Bilindiği üzere bir yıla yakındır burada köşe yazıyorum. Çoğu kez toplumsal yaralarımızı, büyük kayıplarımızı yazdım. Ama bu kez kalemim, en kişisel yerden, mesleğimden, aidiyet duyduğum kurumumdan kanıyor. Ne büyük kayıp, ne büyük acı…
Bir kurumun tarihi, bazen bir ülkenin belleğinin ta kendisidir. PTT’nin öyküsü de böyledir. 1840 yılında kurulduğunda Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan coğrafyada yalnızca haber taşımadı; halkın birbirine bağlandığı ilk kamusal damar oldu. İlk telgraf hatları, demiryolu boyunca yükselen direkler, taşradaki küçük şubeler… Bunların her biri, yurttaşların devletle kurduğu ilişkinin somut izleriydi. Postane, bir annenin evladına giden mektubu kadar, bir köyün dünyaya açılan kapısıydı.
Cumhuriyet yıllarında PTT, ülkenin yeniden ayağa kalkışının tanıklarından biri oldu. Yeni yollarla birlikte büyüyen telgraf hatları, kasabalarda açılan şubeler, halkın birbirine uzanan sesiydi. Postane, yalnızca bir hizmet noktası değil, herkesin eşit biçimde erişebildiği, kimsenin dışarıda bırakılmadığı bir alandı.
Gelelim yazının kaleme alınma sebebine. Bugün onlarca haber sitesinde Kesk’e bağlı PTT'de örgütlü Haber-Sen’in mücadelesi ile duyurulan ve karşımıza çıkan tablo ürkütücüdür: 49 taşınmaz satışa çıkarıldı, son altı yılda 8 milyar TL zarar birikti, kurumun öz sermayesi eksi 1,2 milyar TL’ye düştü. Bu rakamlar yalnızca mali bir tabloyu değil, kamusal alanın nasıl “çürütüldüğünü”(bir önceki yazıda Çürümenin Kitabını ele almıştık) gösteriyor. Çünkü bu zarar, liyakatsizliğin değil, doğrudan iktidarın tercihlerinin sonucudur.
2013’te “anonim şirket” olmakla atılan adım, 2017’de Varlık Fonu devriyle kalıcılaştırıldı. O günden sonra PTT, kamu yararı için değil, siyasetin çıkarı için yönetildi. Varlık Fonu, kurumları halkın denetiminden koparan bir mekanizma oldu; şeffaflık yerine karanlık, liyakat yerine sadakat, kamu yararı yerine rant hâkim kılındı.
Weber’in Ekonomi ve Toplum’da tarif ettiği liyakat temelli bürokrasi, toplumun güvenini tesis ederdi. Bugün bu zemin yok. Habermas’ın Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü kitabında kurduğu kamusal alan kavramı da tam burada anlam kazanıyor: PTT, yurttaşların birbirine görünür olduğu, ortak meselelerini paylaşabildiği en somut mekânlardan biriydi. Şimdi o alan, satış ilanlarının satır aralarında parçalanıyor.
Ve burada dikkat çekici bir fonetik yakınlık var: Habermas ve Haber-Sen. Bu sadece bir ses benzerliği değil; kavramla mücadelenin aynı sözcükte buluşması. Habermas kamusal alanı kitaplarda tarif ederken, Haber-Sen aynı alanı sokakta, bildirilerde ve mücadelede savunuyor.
Arendt’in İnsanlık Durumu’nda söylediği gibi, kamusal alan özgürlüğün mekânıdır. Eğer postaneler gayrimenkul listelerine indirgendiğinde, satılan yalnızca bina değil; özgürlüğün mekânıdır. Aristoteles’in “adalet, herkese hak ettiğini vermektir” sözü ise tersine çevrilmiştir: halka ait olan, halkın elinden alınıp sermayeye verilmiştir.
Haber-Sen yıllardır uyarıyor: PTT’nin yarası halkın malı satılarak kapatılamaz. Satışlar durdurulmalı, kurum Varlık Fonu’ndan çıkarılmalı, yeniden kamusal bir anlayışla yapılandırılmalıdır. Yönetim, sadakat zincirlerinin değil, ehliyetin ışığında şekillenmelidir. Çünkü şeffaflık olmadan güven, liyakat olmadan adalet, kamu yararı olmadan kurum olmaz.
Şimdi sorulmalı:
Bir halkın belleği satılırsa ki konu sadece PTT taşınmazları değil, o halk yarınını hangi zeminde kurabilir?
Varlık Fonu’na devredilmiş bir kurum halkın malı olmaya nasıl devam edebilir?
Kamusal alan ihalelerle parçalanırken, hangi özgürlükten söz edebiliriz?
İmza: Postacı

Yorum Yazın