MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat
estheteclinic haber üstü reklam

27 Mayıs 1960 Darbesine Yeni Bakışlar (1)

Ana SayfaSi̇yaset27 Mayıs 1960 Darbesine Yeni Bakışlar (1)
27 Mayıs 1960 Darbesine Yeni Bakışlar (1)

Darbe düşüncesi, 1954 iktidarının hemen ertesinde ortaya çıkmıştır. Muhtemelen daha öncesinde de vardı, yani 1950’nin hemen ertesinde belirdi, fakat durumun anlaşılması için beklendi.

16 Haziran, 2025, Pazartesi 07:00
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Hasan Bülent Kahraman
Hasan Bülent Kahraman

Siyaset Bilimci Hasan Bülent Kahraman, bu analizinde bir yandan 27 Mayıs Darbesi’ne giden süreci, diğer yandan bu darbenin Türkiye siyasetine bıraktığı derin izleri tartışıyor. 

27 Mayıs 1960 darbesinin 65. Yılı pek canlı olmayan tartışmalarla anıldı. Bu sönüklüğü darbenin eskisi kadar önemsenmemesine, bir manada aşılmasına mı bağlamak gerekir, yoksa bu kayıtsızlığın başka nedenleri mi vardır sorusu tartışılmaya değer ve cevabım bellidir: 1960 darbesinin eskisi kadar önemsenmediği ortada ama bu tutum o darbenin önemsiz olduğu ve bugün için tamamen aşıldığı anlamlarına gelmiyor. Aksine, 1960 darbesi, tüm getirdikleriyle bugünkü siyasal ortamı doğrudan etkilemeyi sürdürüyor.

Neden böyle bir darbeye gidildi ve neden 1925 yılında Takrir-i Sükun Kanunu mevcut ve sayıları 20’yi geçen partileri kapattıktan sonra, 1946 yılında yeniden dönülen çok partili hayat (ki, asla bir demokrasi değildir) neden o yıldan başlayarak askerin gölgesi altında yaşandı, neden asker sürekli olarak siyasete müdahale etmek istedi ve kendisini siyasetin sahibi olarak gördü? Bu soruların bazılarına cevap, Türkiye’deki siyasetin özellikle Jön Türkler döneminde ortaya çıkan yapısal özellikleriyle verilebilir. O cevaplar bize yakın zamanlara kadar devam eden asker-siyaset ilişkisini anlama olanağını da sağlar ki, Türk Siyasetinin Yapısal Analizi isimli kitabımın birinci cildinde konuyu tüm ayrıntısıyla irdelemiştim. Söz konusu yapısal özelliklere az sonra değineceğim burada sadece 27 Mayıs’ın o yapısal özelliklerin bir sonucu olduğunu ve söz konusu olguların bugün de siyasal yapımızı aynen belirlemeye devam ettiğini belirteyim.

Bir de ’27 Mayıs’ın getirdikleri’ konusu var. 27 Mayıs’ın getirdiği en önemli açılım 1961 Anayasası’dır. 1961 Anayasası’yla başlayan yeni dönem Türkiye’de benim tabirimle ‘askerci ilericilik’le ‘sivil siyasetçilik’ arasındaki mekanizmanın kat yerini meydana getirir. Aynı şekilde, siyaset sınıfıyla, siyasal elit, toplumsal örgütlenme ve taleplerle üsttenci modernleşme, özgürlükçülükle devletçilik zıtlaşması ve nihayet tüm unsurlarıyla birlikte kurucu ideolojinin asker öncelikli bir gelişme dinamiği olarak temellendirilmesi konusunda ’27 Mayıs’ın getirdikleri’ başlı başına bir değerlendirmeyi zorunlu kılıyor.

Bazı çalışmalar yapıldıysa da Türkiye henüz askercilik-sivillik arasındaki ilişkiyi demokrasi bağlamında yeterince berraklaştıramamıştır. Aynı şekilde sivil yönetimlerin ‘milli irade’ kavramı etrafında ve onun kendisine sağladığı, hak olarak gördüğü demokratik sayılamayacak bir yönetim anlayışına baş vurması (o yönetim anlayışını özetleyen kavram ‘çoğunluk tiranlığı’dır (tyranny of majority) ve kavram Alexis de Tocqueville tarafından geliştirilmiştir) Türkiye’de daima gündemdedir ve öyle olunca 27 Mayıs, tarih itibariyle bizden git gide uzaklaştığı için yeterince hatırlanmıyorsa da koşulları ve özüyle tayin edici bir unsur olma niteliğini korumaktadır. 

Ben bu yazıda darbe kavramının oluşmasını ve dinamiklerini, bir de darbenin ilk ve pratik sonuçlarını ele alacağım. Özellikle darbeyi yapan kadroların temel eğilimlerine ve darbe düşüncesine gelmelerini sağlayan itkilere değineceğim. 

Darbe, belirttiğim gibi, maalesef Türk siyasetini aradan geçen 65 yılda, bugün de devam eden şekilde, derinden etkilemiş ve onun yapısal bir özelliği haline gelmiştir. Bir manada demokrasilerle birlikte düşünülemeyecek darbe kavramı Türk siyasetinin mutlaka denkleme katılması gereken bir parametresi durumundadır. ‘Darbecilik’ Türkiye’de modern siyasetin kurucu faktörleri arasındadır. Belki 27 Mayısçılar meseleyi o planda mütalaa etmiyordu, bilgileri yetersizdi ama sezgi olarak ve a priori bir anlayışla, özellikle Mustafa Kemal üstünden gelen bir gelenekle darbeciliği kendileri için bir sorumluluk olarak görüyordu. O ögeleri ele alacağım. Bir sonraki yazıda darbenin ideolojik özelliklerini ve o niteliklerin zaman içinde gösterdiği değişimi incelemeye çalışacağım.

Darbe düşüncesi, 1954 iktidarının hemen ertesinde ortaya çıkmıştır. Muhtemelen daha öncesinde de vardı, yani 1950’nin hemen ertesinde belirdi, fakat durumun anlaşılması için beklendi. Acaba DP iktidarı bir tesadüf müydü yoksa kalıcı mıydı sorusu 1954 seçimleriyle netleşmiştir. 1954 seçimleri iktidar değişikliğinin bir tesadüf olmadığını, iktidarın halk tabanındaki gücünün ve yaygınlığının ancak bir darbeyle kesilebileceğini darbecilere telkin etmiş olmalıdır.

1.  

Darbeyi hazırlayan ilk itki son derecede açıktır. Askeriyenin darbeyi hazırlayan genç kadrolarının tamamı 1920’lerin hemen öncesinde ve başında (en fazla ilk yarısında)doğmuştur. Cumhuriyetin temel iddialarıyla ve Harp Okulunun ve ordunun ‘inkılapların ve ülkenin bekçisi’ olma düşüncesiyle yetişmiştir. Darbeyi gerçekleştiren, idamları onaylayan kişilerin hemen tamamı anılarını yayınlamıştır. Yüzeysel bir okuma dahi, temel görüşlerinin Tek Parti anlayışıyla örtüştüğünü, o iktidarın yerini Demokrat Partiye bırakmasını yanlış diye nitelendirdiklerini, tabana dönük bir siyaseti yanlış bulduklarını gösterir. Tek Parti anlayışı dediğim şey mutlak ve siyasal anlamda bir devletçiliktir.

Bu düşünce sistematiğinde ekonomik devletçilik daha sonra gelir ama siyasal devletçilikle iç içedir. Daha doğrusu devletin kutsiyetidir. Tek Parti anlayışı ve CHP’nin modern devleti merkezde, elit çekirdekli bir yapılanmaya tabi tutması, bu anlayışın temel siyaset olarak belirlenmesi, o kadroların da söz konusu yaklaşımla bütünleşmesidir. 

Kalkışıp darbeyi başaranların kendilerini demokrat olarak niteledikleri muhakkaktır fakat demokrasiden anladıkları seçkinci, dar kadrocu, hegemonik bir iktidarla özdeşlemiş bir yapıdır. ‘Demokrasiye’ (!) erken geçildiğinden herkes alttan alta, içten içe rahatsızlık duymaktadır. Demokrasinin getirdiği ‘Hasolar-Memolar’ yani taşranın siyasette varlığını duyurması o kesim için tam bir felakettir. Taşranın önce siyaset sonra toplum nihayet kamu alanında görünmesi kadroları ciddi şekilde rahatsız etmektedir. (Aynı rahatsızlık 28 Şubat döneminde de duyulmuştur, bugün de devam etmektedir.) 

CHP’nin Tek Parti yönetimine koşut bir seçkinci demokrasiye (!) kimse itiraz etmeyecektir, ama taşranın kırsal alandan başlayarak dönüşmesi, taşra burjuvazisinin oluşması, yavaş yavaş sanayi burjuvazisine evrilmesi ayrıca ürküntü yaratmış, o çevreler ‘Hacı Ağa’ tipiyle karikatürleştirilmiştir. (Türkiye’de İttihatçılardan başlayarak cereyan eden gelenek içinde her iktidar, siyaseti, devletin tasarrufundaki kaynakları kendi çıkar gruplarına dağıtmak şeklinde anlamıştır. Tepeden tırnağa yanlış bir anlayış değildir bu. Fakat meşruiyet sınırları içinde kalmayı zorunlu kılar. Yoksa siyasetin çıkarlar etrafında ve çıkar gruplarıyla yapıldığını bilmemek saf dillilik olur. Aynı anlayış bugün de devam etmektedir ve yine aynı tepkileri doğurmaktadır.) 27 Mayıs’ı yapanlar tarif veya tasavvur ettikleri özellikleri taşıyan bir demokrasinin bulunmadığı iddiası ortaya sürüldüğü zaman, Türkiye’nin henüz daha kapsamlı bir demokrasiye hazır olmadığını, altyapısını tamamlamadığını, halkın cahil olduğunu öne sürmüştür. Bu anlayış, o dönemde ve hemen sonrasında Maurice Duverger’in ‘iki partili sistem’ ve Samuel Huntington’un demokrasilerin yerleşmesi için ülkelerin en az 10 bin dolar gelir seviyesinde bulunması gerektiğini öne süren tezlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir.

Darbe düşüncesi, 1954 iktidarının hemen ertesinde ortaya çıkmıştır. Muhtemelen daha öncesinde de vardı, yani 1950’nin hemen ertesinde belirdi, fakat durumun anlaşılması için beklendi. Acaba DP iktidarı bir tesadüf müydü yoksa kalıcı mıydı sorusu 1954 seçimleriyle netleşmiştir. 1954 seçimleri iktidar değişikliğinin bir tesadüf olmadığını, iktidarın halk tabanındaki gücünün ve yaygınlığının ancak bir darbeyle kesilebileceğini darbecilere telkin etmiş olmalıdır. Daha sonra MBK üyesi olan hemen hemen herkes darbe düşüncesinin ilk kez kendisinden kaynaklandığını anılarında yazar. Darbecilerden, kendisini ‘gölgedeki adam’ olarak nitelendiren Dündar Seyhan, anılarında, darbeyi, ilk kez, 1954 seçiminin hemen ertesinde, Uçaksavar’daki mahfilde ‘sucuklu yumurta yerken’ Orhan Kabibay’a dile getirdiğini anlatır: iktidar bakımından muazzam bir başarıyla tamamlanmış seçimin hemen ertesi, sucuklu yumurta ve darbe, bir de ‘gölgedeki adam’! 27 Mayıs darbesinin temellendirilişini daha iyi açıklayacak bir ‘peyzaj’ bulunmaz. Fakat darbe kadrolarının anılarında iktidardan şikâyet dışında herhangi bir köklü değerlendirme yoktur. 

Zaten ordu-iktidar ilişkisi 1950 seçimin hemen ertesinde başlamıştır. 6 Haziran 1950 tarihinde Adnan Menderes, kendisine ulaşan bazı istihbarata teveccüh ederek Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nafiz Gürman’ı görevinden almıştır. Ayrıca 15 general ve 50 albayın görevi değiştirilmiş veya emeklilik işlemleri tamamlanmıştır. Bu kapsamlı girişimin nedeni, 14 Mayıs’ta seçimi kazanan Menderes’e bir albayın gelip askerin darbe hazırladığını haber vermesi onun da Bayar’la birlikte ve kararlılıkla olayın üstüne gitmesidir. Aynı şekilde, çok iyi bilinen bir başka gerçek daha var. 14 Mayıs 1950 seçimi gecesi yine bir grup subay o tarihte Cumhurbaşkanı olan İnönü’ye haber göndererek, Paşanın istemesi halinde iktidarın DP’ye geçmesini engelleyeceklerinibildirmiş ama kendisinden kesin bir ret yanıtı almışlardır. Kısacası, ordunun bir kesimi daha 14 Mayıs 1950 seçimi gününden başlayarak DP’ye karşıdır. 1954 seçimi ertesindeki girişimler o birikimin suyun üstüne çıkmasıdır. 

Darbe hazırlıkları bakımından tek ayrıştırıcı neden, ‘inkılapların’ yozlaştırıldığı iddiasıdır. İktidar, ezanın yeniden Arapça okunmasını, başlangıcı Cumhuriyetin ilk döneminde olsa bile İmam Hatip Okullarının açılmasını, zamanla Menderes’in grubuna ‘siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz’ demesi bu bakımdan etkili olmuştur. Fakat hadiselerin başlangıcını DP Hükumeti Programında devrimlerin millete mal olmuşlarının korunacağı şeklindeki ifade meydana getirir. Bu ifadeyle neyin kast edildiği açıktır. DP, özellikle din konusundaki gelişmelerden rahatsızdır ve Cumhuriyet ilkeleriyle/inkılaplarıyla sadece o noktada çelişkisi vardır. Üstelik o çelişkiyi yaşayan bir tek DP de değildir. Daha sonra DP’ye ‘suç’ olarak atfedilen hemen her türden girişim CHP tarafından 1946-50 arasında gerçekleştirilmiştir. İnönü’nün ezanın yeniden Arapça okunması konusundaki kanunun oylanmasında CHP grubunu serbest bırakması ve bazı CHP milletvekillerinin olumlu oy kullanması düşündürücüdür. Keza, CHP’nin 1949’da bir din alimi olan Şemsettin Günaltay’ı Başbakan yapması da çok önemli bir başka işarettir. 

Öte yanda, Türkiye’de, ordunun daha sonra rahatsızlık duyacağı bazı sorunların doğrudan CHP döneminde baş gösterdiğini ortaya koyan göstergeler de mevcuttur. DP, 27 Mayıs darbesine taraftar olanlarca ‘Halkevlerinin kapatılması’ bir olgudur. Fakat Köy Enstitüleri CHP döneminde kapatılmıştır. Kısacası, DP iktidarı, Türkiye’nin ‘şedit’ bir modernleşme anlayışından ılımlı bir modernleşme anlayışına doğru yöneldiği dönemde, özellikle CHP’nin küçük köylülükle ve taşrayla ilişkisinin bozulduğu hatta koptuğu bir dönemde ortaya çıkmıştır ve darbeci kadroların kavrayamadığı şekilde devletin toplumla yeni bir sözleşme arayışı içinde bulunduğu bir aralıkta teşekkül etmiştir. 

Bir manada 1950 sonrasındaki Amerikan yardımlarına, özellikle de Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’na karşı yapılan 27 Mayıs darbesinin yönetimi, Amerika’dan gelen parayla ordusunu tasfiye etmiştir. Amerika da NATO bünyesindeki çok önemli bir ordunun ‘yenileşmesi’ için bu imkânı kullandırtmaktadır. Ordu kendi kendisini tasfiye etmiş, izleyen rütbe ilerlemeleri bu sayede gerçekleştirilmiştir. 

2.

Bir başka ciddi ama çok gizli gerekçe ‘genç subaylar’ konusuydu.

Darbe düşüncesini genç subayların yani binbaşıların, yarbayların, albayların oluşturduğu ve biçimlendirdiği bir gerçekti. O kadar ki, darbe kendisine bir lider dahi bulamamıştı. Zorlukla önce bir Tuğgeneral olan Cemal Madanoğlu yöneticiliği kabul etmişti. Darbe gecesi dahi Madanoğlu, radyodan açıklanan bildirinin altına adını rütbesiyle (Tuğgeneral) birlikte yazmaktan ‘Türk ordusuna küçük gelir’ diye kaçınmıştı. Kısacası ve çok önemli hatta en önemli gerçeğiyle darbe hiyerarşi dışıydı. Yani, emir-konuta zinciri bulunmuyordu ve çok söylendiği, çok yazıldığı gibi 'ihtilalci’ albaylar, generallerden kendilerine selam durmasını istiyordu. 1912 Balkan bozgunundan o güne kadar görülmedik bir askerlik dışı durum yaşanıyordu. Oysa Atatürk-İnönü ikilisinin en büyük dikkati, tam da Balkan Savaşı günlerinden geldikleri için ve İttihat ve Terakki’nin orduyla siyaset yapmasının neye mal olduğunu gördükleri için ordunun siyaset dışında kalmasına ve hiyerarşik disiplini temin etmesine ve korumasına yönelikti. 

Yeni ve disiplin dışı dönemin bir sebebi o dönemdeki ordu yönetim kadrosunun son derecede yaşlı bir kuşağın elindebulunmasıydı. Mevcut yönetim kadrosunun doğum tarihi 1890’lara kadar geri gidiyordu. Fevzi Çakmak ancak kısa süre önce emekli olmuştu ve Kurtuluş Savaşını yapan (1890’larda doğan) komutanlar ordunun başında bulunuyordu. 

Darbeciler sadece rejime değil ordunun kendilerinden önceki komuta kademesine, bizatihi ordunun yapısal özelliklerine de darbe yapıyordu. Herkesin sevip saydığı Cemal Gürsel’den başka güvenecekleri, kendilerini destekleyen bir ‘baş’ bulamamışlardı. Gürsel de 1. Dünya Savaşının, İstiklal Harbinin komutanıydı, 1895 doğumluydu. Daha sonra Genelkurmay Başkanı yapılacak Ragıp Gümüşpala, Orgeneral Gürsel’le aşağı yukarı aynı yaştaydı ve işin ilginç yanı, darbe gecesi 3. Ordu komutanıydı. Darbecilere, eğer darbenin başı kendisinden daha kıdemli bir Orgeneral değilse ordusuyla Ankara’ya yürüyüp darbeyi bastıracağını söylemiş, emekli olan Gürsel’in İzmir’den getirilip, Tuğgeneral Madanoğlu’nu kenara iterek başa geçirilmesi bu zorlamayla cereyan etmişti. 

Oysa genç subaylar o kuşaktan farklıydı. Türkiye 1952’de NATO’ya girdikten sonra yurt dışına gitmiş, NATO okullarında bulunmuş, iyi kötü yabancı dil öğrenmiş, çok sınırlı eğitimleri, görgü ve kültürleri olmasına, vizyonlarının yok denecek bir düzeyde bulunmasına rağmen (mesela devalüasyonu vatana ihanet saymaktaydılar) biraz dünyayı görmüş insanlardı. O gençler ordunun bir modernleşme ihtiyacını saptamıştı. Ayrıca silahların, askeri araç ve gereçlerin ne kadar eski olduğunu fark etmişlerdi. Ordunun dönüşmesi gerektiğine inanıyorlardı. 

Ordu içindeki kuşaklar arası çatışma darbenin yöntemini ve yapısını tayin etmiştir ve çok önemlidir. Bu yönde iki dramatik gelişme söz konusudur. Birincisi, sonradan Eminsu diye bilinecek (Emekli İnkılap Subaylar Derneği) oluşuma yol açan ordu tasfiyesidir. Az sonra değineceğim başka nedenleri bulunmakla birlikte 27 Mayıs’ın ardından, 235 general ve yaklaşık 5000 subayordudan ihraç edilmiştir.  Bu tasfiye ordu içindeki darbe karşıtlarının elenmesi olduğu kadar ordunun yenileştirilmesi yönündeki girişimdir. O kadrolar görevde kaldıkça darbeci subayların ilerlemesi olanaksızdı. Tasfiye akıl almayacak kadar geniş ve büyüktür ve çok dramatiktir.

İkincisi, Eminsu’lara sağlanan imkanlardı. O işin anlaşılabilir yanıdır ve diğer dramatik dediğim boyutu işin mali yanı hazırlar. Bu subaylara sağlanacak imkanların hazinede karşılığı bulunmayınca, ‘yenileşme’ harekâtı Amerika’nın sağladığı parayla sonuçlandırılmıştır. Bir manada 1950 sonrasındaki Amerikan yardımlarına, özellikle de Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’na karşı yapılan 27 Mayıs darbesinin yönetimi, Amerika’dan gelen parayla ordusunu tasfiye etmiştir. Amerika da NATO bünyesindeki çok önemli bir ordunun ‘yenileşmesi’ için bu imkânı kullandırtmaktadır. Ordu kendi kendisini tasfiye etmiş, izleyen rütbe ilerlemeleri bu sayede gerçekleştirilmiştir. 

Darbeye giden yolda askerlik bakımından müessir olmuş bir gelişme daha yaşanır ve Türkiye, NATO’ya girdikten sonra, akıl almaz bir hatayla Kore’ye asker gönderir. Kore’de, Birleşmiş Milletler Kuvvetlerinin komutanı General McArthur, ‘bütün tepeleri Türklere aldırdım’ diyecektir. Genç subaylar, askerlerinin Batı Blokuna yamanmak için kurban edildiğini gözleriyle görmüş ve Türkiye’ye o hınçla dönmüştür. İstiklal Harbinin temel gerekçelerinden olan ‘anti-emperyalizm’ ve romantik bir şekilde algılanan ‘tam bağımsızlık’ anlayışı, yeni kadroların iktidar karşıtlığına artık ciddi bir gerekçedir. Ama tıpkı Eminsu’ların emeklik paralarının ABD’den sağlanmasına benzer şekilde, darbe de bildirisinden başlayarak daha ilk aşamada NATO’ya (ve CENTO’ya) bağlılığını ilan edecektir. Ama o arada Kore’ye asker gönderilmesini protesto eden Behice Boran ve Adnan Cemgil gibi isimler iktidar tarafından yargılanmış ve hapis cezasına çarptırılmıştır.

Örgüt, orduya mensup subayların İ-T Cemiyetine karşı birleşmesiyle oluşur. Çeşitli eylemlerde bulunmuştur ve gerçekten de Cemiyet’e verdikleri muhtırayla Sadrazam Mehmet Sait Paşa’nın düşmesini sağlamıştır. Bu da yetmemiş, bu defa bizzat İ-T Cemiyetinin yönetici kadrosu tamamen kontrolleri altında bulunan iktidardan sonra fiilen iktidara gelmek için Bab-ı Âli darbesini gerçekleştirmiştir. Kısacası, darbecilik ordunun içinde mevcuttur ve benimsediği bir yöntemdir.

3.

Öte yanda ise tarihsel bir yapının parçalanışı söz konusudur. Türkiye’de modernleşmeyi, Türk Siyasetinin Yapısal Analizi isimli kitabımın birinci cildinde tüm ayrıntısıyla ele aldığım ordu-bürokrasi-aydınlar ittifakıyla (OBA) sağlamıştır. O ittifak Gramsci’den ödünç alarak verdiğim adla bir Tarihsel Bloktur.Bloku meydana getiren parçalar zaman içinde meydana gelmiştir. Bürokrasi ve aydınlar kısmı Tanzimat’a kadar geri gider. Ordu işin içine gevşek bir yapılanmayla önce II. Mahmut döneminde girer. Fakat tümüyle Jön Türkler çağında belirir.

Darbeci yöntem ve anlayışın olduğu kadar modernleşmenin Tarihsel Blok tarafından gerçekleştirilmesi bir fikir ve pratik halinde ilk kez 1907 yılında toplanan ve henüz yeterince analiz edilmemiş II. Jön Türk kongresinde ortaya çıkar.Burada da o çözümlemeye girişme olanağı yok. Fakat Kongre Sultan’ı devirmek maksadıyla her türden girişimi meşru saymıştır ve bahsettiğim ittifakları karar altına almıştır. Üstelik Sultan’ı (aynı zamanda Halife’dir) devirmenin meşruiyetini dinde değil doğrudan darbede/müdahalede/ aramıştır. Bu yöndeki oluşumlara çağrıda bulunmuştur. İttifaklar çerçevesinde gerçekleştirilen 23 Temmuz 1908 Devriminden (23 Temmuz günü, 1935’e kadar İyd-i Milli (Ulusal Bayram) günü olarak kutlanmış o tarihte kaldırılmıştır) sonra bu defa bizatihi devrim kadrolarına karşı Halaskâr Zabitan (Kurtarıcı Subaylar) hareketi örgütlenmiştir. Örgüt, orduya mensup subayların İ-T Cemiyetine karşı birleşmesiyle oluşur. Çeşitli eylemlerde bulunmuştur ve gerçekten de Cemiyet’e verdikleri muhtırayla Sadrazam Mehmet Sait Paşa’nın düşmesini sağlamıştır. Bu da yetmemiş, bu defa bizzat İ-T Cemiyetinin yönetici kadrosu tamamen kontrolleri altında bulunan iktidardan sonra fiilen iktidara gelmek için (Enver Paşa, Talat Paşa, Yakup Cemil ve diğerleri) Bab-ı Âli darbesini gerçekleştirmiştir. Kısacası, darbecilik ordunun içinde mevcuttur ve benimsediği bir yöntemdir.

Buraya bir tek cümle daha eklemek gerekir. Fransız Devrimleri üstüne çalışan revizyonist Fransız tarihçi François Furet, söz konusu devrimin, insan bilincine ‘darbe’ ve ‘devrim’ kavramlarını hediye ettiğini yazar. O tarihten başlayarak devrim, bir siyasal yöntem haline getirilmiştir.Özellikle Avrupa’yı boydan boya saran ve sarsan 1848 devrimleri bu kavramı halkla bütünleştirmiştir. Marx’ın Komünist Manifesto’sundan başlayarak devrimin halktan ziyade bir proleterya olgusu olduğu işlenmiş, kavram, nihayet halk-işçi sınıfı bileşimi içinde 1917 Rus Devrimiyle gelişimini tamamlamıştır. Türkiye’de de kavramın özellikle bu son şekliyle ele alınması 27 Mayıs darbesinden sonra Marksist kökenli düşünürler (Avcıoğlu, Belli, Kıvılcımlı, İlhan) tarafından somutlaştırılmıştır.

27 Mayıs girişimini hazırlayan subayların bu evrensel/Marksist tarihten doğrudan haberi yoktur hatta zamanla görüleceği şekilde, kavramın o bağlamda kullanılmasına şiddetle karşı çıkmışlardır. Fakat darbecilik geleneğini ciddi şekilde içselleştirdikleri muhakkaktır. Darbeyi tek yol olarak gördükleri, özellikle İsmet İnönü’nün 18 Nisan 1960 günü Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada ‘şartlar tamamlandığı zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır’ demesi ihtilale geçerlilik kazandırmıştır. Kaldı ki, İnönü aynı konuşmasının alıntıladığımız cümlesinin bir öncesinde ‘Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam’ demiştir ki, bu sözler herhalde darbeciler tarafından yolun sonunu işaret etmektedir.

Ordu öncülüğünde modernleşme ve ‘demokrasi’ OD ülkeleri arasında 1950 sonrasında bir model haline gelmiştir ve bir ping-pong topu şeklinde ilerlemiştir. OD ordularına yönetime müdahale ilhamını geç Osmanlı ve erken dönem Kemalizm hamlesi vermiştir.

4.

Darbeyi hazırlayan en önemli gelişmelerden biri ve pratik bakımdan en önemlisi Orta Doğu ülkelerinde, Mısır ve Irak’ta, nihayet Kore’de meydana gelen darbelerdir. Bilhassa Mısır’da Cemal Abdüsnasır’ın Hür Subaylar adı altında bir cunta örgütleyerek 1952’de gerçekleştirdiği darbe, ondan esinlenerek 14 Temmuz 1958’de Irak’ta, Abdüsselam Arif ve Abdülkerim Kasım’ın gerçekleştirdiği, kralı idam ettikleri darbe Türk ordusunda ve subayları arasında ciddi bir yankı bulmuştur. 

Yine 1960 Nisan ayında Kore’de cereyan eden ve Syngman Rhee’yi deviren darbeyi de İnönü Türkiye’de gerçekleşmesi planlanan, kendisinin de bütünüyle haberdar olup izlediği darbeye bir meşruiyet zemini olarak sunmuştur. İnönü, olmayacak ve kabul edilmeyecek şekilde, 12 oturum Meclis’e girmeme cezası aldığı konuşmasında, ‘Türk milleti Kore milletinden daha az haysiyetli değildir’ demiştir ve bu sözler kendisini hala İstiklal Harbi komutanı kabul eden ve desteğini arayan darbeciler tarafından çok güçlü bir yeşil ışık olarak değerlendirilmiştir. 

Ordu öncülüğünde modernleşme ve ‘demokrasi’ OD ülkeleri arasında 1950 sonrasında bir model haline gelmiştir ve bir ping-pong topu şeklinde ilerlemiştir. OD ordularına yönetime müdahale ilhamını geç Osmanlı ve erken dönem Kemalizm hamlesi vermiştir. Baasçılık özünde budur, yani ordunun doğrudan kendisi ve kuracağı ittifaklar içinde, diktatoryal bir anlayışla, çok sınırlı bir demokrasi uygulamasıyla modernleşmeyi sağlayana kadar iktidarda kalması ve muhalefete izin vermemesidir. Ama Türkmodernleşmesindeki ordu faktörünü yeterince anlamadıklarından ve bilhassa Osmanlı modernleşmesi kısmından haberdar olmadıklarından söz konusu OD ordu yönetimleri Baasçı diktatörlüklere dönüşmüş ve başında bulundukları ülkelerde nefes alınmayan yönetimler kurmuşlardır. O iktidarların ne kadar ortadan kaldırıldığı ve demokratik rejimlere geçildiği ayrı bir sorundur, fakat 1950’lerdeki her iki hamlenin belirttiğim nedenlerle Türkiye’deki ordu kımıltılarına önemli bir yol gösterdiği muhakkaktır. 

27 Mayıs hareketi bir bütün olarak ele alınınca hem CHP’ye mal edilmiş, onun savunusuna bırakılmıştır hem de darbenin hazırlanmasına yeşil ışık yakmasından ve darbenin gerçekleşmesinden sonra, İnönü’nün tüm dikkatine rağmen, CHP’de yeni bir ‘ilericilik’ tanıma yol açmıştır. ‘Darbe’ yoluyla ve asker aracılığıyla ilericilik düşüncesi daha sonra Türkiye’de ‘sol Kemalist’ kadroların ideolojisi olarak çok yakın tarihlere kadar savunulmuştur.

5.

Bu şartlarda ortaya çıkan darbe yeni bir dönemi başlatmıştır. Yeni dönem çok önemli üç hatanın üstüne oturmuştur. 

Bunların ilki ordunun darbeye hükumeti devirmek dışında hiçbir hazırlıkla gelmemesidir. Bu zaafın bir neticesi olarak ordu bir yandan kendi iç yönetimine hapsolmuş diğer yandan ‘ilmiyeye’/aydınlara teslim olmuştur. Hepsi ordunun tasfiye etmek istediği komuta kadrosuna yakın yaşlarda ve zihni yapıda olan akademik kadrolar, maalesef darbeye ve MBK’ne meşruiyet kazandırmış, o meşruiyeti ordunun İç Hizmet Talimatnamesine dayandırmış ve ‘direnme hakkı’ gibi bir kavramla bütünleştirmiştir. Bu çok hazin bir gelişmedir ve yarattığı yıkıcı etki bugün de sürmektedir.

İkincisi, ordu kendi içinde çatışmaya başlamıştır. Darbeyi yapmak ve iktidarı devirmek konusuna hemfikir olan kadrolar yeni dönem hakkında farklı görüşlere sahiptir. O farklılık hızla çatışmaya dönüşmüştür. MGK kendisini tasfiye etmek zorunda kalmıştır. O tasfiyeyi hazırlayacak şekilde farklı cuntalar meydana gelmiştir. İstanbul’da kurulan Silahlı Kuvvetler Birliği ordunun radikal kanadı teşkil etmiştir. Bu kanat, ordu iktidarının sürekliliğini, demokrasiye geçişin ertelenmesini savunmuştur. On Dörtler Olayı diye hatırlanan şekilde tasfiye edilmelerine mukabil, o kanat idamları savunmuş ve infazını sağlamıştır. 

İdamlar darbeden 16 ay sonra gerçekleştirilmek gibi akıl dışı (öncesinde/hemen olsaydı da akıl dışı diye nitelendirilirdi) bir karar almış, öylelikle Türkiye’de kapanmayacak bir toplumsal yara açılmıştır. İnönü, idamları önleyebilirdi. Bu kesindir. Son dakikaya kadar beklemiş ancak o aşamada tepki göstermiştir. MBK’dan kendisine gidip idam kararlarının onaylanmaması yönünde kendisine telkinde bulunanlar olmuştur. Bu açık bilgidir. 

O kişilerin İnönü’ye gitmesindeki neden şahısların idamını engellemekten daha önce gelen bir nedene dayanır. O neden, idamların İstanbul’da SKB tarafından desteklenmesidir. Yani, SKB ağır basıp, MBK’daki Gürsel-Madanoğlu kanadının altındaki iktidar zeminini kaydırmaktadır. (14’lerin Kasım 1960’daki tasfiyesine rağmen SKB olayları hız kesmemiştir.) İnönü ağırlığını koyup, idamları engellerse iktidar yeniden MBK’ya geçecektir. İsmet Paşaya müracaatın altındaki gerçek neden budur. 

Paşa o noktada idamlara karşı çıkmıştır. Fakat çok geçtir. Yassıada Mahkemeleri halk nezdinde de anlamını yitirdikten (o haliyle başlangıçta da bir anlamı yoktur) ve darbenin üstünden 16 ay geçtikten sonra idamların gündeme gelmesi ürperticidir (başta da idam söz konusu edilmemeliydi). Paşa bu gerçeği kendisine gelenlere katarmıştır. Ne var ki, İnönü, idamları kamuoyu önünde açık politik bir tavırla engellememiştir. Bunu yapacak gücü ve itibarı vardı. Muhtemelen orduyla ters düşmekten ve onlar üstündeki otoritesini ve saygınlığını yitirmekten çekiniyordu. Oysa ordu üstündeki gücü çok hak edilmiş şekilde ve her türden hassasiyetin ötesinde kazandığı tarihsel saygınlığa dayanıyordu.

Üstelik o tutumuyla ordu içi bozuk hiyerarşiyi de yerine oturtabilirdi. Olmadı. İdamlar kanatların güç çekişmesine döndü. SKB kazandı. Öylece hem büyük bir siyasal hata yapıldı hem de ordunun iktidara, üstelik de hiyerarşi dışı bir şekilde müdahalesi 1980’e kadar fiili olarak cereyan eden, işleyen bir gerçekliğe dönüştü. SKB yanlısı kanat hemen ertesinde Talat Aydemir gibi girişimlere olanak vermiş, o da 9 Mart 1971 hareketinin çekirdeğini oluşturmuştur. 9 Mart hareketi açıkça Baasçı bir özlemdir. 

Üçüncüsü, 27 Mayıs hareketi bir bütün olarak ele alınınca hem CHP’ye mal edilmiş, onun savunusuna bırakılmıştır hem de darbenin hazırlanmasına yeşil ışık yakmasından ve darbenin gerçekleşmesinden sonra, İnönü’nün tüm dikkatine rağmen, CHP’de yeni bir ‘ilericilik’ tanıma yol açmıştır. ‘Darbe’ yoluyla ve asker aracılığıyla ilericilik düşüncesi daha sonra Türkiye’de ‘sol Kemalist’ kadroların ideolojisi olarak çok yakın tarihlere kadar savunulmuştur. 

Her ne kadar önce İnönü, Talat Aydemir cunta/darbe girişimlerine mükemmel şekilde ve şiddetle karşı çıkmışsa da 12 Mart darbesine aynı tepkiyi göstermemiştir. 12 Mart darbesine çok sert tepki Bülent Ecevit’ten gelmiş, Ecevit bu çıkışıyla CHP’yi ‘devlet partisinden halk partisine’ dönüştürmüş ve ona gerçek sol (hatta sosyalist) bir içerik kazandırarak 1973 ve 1977’deki tarihsel başarılarını sağlamış ama daha sonra pozisyon değiştirerek sol Kemalizmin askerci özelliklerine geri dönmesine zemin hazırlamıştır. 

Söz konusu üç hatanın neden onca ağır olduğu ancak darbenin ideolojik yapısı ve hazırladığı anayasa anlaşılırsa kavranabilir. Türkiye’deki modernleşmenin 1960 sonrasındaki tarihi tamamen askere dönük bir arayışla geçmiştir. Bu arayış çok hazindir. Çünkü, Türkiye’deki siyasallaşmanın erginleşmesini engellemiştir. Türkiye’de aydınlar hatta siyaset sınıfının bir kesimi toplumsal dönüşüm bakımından tek çare olarak ordu öncülüğünü görmeye başlamıştır. Türk siyaset ve toplum bilincinde zaten örtük olarak bulunan bu yaklaşım 27 Mayıs sonrasında somutlaşmıştır. Askerin iktidarı amaçladığı ama asla bir aydın ittifakını öngörmediği bir gerçektir ve bu gerçek çok hazin şekilde, ancak 12 Mart’ın ‘Balyoz’ operasyonundan sonra, o da kısmen, anlaşılmıştır. Aydınlar ordu desteğinde bir sol dönüşüm için çok emek vermiş ama orduya çarpmışlardır. Ordunun niçin böyle bir tutum içine girdiği ancak 27 Mayıs’ın ideolojik ve yapısal çerçevesi anlaşıldığına kavranabilir. Gelecek yazıda konuyu o yönden ele alacağım.

  • CHP’de değişimin ve dönüşümün parametreleri CHP’de değişimin ve dönüşümün parametreleri
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?
27 Mayıs 1960 DarbesiDemokrat PartiYabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu

Yorum Yazın

e-bülten sağ blok
Hasan Bülent Kahraman
    Hasan Bülent Kahraman

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Hasan Bülent Kahraman
    Hasan Bülent Kahraman 27 Mayıs 1960 Darbesine Yeni Bakışlar (1)
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş Erdoğan’ın uğradığı en büyük hezimet
    Adnan Ekinci
    Adnan Ekinci Anayasa Günlüğü - İlk Gün
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık Ey CHP: Titre ve Kendine Dön
    Tuğba Muslu
    Tuğba Muslu Düşünmeyen nesiller projesi
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Beyaz Saray’da aşk başkadır!
    Osman Erden
    Osman Erden “Führer’e İtaat”
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Şirin: Bu kitabı alamayacak babalara ücretsiz ulaştırmak istiyorum
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel İsrail-İran ve Ortadoğu
    Burak Can Çelik
    Burak Can Çelik İsrail-İran geriliminde yeni perde: Son gelişmeler ve bölgesel yansımalar
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal İsrail-İran Savaşı’nın dinamikleri ve Türkiye
    Mehmet Hasgüler
    Mehmet Hasgüler Bir AİHM kararı: Kara haber mi müjde mi?
    Gülseren Aydın
    Gülseren Aydın Meltem Arıkan oyunlarına feminist bakış
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç BOP tıkır tıkır işliyor: Sessiz kartlar, derin hesaplar
    Hakan Şahin
    Hakan Şahin İsrail’in İran Saldırısı Türkiye’ye Neler Söylüyor?
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş Yetimhane dünyanın en ilginç mimari koruma projelerinden biri olabilir
    Turgay Bozoğlu
    Turgay Bozoğlu Nükleer gölge ve ekonomik fırtına: Yeni bir krize hazır mıyız?
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Bir dostu ölü götürmek
    Bahar Akpınar
    Bahar Akpınar Penelope’nin örgüsünden bugünün kadınlarına: Oyalanmanın, hatırlamanın ve direnmenin ritmi
    Bekir Ağırsoy
    Bekir Ağırsoy 1988-89 En Güzel Futbol Sezonu(muz) (2): Başka türlü bir şey
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    tanpınar haber altı
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı