İktidar sahipleri veya popülist aktörler, cehaleti ve post-truth araçlarını kullanarak kısa vadeli başarılar elde edebilirler. Ancak uzun vadede toplumsal rasyonaliteyi ve demokratik iklimi koruyacak olan, iyi eğitilmiş bireylerden oluşan bir topluma sahip olmaktır. Haberin apaçık sunulması bir gerekliliktir; fakat asıl hedef, o haberin okuyan tarafından doğru şekilde anlaşılmasını sağlayacak toplumsal kapasitenin inşa edilmesidir.
Bir olgunun halka açıklanması gerektiği düşüncesi, modern demokratik söylemin merkezinde yer alır: devletler, kurumlar ve basın, kamuoyunu bilgilendirmekle yükümlüdür. Ancak verinin açıklanması ile verinin yorumlanması arasında ince ama kritik bir fark vardır. Bir şeyi kamuya açıklamak, eylemin kendisini görünür kılmak; nedenlerini, şartlarını ve sonuçlarını basitçe paylaşmak demektir. Buna karşılık, bir şeyi halka anlatmak zorunda olmak yani bilgiyi yorumlamak, özetlemek ve nihai anlamını teslim etmek, siyasi, etik ve epistemolojik sorunlar doğurur. Bu sorunlar yalnızca bilgi aktarım yöntemleriyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda toplumun bilgiye erişim kapasitesi, eleştirel düşünme düzeyi ve medyanın gücü ile doğrudan ilintilidir. Eğer bir toplumda bireyler iyi eğitilmiş değilse, kamuya sunulan en açık bilgi bile, yorumlarla süslenip, seçilerek ve manipüle edilerek farklı anlamlara dönüştürülebilir. Böyle bir ortamda “haberi anlatma” iddiası, çoğunlukla iktidar sahipleri ya da etkili aktörler lehine araçsallaştırılır.
Kamuya açıklama pratiğinin yanlışlığını anlamak için açıklamanın nasıl algılandığına ve nasıl dönüştürüldüğüne bakmak gerekir. Bilgi aktarıldığında okurun, izleyicinin ya da dinleyicinin alacağı ilk izlenim, aktarıcının sunduğu çerçeveye dayanır. Çerçeve belirlenmişse; hangi ayrıntıların öne çıkarıldığı, hangi soruların sorulduğu ve hangi terimlerin kullanıldığı veriyle birlikte “anlam” üretir. Bu üretim sürecinde aracının niyeti, yeteneği ve ön yargıları belirleyici olur. Eğer toplumu oluşturan bireyler rasyonel muhakeme, istatistiksel okuryazarlık ve eleştirel analiz becerilerinden mahrumsa ortaya çıkan anlam genellikle aktarıcının tercih ettiği yorum olur. Sonuç olarak, mesele yalnızca haberin apaçık sunulması değil; bu açık bilgiden doğru anlamı çıkarabilecek bireysel kapasitenin varlığıdır. Kamu söyleminin sağlıklı işleyebilmesi, esasen bu kapasiteye dayanır.
Eğitimin Rolü: Rasyonel ve Eleştirel Birey
Toplumsal hayatın sağlıklı işlemesi, büyük ölçüde bireylerin eğitimi ile ilgilidir. Burada “eğitim” salt akademik kapasite anlamına gelmez; eleştirel düşünme becerileri, mantıksal muhakeme, temel istatistik anlayışı, kaynak değerlendirme yeteneği ve bilişsel ön yargıların farkında olma gibi zihinsel alışkanlıkları kapsar. İyi eğitilmiş birey, bir haber metnini okuduğunda sadece metin içeriğini almakla kalmaz; haberin dayandığı veri setini, sunum biçimini, olası çıkarım yollarını ve alternatif okuma biçimlerini de zihninde değerlendirir. Böyle bir kişi, bir başkasının yorumuna bağımlı olmadan olgunun manasını sınayabilir, eksik ya da çarpıtılmış unsurları tespit edebilir ve gerektiğinde kendi çıkarımını kurabilir.
Eğitimin eksik olduğu toplumlarda ise durum farklıdır. Bireyler, karşılarına çıkan bilgiyi değerlendirmek yerine, bilgiyi taşıyan kişinin otoritesine ya da bilgiyi sunduğu mecranın duygusal vurgularına yönelir. Bu alanda “anlatma” tavrı kolayca otoriter bir üslupla örtüşür: bilgi verilmiyor, bilgi müşterek bir anlamda paketlenip tüketiciye sunuluyor. Bu paketlemenin içinde gerçekler, yorumlar ve değersel yönlendirmeler birbirine karışabilir. Okur bu karışımı ayıracak araçlardan yoksunsa, sunulan anlatı neredeyse tek gerçek haline gelir. Dolayısıyla iyi eğitimin önemi sadece bireysel yeterliliklerin geliştirilmesiyle sınırlı kalmaz; toplumsal bir savunma mekanizması olarak da işlev görür. Eğitim, bireyi manipülasyona karşı dirençli kılar; eleştirel bakış açısı sağlanmadığı takdirde ise aynı haber, farklı gruplar tarafından tamamen farklı gerçekliklere dönüştürülebilir.
İyi eğitimin bir diğer yönü de normatif: toplumda ortak bir epistemik kültürün inşasıdır. Bu kültür, hangi bilgi türlerinin güvenilir sayılacağı, hangi metotların bilgi üretiminde standart olduğu, delilin nasıl değerlendirileceği gibi konularda ortak alışkanlıklar ve beklentiler oluşturur. Ortak epistemik normlar kuvvetliyse, aynı olay karşısında insan toplulukları arasındaki radikal anlam ayrılıkları azalır; çünkü insanlar hangi kanıtlara dayanılarak değerlendirme yapılacağını paylaşır. Eğitim eksikliği ise bu ortak zeminleri aşındırır; farklı topluluklar aynı kanıtı farklı şekillerde yorumlar, aynı kelimeler farklı anlamlar taşır ve toplumsal anlaşmazlıkların kaynağı haline gelir. Elbette ki bunu mümkün kılmanın elverişli araçları mevcut.
Siyasetçilerin, gazetecilerin ve kurumların sorumluluğu iki yönde şekillenir: birincisi bilgi üretiminde ve sunumunda maksimum açıklık ve objektiviteyi korumak; ikincisi ise toplumun eleştirel kapasitesini güçlendirecek politikalarla eğitimi piyasa ve gündemin dar kalıplarından çıkarmaktır
Post-Truth, Manipülasyon ve Kutuplaşmanın Mekanikleri
Post-truth çağının teknolojik ve kültürel araçları, bilginin değiştirilmesini ve anlamının yeniden yazılmasını son derece maliyetsiz hale getirdi. Sosyal medya platformları, görsel ve işitsel içeriklerin anında geniş kitlelere ulaşmasını sağlarken; algoritmalar dikkat ekonomisi mantığıyla çalışıp duygusal ve onaylanma temelli içeriklere öncelik veriyor. Bu iki unsur bir araya geldiğinde, “anlatılmak zorunda bırakılan” bilgi özellikle tehlikeli hale gelir: çünkü mesajın yayılmasında doğruluk değil etki belirleyici oluyor. Eğitimli bir okur, algı yönetimine karşı refleks geliştirmişken; eğitimsiz bir kitle, yoğun tekrar, duygusal çerçeveleme ve selektif bilgi sunumu ile hızla yönlendirilebiliyor.
Manipülasyonun aracı olarak kullanılan teknikler de çeşitlidir: seçici görselleştirme, bağlamdan koparma, uzman görüşlerinin parçalanarak sunulması, sahte uzman üretimi, yanıltıcı başlıklar ve istatistiklerin anlaşılamayacak biçimde kullanımı bunlardan bazılarıdır. Bu teknikler, haberin “apaçık sunulma” iddiasını sahte bir şeffaflığa dönüştürebilir; veri açıkça sergilenmiş gibi dururken, sunuş biçimi ve vurgular gerçek anlamı gizler. Böyle bir ortamda, iki farklı grup aynı veriye bakıp tamamen zıt çıkarımlar yapıyorsa, sorun verinin kendisinden ziyade verinin nasıl işlendiği ve toplumsal okuryazarlık düzeyindedir. Buradan hareketle, kamuoyunu “doğru şekilde” yönlendirmeye çalışmak, kısa vadede etkili olabilir; uzun vadede ise toplumsal güvenin erozyonuna yol açar. Çünkü insanlar zamanla hangi aktörlerin hangi çıkarlar için anlattığını çözmeye başlar ve tüm anlatıları şüpheyle karşılar hale gelirler: bu sefer bilgi merci devamlı olarak sorgulanır ve toplumsal konsensus imkânsız hale gelir.
Ayrıca, bir grubun A çıkarımı yapıp diğer bir grubun Z çıkarımı yapması yalnızca epistemik bir sorun değil aynı zamanda demokratik meşruiyet açısından da sakıncalıdır. Demokratik süreçlerin sağlıklı işlemesi, ortak bir gerçeklik zeminine dayanır; eğer bu zemin yoksa, siyasi tartışmalar anlamlı çözümler üretmektense var olan hisleri teyit eden söylemlere dönüşür. Sonuç olarak, “herkes kendi hakikatini yaşıyor” türünden pratikler siyasal karar alma süreçlerini felce uğratır. Bu durum ancak toplumun eğitimle güçlendirilmesi, medya okuryazarlığının yaygınlaştırılması ve haber yapım süreçlerinin daha şeffaf, standartlara dayalı hale getirilmesi ile aşılabilir.
Sonuç: Şeffaflık, Eğitim ve Haber Yapımında Etik Sınırlar
Kamuya açıklama, epistemik sorumluluğun yalnızca bir parçasıdır. Bilginin açık biçimde sunulması elzemdir; ancak açığa vurma, onun yorumsuz ve müdahalesiz olduğu anlamına gelmez. Gerçekten sağlıklı bir kamu alanı, haberin sadece apaçık sunulmasıyla değil, aynı zamanda bireylerin bu haberi değerlendirebilecek zihinsel araçlara sahip olmasıyla mümkündür. Bu nedenle siyasetçilerin, gazetecilerin ve kurumların sorumluluğu iki yönde şekillenir: birincisi bilgi üretiminde ve sunumunda maksimum açıklık ve objektiviteyi korumak; ikincisi ise toplumun eleştirel kapasitesini güçlendirecek politikalarla eğitimi piyasa ve gündemin dar kalıplarından çıkarmaktır.
Haberin “anlatılmak zorunda bırakılması” yanlışlığının temelinde yatan argüman budur: anlatı sunma iddiası, eğer toplumun kendi değerlendirme yeteneğine yatırım yapılmamışsa, otoriterleşme ve manipülasyon için elverişli bir araç haline gelir. Bireylerin iyi eğitilmesi ise tek başına bir panzehir değildir ama bu araçları etkisizleştirir. Eğitim, bireyi yorumlarla yozlaşan bilgiye karşı korur. İdeal bir düzende haber, apaçık ve ölçülebilir verilerle birlikte, bağlamı net biçimde ortaya koyularak sunulur; birey de kendi entelektüel vasıtalarıyla olguyu değerlendirir. Böylece haberin nihai anlamı, bir anlatıcının tekelinde kalmaz; kamu tartışması daha sağlam bir zemine oturur.
Son olarak belirtmek gerekir ki bir olgu karşısında kamunun radikal ayrışmalarıysa sadece bilgi eksikliğiyle açıklanamaz; sosyo-ekonomik, kültürel ve tarihsel süreçlerin de rolü büyüktür. Ancak bu çok katmanlı nedenler göz önünde bulundurulduğunda bile, çözümün merkezinde eğitim ve şeffaf haber yapımı bulunur. İktidar sahipleri veya popülist aktörler, cehaleti ve post-truth araçlarını kullanarak kısa vadeli başarılar elde edebilirler. Ancak uzun vadede toplumsal rasyonaliteyi ve demokratik iklimi koruyacak olan, iyi eğitilmiş bireylerden oluşan bir topluma sahip olmaktır. Haberin apaçık sunulması bir gerekliliktir; fakat asıl hedef, o haberin okuyan tarafından doğru şekilde anlaşılmasını sağlayacak toplumsal kapasitenin inşa edilmesidir.

Yorum Yazın