Önceki yazılarımızda Anadolu Aleviliği’nin ebruli yapısındaki Mani Dini, Mazdeizm, Şaman senkretizmlerini ele almıştık. Böyle bir alaşımlaşma süreciyle Hristiyanlığa gelindiğinde inanç boyutunun içine Anadolu’nun kadim kült ve kültürü Olimpos Dağı’nın Helen Pantheon’u dahil olur.
Aziz Pavlus’un (MS.5-MS.65) misyonerlik görevindeki işlevi Anadolu- Hellas coğrafyasındaki paganların kült, inanç ve değerlerinin vizyonuyla Hristiyanlığı yaymaktı. Demek ki Pavlus Hazretleri “kitle psikolojisinin öneminin “ farkındaydı!
Anadolu’nun kitle halinde Müslümanlaştığı süreçte Hristiyan ahali yüzyılların getirdiği pagan inanç yapılarının bazı kültlerini tümüyle silebildi mi? İslam seçildiğinde acaba aynen ya da nüanslarla devam mı etti?
İddia odur ki Anadolu Aleviliği’nde Hakk-Muhammed-Ali üçlemi Hristiyanlıktaki Tanrı-İsa-Kutsal Ruh teslisiyle örtüşür. Zaten Kur’an-ı Kerim’de adı geçen meleklerden Cebrail Aleyhisselam’ ın diğer adı Ruhülkuddüs’ tür. Ve ilave edilir, Şia içinde yer alan ve Anadolu Aleviliğiyle yakınlaştırılan Nusayrilikte Hz. Ali’ye üst düzeyde kutsallık atfedilip, Hz. Muhammet’ in peygamber, Selman-ı Farisi’ nin kutsal ruh olarak kabullenildiği söylenir.[1]
Şia’nın 12 İmam Kültünün kaynağını da Hristiyanlıkta aramak da gündemdedir. Hz. Muhammet’in Ehl-i Beytinden (hane halkı) ilerleyen soyağacının İmam Muhammet Mehdi adındaki 12. kuşaktaki torunuyla(gaip imam görünmez, varlığını sürdürür, yönlendirir) sürdürüldüğüne inanılması inancıyla dillendirilen bu senkretizm kanımızca sosyal psikolojiden ziyade siyasal kaygılara dayalı bir yaklaşımdır. İsmaili Şia inancına dayanan Fatimi Devleti’ninin (909-1171) “gaip imamı” Peygamberin 7. kuşaktan torunu olan İsmail’dir. Burada da siyasal saikler başat etmendir.
İbadet bağlamında Pagan-Hristiyan-İslam senkretizmiyle ilgili irdelemeyi Cem Ayini’nde gözlemleyebiliriz.
Her şeyden önce şunu belirtelim ki zikir ibadeti, hem Sünni hem Şii-Alevi İslam açısından bir ibadet biçimidir. Kur’an’da adı geçen “salat” sözcüğü bağlanma, bütünleşme, uhrevi boyutu algılama anlamına gelen bir ibadettir. Dua, zikir, af dileme, tövbe, zikir ve Farsça ilavesiyle namaz hep salat kavramı içinde yer alır. Günde 3 ya da 5 kez gerçekleştirilen ” kıyam, rüku ve secde” olarak Kur’an’ da biçimselliği belirtilen ibadetin adına namaz denmiştir.
Sünni İbadet anlayışında dergahdaki camide namaz kılındıktan sonra yandaki tekkeye geçilerek zikir (ayin ibadeti) gerçekleştirilir. Başka bir ifade ile salat içinde zikirle namaz birleştirilmemiştir.
Buna mukabil Anadolu Alevi İslam ritüelinde zikir ve “kıyam-rüku-secde” ibadeti birleştirilmiştir. Sünni dergahta olduğu gibi Alevilerde cami-tekke diye iki ayrı ibadet mekanı yoktur ve eskiden tekke denilen şimdileri Cem Evi tabirinin benimsendiği tek bir ibadet yeri mevcuttur. Cem ayininde İslamın gerekleri yerine getirilerek Kur’an’dan ayetler okunur ve “kıyam-rüku- secde “ biçimselliğine uyarak dua edilir. Semah dönmek ya da sallanmak, “Hu çekmek”, “Allah, Allah, Allah” nidalarıyla zikri sürdürmek hem Alevi hem Sünni tekkelerde geleneksel bir ibadet olarak karşımıza gelmektedir.
Alevilerin zikir-“namaz” beraberliğinin temelini Anadolu’da aramak gerekiyor, çünkü önemsiz istisnalar çıksa da İslam Coğrafyasının hiç bir yerinde zikir-namaz ibadet bütünlüğünün aynı mekanda gerçekleştirilmesine rastlamamaktayız. Anadolu Aleviliğini ağırlıklı olarak Orta Asya’ya dayandıranlar oranın Müslümanlarında “Şamanist-İslam” ibadetine tanık oldular mı?
Ayin-i Cemdeki müzik, ilahiler, deyişleri, şiirleri, gülbenkleri de aynı bakış içerisinde görmemiz gerekir. Anadolu’nun önceki inanç sistemlerindeki kültlerin yansımasıyla gerçekleştirilen zikri “Cem evi- Cümbüş Evi “ diye karalayanların antropoloji, sosyal psikoloji, dinler tarihi gibi bilimsel verilere yabancı kaldıklarını bilmekteyiz.
Alevilik üzerinde Anadolu etkisini “yasak hayvan” kültünde de görürüz. Tavşan yasağıyla ilgili farklı söylentiler mevcuttur. Hayız, regl gören bir hayvan olduğu iddiaları tamamen yanlıştır. IV. Yüzyıldaki Anadolu Hristiyan Konsillerinde tavşan yenilmesi yasaklanmıştır. Yasaklama gerekçesi, tavşanda afrodizyak özelliklerin bulunduğu ve pagan inançta olanların bazı ayinlerde tavşan kanı içip etini yedikleridir.[2] Bu nedenle tavşan “haram” ya da ”mekruh” et olarak ilan edilmiştir. Bazı istisnalar hariç Anadolu dışında hiç bir İslam coğrafyasında böyle bir düzenlenmenin olmaması hususu da Anadolu Aleviliği açısından dikkate değer olmalıdır.
Son dönemlerde artık tamamen terk edilmiş olsa da Cem Ayininde içki içilmesi hususunu da nesnel bakış içerisinde değerlendirmek gerekir. Anadolu dinlerinin inanç geleneğinde yer alan bu kült Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın son yemeğini anma bağlamındaki “komünyon” ruhsal birliğin tezahürüdür. Hristiyanlıktan İslam’a geçen “kitle inanç psikolojisinin” bir süre daha sürdürmüş olmasını “günahkârlıkla” suçlama bütünlük ve beraberlik duygularını zedeler.
Orta Asya omurgasını inkâr etmeden Anadolu’nun zenginlikleriyle oluşan ebruli çimentoyla ülkenin bütünlüğünü sağlarken tarih, sosyoloji, antropoloji, sosyal psikolojinin verileriyle oluşan gerçek kimliklerimizin özüne inmek gerekir.
“Biz Horasan’dan gelenleriz. Bakmayın Kürtçe konuştuğumuza, Sünni baskılara nedeniyle dağlara çıktık Türkçeyi unuttuk” diyenlere yaşadıkları bölgelerdeki Zazalara, Kurmençlere ne oldu diye sormak lazım. Buharlaştılar mı acaba? Bu tür ötekileştirici, hatta küçümseyici bir yaklaşım onları rencide etmez mi?
Biz Anadoluluyuz, kimimiz Türk, kimimiz, Arap, kimimiz Çerkez, kimimiz Laz, Kimimiz Ermeni, kimimiz Rum, kimimiz Kürtüz… Aleviyiz, Şiiyiz, Şafiyiz, Hanefiyiz… Müslümanız, Hristiyanız, Yahudiyiz… Türkiye’nin bütünlük ve beraberliğinin hamaset ve duygusalıkla değil ebruli çimentosunun dayandığı bilimin verileriyle sağlamlaştıralım.
Önümüzdeki yazı; “Özet-Sonuç”
[1] ÖZ, Mustafa: NUSAYRİYYE, in Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler, Nusayriler.İSAV 1999. Ensar Neşriyat
[2] ROUX, Jean-Paul: Les traditions des nomades de la Turquie Méridionale, Paris 1970.

























Yorum Yazın