Brezilya’da eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ’nun mahkûmiyetinden bir hafta sonra, 25 Eylül günü, Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy suç örgütüne (association de malfaiteurs) üyelikten 5 yıl hapis, medeni haklarından mahrumiyet ve siyaset yasağı ile 100 bin avro para cezasına mahkûm edilmiş bulunuyor. Savcının 7 yıl hapis ve 300 bin avro para cezası istediği göz önüne alındığında mahkemenin insaflı davrandığını söylemek mümkün. Bu mahkûmiyet Fransa siyasi tarihinde bir ilk hiç kuşkusuz.
Sarkozy ile birlikte Elysée eski Genel Sekreteri Claude Guéant 6 yıl hapis, 250 bin avro para cezasına, eski Bakan Brice Hortefeux ise 2 yıl hapis 50 bin avro para cezasına mahkûm edilmiş bulunuyor. Aynı davadan ayrıca biri Suud, biri Cezayir vatandaşı iş insanı, biri İsviçreli bankacı, biri Sri Lankalı avukat, biri de Kaddafi yönetiminde kabine direktörü olmak üzere 5 yabancı da çeşitli cezalara mahkûm edilmiş durumda.
Sarkozy’nin mahkûmiyeti ile sonuçlanan bu dava Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandığı 2007 seçim kampanyasının yasadışı finansmanıyla ilgili. Seçimlerde mensubu bulunduğu Halk Hareketi Birliği UMP’nin (Union pour un Mouvement Populaire) gelecek dönem Cumhurbaşkanı adayı olmak isteyen ancak adaylığının kabulünden ve finansal desteğinden emin olmayan Sarkozy, 2005’in son, 2006’nın ilk çeyreğinde finansman arayışına girmişti. Aranan kaynak, Kaddafi’nin Libya’sından edinilecekti.
Kararın gerekçesine göre, o dönemde İçişleri Bakanı olan Sarkozy’nin en yakın arkadaşları Claude Guérant ve Fillon hükümetinde daha sonra bakanlık yapmış olan Brice Hortefeux 2005’te Libya rejiminin ikinci adamı Abdalla Senoussi ile gizli görüşmeler yapmışlardı. Senoussi, UTA (Union de Transports Aériens) şirketinin, 19 Eylül 1989 günü, Brazzaville-Paris seferini yapan DC 10 uçağının Nijer üzerinde bombalı bir terör saldırısı sonucu düşürülmesinden ötürü Fransa’da müebbet hapse mahkûm edilmişti. Söz konusu iki siyasetçi, Sarkozy adına, Senoussi ’den, seçim kampanyasını desteklemesi karşılığı, hakkındaki yakalama tedbirini kaldırma sözü dahil 12 Airbus satışı gibi daha birçok vaatte bulunmuştu. Kararda, Senoussi’nin akıbetiyle ilgili olarak yargıda hukuken mümkün olmayan bir gelişme olmamasının bu konuda vaatler yapılmadığı anlamına gelmediği vurgulanıyor.
Finansal hareketler
Mahkûmiyet kararında, Libya’dan hangi kanal üzerinden para çıktığını belirlemenin mümkün olmadığı ama paranın Sarkozy’nin kampanya hesabına girdiğinin saptandığı belirtiliyor. Aynı şekilde, Libya eski Petrol Bakanı Choukri Ghanem ile aralarında Senoussi’nin de bulunduğu Libya’lı yöneticilerden Sarkozy’nin seçim kampanyasını desteklemek için para gönderildiği vurgulanıyor. Para miktarı ve hangi gizli yollardan iletildiği bilinmemesine karşın kampanya sonunda hesapta kaynağı belirlenemeyen ve izah da edilemeyen 35 bin avro saptandığı, sadece bunun toplam destek miktarının ne kadar olduğundan bağımsız olarak, yapılan yolsuzluğu ortaya koyduğunun altı çiziliyor.
Mahkûmiyet kararında, ortaya çıkan gerçeklerin yurttaşların seçtikleri temsilcilerine güvenini ciddi şekilde sarstığına, Sarkozy’nin kendi servetinde bir artış tespit edilmemiş olsa da yolsuzluğun amacına ulaştığına dikkat çekiliyor. Nitekim kampanyanın yasadışı finansmanı yoluyla Sarkozy’nin devletin en üst mevkiine ulaştığının ve beş yıl boyunca bu pozisyonda görev ifa ettiğinin, bunun da Cumhuriyet ilkelerine aykırı olduğunun altı çiziliyor.
Kararın sonuçları
Paris Nanterre Üniversitesi öğretim üyesi yargıç Vincent Sizaire, 25 Eylül günü Le Monde’un “Tribune” köşesinde yayımlanan “Sarkozy-Kaddafi Davası: “demokratik bir toplumda adalet halk adına sağlandı” başlıklı yazısında, eski Cumhurbaşkanı’nın mahkûmiyetinin sonuçlarını ele alıyor. Niyetinin milli iradeyi gasp eden “yargıçlar hükümeti”, başka bir deyişle, “dikastokrasi” fikrini desteklemek olmadığını vurgulayan Sizaire, bu kararı alan yargıcın müdahalesinin tam aksine Cumhuriyet yönetiminin iyi işleyişinin temel direklerinden biri olduğunu savunuyor.
Bu bağlamda, mahkemenin bu kararında kendisini, bir siyasetçi hakkında seçim kaynaklı görevini yerine getirip getirmediğine ilişkin değerlendirme yapmakta tek yetkili olan egemen halkın yerine koyduğunun altını çiziyor. Demokratik bir toplumda, adaletin halkın adına sağlanacağı; o bakımdan yargıçların yürütme ya da yasama üyeleri gibi doğrudan yurttaşların temsilcileri olduğu sonucuna varıyor. Bu doğrultuda kendilerine verilen görevin kim olursa olsun herkes için Cumhuriyet’in legalitesini güvence altına almak olduğunu kaydediyor. Bu güvencenin, 26 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 6. maddesinde öngörüldüğü gibi, “kanun önünde tam eşitlik” için hakları savunarak veya ihlalini cezalandırmak suretiyle sağlanacağının altını çiziyor.
Bu felsefi yaklaşım, alınan kararın aslında bir toplumda üç erkten en güçlüsünün yargı erki olduğu anlamına gelen dikastokrasiden çok farklı olduğunu ortaya koyuyor. Ama hukuk felsefesi bir tarafa bırakılacak olursa, bu karar öncelikle seçim yarışında yasadışı finansmanın seçimin eşit koşullarda yapılmaması sonucunu doğurduğunu, dolayısıyla cezalandırılması gerektiğini ortaya koyuyor. Hâkim ve Savcıları bir araya getiren Sendika USM’nin (Union Sindical de la Magistrature) Genel Sekreteri Alexandra Vaillant, mahkeme kararının siyasi değil üç yargıçlı bir heyetin aldığı, olaylara ve yasalara uygun bir karar olduğunu belirtiyor. Devamla, “ne zaman siyasi bir şahsiyetle ilgili bir karar alınıyorsa, yargıçlara saldırılıyor. Oysa sorun adaletle değil, kendileriyle ilgili olduğunda onu sorgulayan kamu yöneticilerinden kaynaklanıyor” diye yakınıyor.
Karara tepkiler
Nicolas Sarkozy doğal olarak sert tepki gösterdiği kararı “hukuk devletine darbe” olarak nitelemiş bulunuyor. Eski Cumhurbaşkanı ilk tepkisi “cezaevinde uyumamı istiyorlarsa uyurum ama kafam dik. Masumum bu karar bir skandaldır. Yapmadığım bir şey için mahkûm edildim” sözleri olmuştu. 13 Ekim itibariyle cezaevine girmesi söz konusu olan Sarkozy temyize başvurmuş durumda oysa. Bir anlamda karar daha kesinleşmediği için temyiz sürecinde tutuklu yargılanmış olacak. Vaillant bu gibi davaların yüzde 80 inde tutuklama kararı alınmasının doğal olduğunu vurguluyor ama 70 yaşına gelmiş bir Cumhurbaşkanı için bunun ne kadar doğal olduğu soru işareti oluşturuyor kuşkusuz.
Cumhuriyetçiler LR’in (Les Républicains) Başkanı İçişleri Bakanı Bruno Retailleau kararın siyasi nitelikli olduğunu öne sürerek, partinin eski Başkanları Sarkozy’nin arkasında olduğunu vurguluyor. LR’in yanı sıra karara en çok tepkinin aşırı sağdaki RN’den (Rassemblement National) geldiğinin altını çizmekte yarar var. Geçen baharda siyasi yasaklı olan Marine Le Pen, eski rakibi Sarkozy’e ilk destek veren siyasetçilerden biri oldu. Bu vesileyle de adaletin siyasi nitelikli olduğunu bir kez daha dile getirme fırsatını buldu: “ Anladım ki bir grup yargı mensubu siyasetçileri kıskaca almak için bir av listesi oluşturmuş. Gördüğünüz gibi listenin en başında eski bir Cumhurbaşkanı yer alıyor.” Marine Le Pen’e göre, Sarkozy üzerinden asıl mahkûm edilen ona oy vermiş olan vatandaşlar.
Sarkozy’yi destekleyen politikacılar eski Cumhurbaşkanı’nın cezaevine girmemesi için Cumhurbaşkanı Macron’un af yetkisini kullanmasını istiyor. Anayasa’nın 17. maddesi Cumhurbaşkanı’na böyle bir yetkiyi tanıyor. Ama karar henüz kesinleşmeden böyle bir imkânın olup olmadığı hususu tartışmalı. Hukukçular 17. madde çerçevesindeki affın temyize giden kararı durdurmayacağı, o bakımdan Meclis’ten bir yasa geçirmek gerektiği görüşünde. Siyasetçiler Macron’un siyasi nedenlerle 17. maddeyi kullanmayı istemeyeceği, sorumluluğu tek başına üstlenmektense paylaşmayı yeğleyeceği kanısında. Çünkü Sarkozy’nin affedilmesi neden benzer durumdaki siyasetçilerin, örneğin sadece siyasi yasaklı olan Marine Le Pen’in affedilmediği veya affedildiği sorularını gündeme getirecek kaçınılmaz olarak.
Sonuç olarak, iktidardaki bir lider veya siyasi parti mensubunun Sarkozy gibi seçilmek için yasadışı finansman yollarını kullanması ciddi bir demokrasi, temyiz aşamasında daha kesinleşmemiş bir karara dayanarak eski bir Cumhurbaşkanı’nı tutuklama ise önemli bir hukuk sorunu. Demokratik hukuk devletinde, iktidarın hukuku siyasi amaçla kullanma dürtüsü ile yargının dikastokrasi eğilimi arasındaki hassas dengenin mutlaka gözetilmesi gerekiyor. Her iki uçta da darbe milli iradeye yapılmış oluyor çünkü.

Yorum Yazın