmeye zorlanabileceği) iki temel patika olabilir gibi görünmektedir.
1. Sadece yasal planda yürütülecek pozitif barış mücadelesinde hareketin kült-karizmatik lideri Öcalan, KSH’in (fiili veya resmi ) mutlak önderi gibi bir konumda kalırsa, DEM Parti (veya benzeri partiler) sadece Kürt mahallesine ve Kürt sorununa sıkışmış, geniş Türk çoğunluğa seslenemeyen, en iyi ihtimalle kazandıkları ve (mevcut otokratik rejimde) ellerinde tutmalarına izin verilen belediyelerle yetinen, ulusal çapta %8-10 oy bandını aşamayan, büyük ölçüde etnik bir parti olarak kalacak ve demokratikleşme konusundaki etki alanı meclisteki sandalye sayısı kompozisyonlarına bağlı pazarlıklarla sınırlanacaktır. Bütün bu izin ve pazarlıklardaki kapasitesi konusunda otokratik rejimle ne kadar uyum veya çatışma içinde olduğu belirleyici olacaktır.
2. Oysa, KSH pozitif barış hedefine Selahattin Demirtaş gibi, Türk-Kürt kutuplaşmasını aşan, yeni bir ilişkisel alan yaratıp geniş Türk kitlelere de seslenebilen dönüştürücü karizmatik bir liderle ve zamanında HDP’nin yapmaya çalıştığı gibi sahici bir demokratik sol Türkiye partisiyle yürüyebilirse, negatif barış durumunun da iddi katkısıyla, bu partinin ciddi bir şekilde Kürt mahallesinin dışına taşıp %b20’leri zorlama ve diğer demokrat güçlerle iş birliği içinde Türkiye’nin demokratikleşmesine rengini katma ihtimali mevcuttur.
Mevcut süreçte AKP-MHP iktidar bloğunun bir hesabı da bu olabilir. Zaten negatiften pozitife çevirmeye niyetli olmadıkları bu barış sürecinde sadece Öcalan’ı muhatap alarak, Demirtaş’ıısrarla tahliye etmeyerek, KSH’ni sadece kendi mahallesine sıkıştırarak, Türk çoğunluk nezdinde sempati kazanmasına engel olmak.
Dolayısıyla iktidar bloğu bir taşla dört kuş vurmak istiyor olabilir: 1) Negatif barışı “terörsüz Türkiye” olarak topluma sunup buradan siyasi rant sağlamak; 2) KSH’ni demokrat muhalif diğer kesimlerden kopartmak ve kendi bekasına fayda sağlamak; 3) KSH’ni geneli çok etkileyemeyecek, görece küçük kendi mahallesine hapsetmek; 4) Suriye’de de bir denge kurabilirse, bölgesel hegemonya mücadelesinde hamle üstünlüğü sağlamak. Bütün bunlar tabii giderek otokratikleşen bir iktidar sürecinde kotarılacak.
Önümüzdeki Üç Kritik Soru
Böyle bir perspektiften bakıldığında önümüzdeki kritik sorular şunlardır:
1. Negatif barışa ulaşılması her halükârda çok değerlidir, ama daha önceki makalelerimde açıkladığım gibi toplumu hazırlamak anlamında hiçbir ciddi yüzleşme adımı atmayan iktidar, negatif barışa bile ulaşmayı becerebilecek midir?
2. KSH, haklı olarak sürecin negatif barıştan pozitif barışa doğru evrilmesini talep ederken, bu iki farklı barış aşamasının farklı liderlik/söylem/ikna tarzları ve mevcut Türkiye koşullarında farklı muhataplar gerektireceğini kavrayabilecek ve bu esnekliği ve çoğulculuğu sağlayabilecek midir?
3. CHP başta olmak üzere, demokrat muhalefetin diğer unsurları, KSH ile bir demokratik basınç cephesi oluşturabilecek midir?
Ülkemizin ne kadar yaşanabilir bir ülke olacağı, bu üç soruya ne kadar olumlu cevap verebileceğimize bağlı gibi görünmektedir.
Ek not: 2016 yılında ilk basımı yapılan Türkiye Debelenirken: Psiko-politik Yüzleşmelerbaşlıklı kitabımın genişletilmiş ikinci basımı OkuyanUs Yayınları tarafından yayınlandı. İlgilenebileceklere duyurulur.
Kaynakça
Bass, B. M., & Riggio, R. E. (2006). Transformational Leadership (2. basım). Psychology Press.
Frantz, E. (2018). Authoritarianism: What everyone needs to know. Oxford University Press.
Freedom for Öcalan. (2019). The Kurdish Mandela. https://www.freedomforocalan.org
Galtung, J. (1996). Peace by peaceful means: Peace and conflict, development and civilization. Sage.
Kernberg, O. F. (1998). Ideology, conflict, and leadership in groups and organizations. Yale University Press.
Kitschelt, H. (2000). Citizens, politicians, and party cartelization: Political representation and state failure in postindustrial democracies. European Journal of Political Research, 37(2), 149–179.
Lederach, J. P. (1997). Building peace: Sustainable reconciliation in divided societies. United States Institute of Peace Press.
Levitsky, S., & Way, L. A. (2010). Competitive Authoritarianism: Hybrid Regimes After the Cold War. Cambridge University Press.
Mandela, N. (1994). Long walk to freedom: The autobiography of Nelson Mandela. Little, Brown and Company.
Paker, M. (2025, Temmuz 28). “Süreçte” üç farklı kimlik vizyonu. Yeni Arayış.
Sampson, A. (2011). Mandela: The authorized biography. Vintage.
South African Institute of Race Relations. (1994). South Africa Survey 1993/94. Johannesburg: SAIRR.
Svolik, M. W. (2012). The politics of authoritarian rule. Cambridge University Press.
Volkan, V. D. (1988). The need to have enemies and allies: From clinical practice to international relationships. Jason Aronson.
Weber, M. (1978). Economy and Society (G. Roth ve C. Wittich, Der.). University of California Press.






















Yorum Yazın