Okul ziyaretlerimden her seferinde bir şeyler öğreniyorum. Sunumlardan aldığım geri bildirimler aracılığıyla bu katkıyı karşılayabilmeyi umuyorum. Ziyaretlerin çoğu zaman öngörülemeyen unsurları olsa da, okul liderlerine ve öğretmenlere neredeyse her seferinde söylediğim bazı şeyler var ve onlardan biri şu:
“Aynı anda çok fazla şey yapmaya çalışıyorsunuz. Eksiltin, daha iyisini ancak böyle yaparsınız.”
Okulların yapması gereken çok şey var. Öğretmenlerin yapması gereken çok şey var. Yığınla belge, yığınla politika, yığınla uygulama… Çok sayıda beceri, teknik ve mikro davranış söz konusu. Bunların bazıları “kolay”, ama çoğu değil. Zaman, emek, ve tekrar gerektiriyorlar.
Çoğu zaman okul liderleri, yapılması gereken tek şeyin “o şeyi söylemek” ya da “o şeyi yazmak” olduğunu varsayıyor. O şeyle ilgili bir hizmet içi eğitim oturumu yapmış olmak ya da o şey hakkında bir kural yazmış olmak, sanki büyülü biçimde o şeyin artık okulda yaşama geçtiği anlamına geliyor gibi kabul ediliyor. Ne var ki liderler bu konuda sıklıkla yanılıyor; bitmeyen yeni fikirler, politikalar ve girişimler seli, uyum içinde işleyen tutarlı bir okul kültürü üretmiyor.
Her okulda, resmi otorite tarafından merkezi olarak kararlaştırılan, yazılı hale getirilen ve öğretmenlere duyurulan kurallar vardır. Ancak bu resmi otoriteye rağmen, “kurallar” x’i yapmayı emredebilir, ama “sahadaki gerçeklik” çoğu zaman daha farklıdır ve bunların neredeyse her zaman x olmadığı yönündedir. Bu olgunun pek çok nedeni var, ama bence en çarpıcı olanı, öğretmenlerden yapmaları istenen şeylerin sayıca çokluğudur. Eğer bir öğretmen, ondan istenen onca farklı şeyi anlayamaz ve zihinsel olarak bütünleştiremezse, bunları kesinlikle uygulayamayacaktır.
Ortaya çıkan tutarsızlık, birçok düzeyde sorunlara yol açar. Bazı çalışanlar, okul önceliklerini uygulamaya çalışan tek kişinin kendileri olmasından dolayı hayal kırıklığına uğrar. Diğerleri ise politika, yönerge ve liderlik otoritesini görmezden gelmeye alışır. Öğrenciler tutarsız bir eğitim anlayışıyla karşılaşır ve bu da sürtüşme ve çatışmalara yol açabilir. “Ne söylediğimiz” ile “ne yaptığımız” arasındaki bu radikal kopukluk, yüksek performanslı ve profesyonel bir okul kültürü inşa etmenin önünde aşılmaz bir engel oluşturur.
Sıklıkla, sınıf gözlemlerine başlamadan önce çok geniş bir öğretim faaliyetleri yelpazesini kapsayan, son derecede ayrıntılı öğrenme ve öğretme planları görüyorum. Bilişsel açıdan bakıldığında, bu planların tamamını uygulamaya çalışmak neredeyse imkânsız.
Genel olarak bir öğretmenden istenenlere bakalım (bu arada her şeyi buraya yazamadım):
- Orta vadeli planlarının her ders için net bir şekilde tanımlanmış öğrenme çıktılarına sahip olması
- İçinde geri çağırma pratiği olan bir “derse hazırlık görevi” uygulaması
- Her dersin bir sözlü iletişim bileşeni olması
- Tüm ders sunumlarına aşamalı sorumluluk devri modelini eklemesi
- “Dön ve konuş” tekniğini uygulaması
- Grup çalışması yaptırması, yaratıcılığa fırsat tanıması
- Öğrencilerin sorumluluk aldığı, özerkliği destekleyen bir sınıf ortamı oluşturması
- Öğrencilere üstbiliş fırsatları sunması
- Öğrencilerin akran değerlendirmesi yapması, öz değerlendirme yapması, öğretmenin ise dönüt vermesi
- Derslerin okul çapındaki kültürel önceliklerle bağlantılı olması
- Kilit sorular, açık uçlu sorular ve çoktan seçmeli sorular hazırlaması
- Öğrenme çıktılarıyla doğrudan bağlantılı performans ödevleri sunması
- Ev ödevi vermesi ve takip etmesi
- Öğrencilerin gelişimini düzenli olarak veri temelli takip etmesi
- Biçimlendirici değerlendirmelerden gelen bulgulara göre dersi uyarlaması
- Koçluk yapması ve koçluk alması
Liste uzayıp gidiyor.
Okul liderlerinden şunu sıklıkla duyuyorum:
“Ama ben bunu çokça söyledim, hâlâ insanlara sürekli söylemek zorunda kalıyorum.”
Ben de genellikle şöyle diyorum:
“Biliyorum, ama biraz düşünmeniz gerekiyor. O halde bir adım geri çekilin ve sorgulayın. Çok mu şey yaptınız? Eksiltebilir misiniz? Sonuçta, daha iyi yapmanın yolu eksiltmekten geçiyor.”
Öğretim kalitesinin çok yüksek olduğu okullara baktığımızda, okul çapında sadece birkaç öğretim ve öğrenme önceliği olduğu gözümüze çarpıyor. Ekip olarak sadece birkaç şeye yoğun biçimde odaklandıklarını ve uygulamalar sağlam bir şekilde yerleşene kadar yeni uygulamalara geçmediklerini fark ediyoruz. Bu okullarda bireylerin elbette üzerinde çalıştığı farklı şeyler olabilir, ama genel olarak benimsenen kültür şu oluyor: Gelişmenin yolu sürekli eklemekten değil, eksiltmekten geçiyor.
Bu noktada kendinize ve ekibinize şu soruları sormanız işe yarayabilir:
Neleri ortadan kaldırabilirim?
Aslında nelere gerçekten ihtiyacımız yok?
Yapmak istediğim bu şey, gerçekten öğrenci çıktıları üzerinde etkili mi, yoksa sadece vitrin süsü mü?
Bir sonrakine geçmeden önce, önceki şeyi gerçekten yerleştirdik mi?
Bu soruları dikkatle inceleyin. Yeni bir şey yapmadan önce gerekçelerinizi dikkatlice gözden geçirin ve bunun doğru zamanda olup olmadığını düşünün.
Ve unutmayın, her zaman hatırlayın: Eksiltin; daha iyisini ancak böyle yaparsınız. Meslektaşlarımız ile öğrencilerimiz daha iyi bir okul kültüründe yaşayıp çalışmayı hak ediyor.

























Yorum Yazın