Mahallede herkes sokakta... Güneş camları eritiyor, gündüz her yerimi kuşatıyor.
Her şey bana yabancı geliyor: yüzüm, ellerim, sisli geçmişim.
Yüzüm...
Öyle herkeste olan; yorgun, karamsar, acının sadece gözlere yerleştiği bir yüz.
Gündüz yüzü! Astarsız bir yüz. Çok sıkıldım ondan.
Hiçbir duygu suratıma yapışmıyor. Yakışmıyor. Sevinç, hüzün, hepsi havada asılı kalıyor. Almıyor, sahiplenmiyorum hiçbirini. Gündüzler yüzsüz bırakıyor beni. Evin bütün perdelerini kapatıyorum. Yüzüm yavaşça geri geliyor. Gece, benim gerçek yüzüm.
Düşünceler kuşatıyor beni. Vücudum elektrik kaçırıyor gibi; tuhafım, deli gibiyim. Bile isteye, olmak için can atıyorum. Nabzım, nefesim, kalp atışlarım hızlanıyor. Öyle kanser gibi sinsice değil; birden, emboli atar gibi atıveriyor akıl şalterim.
Pat!
Ben bir deliyim.
Herkes uyurken ben ayaktayım. Yazıyorum, yazıyorum…
Aynanın karşısına geçip yüzüme yazıyorum. Banyoya gidince bacaklarıma, yatağa gidince ayaklarıma! Bazen ellerim uykumda sesleniyor: “Bize niye yazmıyorsun?”
Korkuyorum; diyemiyorum.
Ayna…
Saat gecenin üçü... Sokak sessiz, bir iki sarhoşun narası dışında kimse yok.
Karşısına geçiyorum. Üzerindeki beyaz örtüyü kaldırıyorum. Yavaşça yüzümü yaklaştırıyorum, neredeyse yapıştı, yapışacak.
Dilim susuyor, ayna yüzüme yazıyor.
Envaiçeşit düşünceler yayılıyor odaya. Onlar imzam benim. Yüzümü ayna imzalıyor. İçimde her gece bir sabah oluyor; içime her sabah bir gece doğuyor.
Her zaman yalnızım. Banyo ederken, bakkala giderken, mezarlıkları gezerken…
Mahallenin gündüzü biterken, benimki başlıyor. İçime bir telaş saplanıyor:“Gece güneşini ya kaçırırsam?” Nefesim daralıyor, sokaklar beni çağırıyor.
Kapıdan çıkmadan kırk altı numara ayakkabımı giyiyorum. Dışarı adım atar atmaz büyüyor parmaklarım, sığmıyor. Ben sığamıyorum.
Sokaktayım. Elimde daima bir elma...
Komşulardan biri “Nereye?” diye sorarsa elmayı ısırıyorum. Artık kimse sormuyor.
Mezarlık…
Kapısında başlıyor parmaklarım küçülmeye, ayakkabının içinde kayboluyor.
Bir mezar adımla çağırıyor beni: “Yazgeç!”
Sevinçle gidiyorum yanına. Taşın üzerindeki yazıyı okuyorum.
Bir rüzgâr saçlarımı savuruyor.
Yazı benim oluyor, ben yazının.
Saçlarım…
Tek şahidim. Karanlık hücrem.
Neredeyim? Hangi taraftan geldim? Nereye gideceğim?
Bu düşünceler içinde bulunduğum zamanı imzalıyor. Ayrılma saatim geliyor; içim titriyor.
Soğuk bir rüzgâr beni kucaklıyor, irkiliyorum. Ortalığa ıhlamur kokusu yayılıyor. Bir miras gibi sahipleniyorum kokusunu.
Mezarlığın kapısı üç defa açılıp, kapanıyor. Ayaklarım “Haydi eve,” diyor.
Saçlarımın dibine gömüyorum unutmamak için okuduğum mezar taşlarını; altında yatanların adlarını.
Kapıdan hüzünle çıkıyorum. Ayaklarım yeniden büyümeye başlıyor. Etrafa bakmadan adeta kaçıyorum. Kendimden, sokaktaki kedilerden… Saçlarım omzumda, cebimde yarım elma. Yürüyorum.
Bir labirentin beni yuttuğunu hissediyorum.
Küçük bir misket tanesiymişim gibi gidip geliyorum.
Çıkış yolunu arıyor tüm benlerim.
Evin kapısını görünce gülümsüyorum. Kurtarıcımmış gibi geliyor. Adımımı atınca da sokaktan, gündüzden kurtuluyorum. Geceme sığınıyorum.
Nefesim düzeliyor, suratıma bütün duygular yakışır hale geliyor.
Evim, tek hürriyetim.
İçinde; sıkılırım, utanırım, kaygılanırım. Gündüzleri deli gibi olurum.
Öyle kanser gibi sinsice değil; emboli gibi birden atar bir şey.
Geceleri şalterim yukarı kalkar.
Artık akıllı bir deliyimdir. Her yer bana tanıdık gelir: ellerim, yüzüm, sisli geçmişim.
Düşüncelerim imzamdır benim.
Yazarım; aynanın karşısına geçip yüzüme, banyoda bacaklarıma, yatarken ayaklarıma.
Hep yazarım. Ellerim…
Bazı geceler uykumda seslenir: “Bizi ne zaman yazacaksın?”
Yazarım.
İmzamı en sona bırakırım —
Evde saçlarıma, mezarlıkta taşlara…





























Yorum Yazın