İngiltere için Osmanlı İmparatorluğu’nun (Osmanlı) bulunduğu coğrafya, kendi çıkarlarını dünyanın diğer emperyal güçlerine karşı koruyan tampon bir bölge işlevi görüyordu. Osmanlı'nın Kasım 1914'te savaş ilanı, İngiltere’nin bu düşüncesini kökten değiştirerek, İngiltere’yi Lord Palmerston (Başbakan, 1855 – 1865) döneminden o güne kadar emperyal bir ulus devlet olarak kurumsallaştıran, yöneten, başbakanlık, komutanlık, bakanlık yapan politikacıların Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü koruyan geleneksel politikasını sona erdirdi.
Osmanlılar Almanya’nın yanında savaşa girmekle sadece İstanbul Boğazı üzerinden Rusya'ya giden ikmal yolunu kesmekle kalmayacak, İngiltere'nin doğuyla deniz bağlantısını sağlayan Süveyş Kanalı'nı da tehdit ederek, İran'a ve dolayısıyla Hindistan'a yönelik de bir tehdit oluşturacaktı. Öte yandan savaş, Çarlık Rusya'sına yıllardır hedeflediği Karadeniz'e açılan boğazların kontrolünü ele geçirmenin, Fransa’ya da Levant'ta sürdürdüğü siyasi, kültürel, dini ve ticari üstünlük mücadelesini güvenceye alabilmenin bir fırsatı olarak değerlendirildi.
Çanakkale Geçilmez
Savaştan üç ay sonra İngiltere ve Fransa, Çanakkale harekâtına başladığında (19 Şubat 1915), kolay sonuç alabileceklerini düşünmüştü. Oysa umduklarının tersine kısa sürede başarı bir yana, 18 Mart deniz saldırısından bir ay sonra (25 Nisan) yapılan Gelibolu çıkarması da başarısız oldu ve sonunda geri çekilmek (Aralık) zorunda kaldılar. Çanakkale’nin geçilememesi İngiltere’yi, Rusya’nın İstanbul ve Çanakkale boğazlarına ilişkin istekleri ile başlayan, Fransa, İtalya ve Yunanistan ile devam eden taleplerini kabul etmeye zorladı.
Boğazların kendi yönetimine verilmesi için sabırsızlanan Rusya’nın talepleri sadece boğazları değil, İstanbul’un, Karadeniz'den Çanakkale Boğazı'nın sonuna kadar uzanan Avrupa ve Asya kıyılarıyla, Marmara Denizi'ndeki adaları ve İmroz ile Bozcaada’yı da kapsayan bir egemenlik bölgesiydi. İngiltere, Rusya’nın bu isteklerini “savaşın başarılı bir şekilde sonuçlandırılması ve İngiltere ile Fransa'nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki hedeflerinin gerçekleştirmesi” koşuluna bağlı olarak kabul etti. İngiltere, Rusya’nın bu teklifini onaylarken (14 Mart 1915), Fransa da İngiltere’den kendisi için “İskenderun Körfezi ve Toros Dağları'na kadar uzanan Kilikya bölgesi ile birlikte Suriye'yi ilhak” talebinde bulundu.
İttifak devletlerinin Osmanlı’nın “savaş ganimeti” üzerine yaptığı “avını canlı canlı parçalayan çakal dalaşı”nı anımsatan bu talepler, İngiltere’nin de savaş planlarını yeniden gözden geçirmesine neden oldu.
Fransa, Rusya’nın boğazlara ilişkin isteklerine onay verirken, İngiltere’den kendisi için Kilikya ile birlikte “Suriye”yi de istedi. Fransa’nın “Suriye” tanımı, Filistin’i ve Hristiyanların kutsal topraklarını (Kudüs) da kapsıyordu. Savunma bakanı Kitchener “Filistin’in bize hiçbir faydası olmaz” görüşündeydi.
Bunsen Komitesi’nin kuruluşu
Asquith kabinesi, yeni durumu değerlendirmek için Sir Maurice de Bunsen başkanlığında Dışişleri, Hindistan, Donanma ve Ticaret Bakanlığı temsilcilerinden oluşan karma yapıda bir komite kurdu. Çanakkale’nin geçilememesi, İngiltere için Basra Körfezi ile Süveyş Kanalı arasındaki coğrafyanın stratejik önemini öne çıkardı. Bunsen Komitesi’nin hazırladığı rapordaki öneriler, Birinci Dünya Savaşı’nın yönünü belirlemenin ötesinde, İngilizlerin 1915-1918 yılları arasında, Orta Doğu’yu bugünlere taşıyan Ruslarla, Fransızlarla, Arap kabileleriyle ve Yahudilerle birlikte geliştirdiği politikaların çerçevesini oluşturdu.
Rapor, bugün yaşanan öfke ve çatışma tohumlarının, o dönemde “kerameti kendinden menkul” Lawrence, M. Sykes G. Picot, A. Balfour'un gibi birkaç uzmanın, istihbaratçının ve diplomatın “aceleyle” verdiği “muğlak” sözlerde, cetvelle çizilmiş belirsiz sınırlarda değil, “emperyal” bilinçle yapılmış, doğası gereği içinde karmaşık ilişkileri barındıran anlaşma ve raporlarda olduğunu göstermektedir. ABD ve Batı’nın 1991 Körfez Savaşından bu yana sürdürdüğü politikalar, hala İngiltere’ye 100 yıl önce Bunsen Komitesi’nin yaptığı önerilerin izlerini taşımaktadır.
Bunsen Komite Raporu’nun iki temel önerisi
Bunsen Komitesi, İngiliz hükümetlerine öncelikle müttefikler arasındaki sürtüşmelere karşı, İngiltere ve Fransa için iki çıkar bölgesi ile tarafsız yönetime bağlı bir “Filistin ve Hristiyanların Kutsal yerler” bölgesi belirlenmesini önerdi.
Ayrıca iki çıkar bölgesinin arasındaki sınırda, Akdeniz ile Basra Körfezinin, Hayfa ile Musul’un bir demir yolu inşa edilerek birbirine bağlanmasını önerdi. Sınırın başlangıç ve bitiş noktalarını İngiltere’nin Almanya ve Fransa ile olan rekabetini yansıtan farklı politikalarına göre belirlendi. Demiryolunun Akdeniz’deki başlangıç noktası olan Akka’daki Hayfa Limanı’nı, Fransa’nın ticari çıkarları, Almanya’nın Akdeniz’deki olası askeri gücü, sınırın Mezopotamya’daki bitiş noktası olan Ruvandiz’i ise (Basra körfezinin kuzeyi Musul’un güney batısı), İngiltere, Fransa ve Almanya’nın Bağdat Demiryolunun etkisine bağlı ticari ilişkileriyle Basra körfezindeki askeri varlığı belirledi.
Komite ikinci olarak, Süveyş Kanalı ile Basra Körfezi arasındaki coğrafyadaki vilayetlerin olası yönetimi için belirlediği dört seçeneğin güçlü ve zayıf yönlerini irdelendikten sonra, bu bölgelerin “Federal çizgide bir adem-i merkeziyetçilik”le yönetilmesini önerdi.
Hayfa Limanı’nın seçimi
Savaş Kabinesi, Rusya’nın İngiltere’den isteklerine cevap vermeden önce, donanmanın Çanakkale’yi geçerek İstanbul’a ulaşamaması durumda, İngiliz birlikleri için Suriye’den çıkarma yapılabilecek olası bir limanın neresi olabileceği üzerinde tartıştı (10 Mart 1915). Savunma Bakanı Kitchener ve Donanma Bakanı Churchill, bu amaçla İskenderun limanını önerdi. Churchill’e göre İskenderun, İngiltere'nin Alman deniz gücünü yenmesi durumunda da Fransızlara ve Ruslara karşı bir Akdeniz filosu kurulabilecek en uygun limandı. Kitchener de Rusya'nın İstanbul'da, Fransa'nın Suriye'de ve İtalya'nın Rodos'ta olması durumunda, başka bir gücün İskenderun'u elinde tutmasının İngilizlerin Mısır'daki konumunu zayıflatacağını vurguladı.
Ancak Fransa, Rusya’nın boğazlara ilişkin isteklerine onay verirken, İngiltere’den kendisi için Kilikya ile birlikte “Suriye”yi de istedi. Fransa’nın “Suriye” tanımı, Filistin’i ve Hristiyanların kutsal topraklarını (Kudüs) da kapsıyordu. Savunma bakanı Kitchener “Filistin’in bize hiçbir faydası olmaz” görüşündeydi.
Oysa savaştan çok daha önce, Akdeniz'den Mezopotamya'ya bir demiryolu olasılığı tartışılmış ve İskenderun, Hayfa'dan yapılacak demiryoluna göre daha uzun ve masraflı, üstelik kuzeyden herhangi bir noktada olası saldırıya da açık bulunmuştu. Osmanlı ile yaşanan Sina sınır anlaşmazlığından bir yıl sonra (1907), Savunma Komitesi, Süveyş Kanalı bölgesine olası bir saldırı korkusuyla Hindistan eski Dışişleri Bakanı Lord Morley başkanlığında, bir komite kurmuş komite de Kanal'ın savunulması için en uygun çıkarma yerinin Hayfa Limanı olduğuna karar vermişti.
Savaş komitesinde “Akdeniz’de bir liman” konusu yeniden gündeme geldiğinde, Maliye Bakanı Lloyd George da Filistin'in Mısır ile Suriye'deki Fransızlar arasında hem bir tampon bölge olduğunu hem de liman tesisleri bulunan Hayfa’nın Mezopotamya'ya bir demiryoluyla bağlanması durumunda İskenderun’a göre çok daha iyi bir alternatif olduğunu öne sürdü. Ayrıca Hayfa Limanı İngiliz çıkar bölgesi içinde kalacak olan Yarmuk Vadisi’nde olası petrol rezervlerine ve Ölü Deniz'deki potas yataklarına da yakın konumdaydı. Sonunda Savaş Bakanı Kitchener de İngilizlerle arada bir Fransız 'tampon bölgesi' sunamayan İskenderun’un yerine Hayfa'ya gönülsüzce razı oldu.
Bu tartışmalardan bir ay sonra, nisan ayında kurulan Bunsen Komitesi, Hayfa’yı Süveyş Kanalı’nın savunulması için kanala en yakın ve Hayfa-Dera’a hattından Hicaz demir yoluna, oradan da Mezopotamya’ya olası bir ilerleme için en uygun bir köprübaşı olarak belirledi.
Daha sonra Sykes Picot anlaşmasıyla Hayfa ve Akka limanları, Süveyş Kanalı'nın savunulması ve Mezopotamya ile iletişim için asgari bir gereklilik olarak İngilizlere bırakıldı. İngiliz gemilerine ve İngiliz mallarına İskenderiye'de serbest liman olanakları ve Mezopotamya'ya serbest geçiş hakkı, karşılığında ise Fransızlara Hayfa'da serbest liman hakkı verildi.
Ruwandiz (Musul) David Koridoru’nun bitiş noktasının seçimi
İngiltere, Rusya’nın Boğazlara ilişkin talebini kabul ederken karşılığında, Rusya’dan daha önce imzalanan İngiliz-Rus Anlaşmaları (1907) çerçevesinde oluşturulmuş olan, İran'daki ‘çıkar bölgeleri’nin yeniden gözden geçirilmesini istedi. Rusya’nın bu koşulu kabul etmesi, daha önceki anlaşmayla belirlenen İran’ın kuzeyindeki Rus kuzey 'çıkar bölgesi' ile güneyindeki İngiliz 'çıkar bölgesi' arasındaki 'tarafsız bölge'nin de İngiliz çıkar bölgesi olarak kabul edilmesi anlamına geliyordu. Böylece Fransız-İngiliz çıkar bölgeleri arasındaki sınır, güney batıdaki başlangıç noktası olan Hayfa Limanı’ndan (Akka), kuzey Doğu’daki bitim noktası olan Ruwandiz’e, oradan İran sınırına kadar uzanarak, İran'ın topraklarının çoğu da İngiliz çıkar bölgesi içine girmiş oluyordu.
Komiteye göre Mezopotamya, Rusya ya da Osmanlı İmparatorluğu’nun bir saldırısına karşı sonradan desteklenebilecek, nispeten küçük bölgesel bir güçle savunulabilirdi (Kut’ta başarısız oldu, esir edildi). Ancak, destek güç gelene kadar düşmanın küçük bir garnizon tarafından durdurulabileceği 'doğal' sınırlar çok azdı. Bu nedenle Komite Mezopotamya'nın tamamının güvence altına alınmasını, Musul'un kuzeyindeki dağlarda İngiliz birlikleri için uygun bir sınır oluşturularak, Arap ve Kürt askerlerle takviye edilmesini önerdi. Ancak, İngiltere’nin Hint birliklerinin gelmesi çok uzun süreceği için, Mezopotamya’daki güçlere esas desteğin Doğu Akdeniz kıyısından, Hayfa'dan başlayarak Şam üzerinden Musul'a ve oradan da Basra'ya uzanan bir demiryolu inşa edilerek sağlanmasını önerdi.
Sonunda Fransa, Sykes-Picot anlaşmasıyla kendi çıkar bölgesini Irak'ın kuzeyine, Musul bölgesine kadar genişleterek Lord Kitchener'in de istediği gibi Rusya ile İngiliz bölgesi arasında bir tampon bölge oluşturdu. Karar verildikten sonra İngiltere, Musul'u terk ederken bölgedeki petrol rezervleri üzerinde, Fransızların hâkim olduğu bölgelerdeki mevcut İngiliz imtiyazlarının korunacağını güvenceye bağladı.
“Fransız Tampon Bölgesi” ve Sınırının Belirlenmesi
Bunsen Raporu, İngiltere’nin Süveyş Kanalı ve Filistin‘in stratejik konumlarına ilişkin yaklaşımından farklı olarak, Kuzey Mezopotamya'nın statüsünü etkileyen her toprak düzenlemesinden İngiltere’nin öncelikle pay alma hakkı olduğunu gösteren bir bakış açısını yansıtmaktadır. Bu farklılığın nedeni, İngiltere’nin Rusya ve Fransa karşısında duyduğu endişelerdi. İngiltere, Rusya'nın nüfuzunu bölgenin güneyine doğru genişletmesinden, Fransa'nın da İskenderun’da egemenlik kurma ve Filistin'de söz sahibi olma isteğinden endişeliydi. Bu endişeler, Komite Raporu’nun çıkar bölgesinin doğudaki sınırlarını ve o bölgedeki toplumların yönetimine ilişkin önerilere yansıdı.
Nisan sonunda (1915) Lord Kitchener kabineye, savaştan sonra İngiltere'nin Rusya ile herhangi bir çatışmadan dikkatle kaçınması gerektiğini vurgulayan bir bildiri sundu. Bildiride, Rusya‘nın Osmanlı’ya bağlı güçlere ve gelecekte potansiyel bir düşman olabilecek Fransa'ya karşı bir denge unsuru olduğu savunuluyordu. Fransa’nın Suriye'nin güneyinde, Filistin’de toprak istemek için bir nedeni bulunmamalı, Fransa’nın toprak istekleri Rusya ile çarpışabilecekleri kuzeyde yoğunlaştırılmalıydı. Bunsen komitesi de Kitchener’in bu görüşünü dikkate alarak İskenderun'un Fransızlara bırakılmasını önerdi.
Fransız çıkar bölgesinin doğuya doğru uzatılması, sadece Fransa’nın Filistin’de olası bir toprak talebine karşı bir vazgeçme değil, aynı zamanda İngiltere’nin Mezopotamya savunması için Rusya ile İngiliz çıkar bölgesi arasında bir tampon bölge oluşturma stratejisine dayanıyordu. İngiltere'nin Mezopotamya'yı elinde tutması, Basra vilayetinin başka bir gücün eline geçmemesi anlamına geliyordu. Basra’yı elde tutmak için ise Musul vilayetinin de ele geçirilmesi gerekiyordu. Çünkü Musul’un Rus işgali altındaki kuzey İran'la ortak bir kara sınırı vardı. Rus-Japon Savaşı'nda (1907) Rusya, demiryollarını kullanarak cepheye 750.000'den fazla asker sürebilmişti. Musul’da da İngiltere'ye karşı bu gücünü kullanabilirdi. Bu nedenle de Komite İngiltere’nin Mezopotamya’daki savaş hedeflerine uygun olarak, İran sınırına yakın bir bölgenin Fransa'ya bırakılmasını önerdi.
Daha sonra (16 Aralık 1915), Sykes da Picot ile yaptığı anlaşma görüşmeleri konusunda Savaş Komitesi’ne bilgi verirken Akka haritasındaki “a” harfinden Kerkük'teki son “k” harfine kadar bir hat çizerek Fransızların Musul'u talep ettiklerini ve kendisinin de bunu uygun gördüğünü bildirdi. Aynı zamanda Savunma Bakanı Kitchener'in de benimsediği bu görüş, Bunsen komitesinin önerileriyle uyumluydu. Fransa topraklarını, misyonerlik çıkarlarının bulunduğu İran’ın güney batısındaki Urmiye Gölü ile Nasturi bölgesini de içine alacak şekilde doğuya doğru da uzatabilirdi. Ancak gene de kesin karar verilene kadar, komitenin tüm planlarında Musul İngiliz bölgesine dahil olarak gösterildi.
Sonunda Fransa, Sykes-Picot anlaşmasıyla kendi çıkar bölgesini Irak'ın kuzeyine, Musul bölgesine kadar genişleterek Lord Kitchener'in de istediği gibi Rusya ile İngiliz bölgesi arasında bir tampon bölge oluşturdu. Karar verildikten sonra İngiltere, Musul'u terk ederken bölgedeki petrol rezervleri üzerinde, Fransızların hâkim olduğu bölgelerdeki mevcut İngiliz imtiyazlarının korunacağını güvenceye bağladı.
İngiliz ve Fransız çıkar Bölgelerinin Sınırı: Hayfa’dan Musul’a “David Koridoru”
Komite, Akka'dan Şam'ın güneyine, oradan Tadmor (Palmira)-Deyr el-Zor-Zahu üzerinden Ruvandiz'e uzanan bir hattı, “stratejik kaygılarla” İngiliz çıkar bölgesinin kuzey sınırı olarak belirledi. Sınırın güneyindeki İngiliz çıkar bölgesinde inşa edilecek demiryolu, Hayfa limanını (Akka), Şam’ın güneyinden Musul’a (büyük bölümü) ve Musul’dan güneye Basra, Bağdat, vilayetleri üzerinden Basra körfezine bağlayacaktı. Sınırı belirleyen temel strateji, Avrupa'dan gelecek takviye kuvvetlerini Akdeniz’deki bir limandan Mezopotamya'ya taşıyacak demiryolunun inşa edileceği güzergah olmasıydı. Bu nedenle rapor, askeri bir gereklilik olan demiryolunun Fransız bölgesiyle aradaki sınırın hemen güneyinde, tamamen İngiliz egemenliği altındaki topraklarda inşa edilmesini önerdi. Rapor ekindeki haritada İngiliz çıkar bölgesi, ticaret pazarları, navigasyon ve sulama projeleri için nehirler, planlanan demiryolları için güzergahlar gibi Arap Ortadoğu’sundaki ve özellikle de Irak’taki İngiliz ekonomik çıkarlarının büyük kısmını kapsıyordu. Güney sınırı ise Akabe’den Basra’ya “Verimli Hilal’in bitiminden hemen sonra ‘Arap Kırallığı’na bırakılan çölün başladığı bölgeydi.
Arapların yönetimi
Komitenin ikinci önerisi, Süveyş Kanalı ile Basra Körfezi arasındaki coğrafyada birbiriyle sürekli çatışan, rekabet eden Arap toplumundaki dönemsel ayaklanma ve baskı döngüleriyle süren istikrarsızlığın giderilmesi için nasıl ve kimin tarafından yönetileceği üzerineydi. Öneri on dokuzuncu yüzyıl boyunca dünyanın her bölgesinde uygulanmış emperyal bir yayılma teorisine dayanıyordu. Bu teoriye göre, bir Avrupa devleti zayıf bir yönetimle karşılaştığında genişlemesini ancak başka bir Avrupa devletiyle karşılaşırsa durdururdu. Dolayısıyla çözüm, Arapların “Türkler” ya da başka bir Avrupa devletinin işgalini önleyecek bir yönetim biçimi bulunmasındaydı.
Komite, bölgenin yönetimi için belirlediği dört seçeneğin güçlü ve zayıf yönlerini irdeledi:
A: Osmanlı İmparatorluğu'nun bölünmesi;
B: Osmanlı İmparatorluğu'na dokunulmaması ancak Avrupa'nın kontrolü veya 'çıkar bölgeleri' altında kalması;
C: Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş öncesi statükoda olduğu gibi bırakılması;
D: Federal çizgide adem-i merkeziyetçilik.
Komite bu seçenekler içinden D seçeneğini önerdi. Osmanlı merkezi yönetimine alternatif olarak, bölgenin İngiltere'nin doğrudan kendi kontrolü yerine, “Woodrow Wilson'ın 14 Nokta”sına uyan, dolaylı olarak kontrol edebileceği “adem-i merkeziyetçi” özerk vilayetlerle yönetilmesini önerdi.
Plan, yerel işlerin yerinden yönetimlerce, dış ilişkilerin ise merkezden yürütülmesiydi. Bu plan müttefiklerin siyasi teorileriyle uyumlu olduğu gibi Arapların ve Ermenilerin umutlarını da canlı tutacaktı. Eğer uygulanamaz olduğu ortaya çıkarsa, gelecekte bağımsız Türk, Ermeni ve Arap devletlerinin kurulmasını kolaylaştıracaktı.
Bu amaçla güney Mezopotamya’daki yerel güçlerin güveni kazanılmalı ve öncelikle Basra Körfezi'nin kontrolünün ve Arap yarımadasındaki çeşitli şeyhlere verilen veya verilmekte olan taahhütler yerine getirilmeliydi. Genel olarak, Mekke Şerifi ve Araplara verilen güvencelerin, İslami kutsal yerlerin Müslüman yönetimi ve özellikle Körfez liderlerinin yani Kuveyt Emiri, Nejd Emiri (bin Suud), Basra halkı, Said İdris, İmam Yahya, Şeyh Mavia (Yemen), Mekke Şerifi ve Arapların güvenliğinin sağlanmasını gerekirdi.
Komite bölgenin ekonomik yaşamına ilişkin önerileri, İngiltere’nin bölgedeki ticari çıkarlarının korunmasına dayanıyordu. İngiltere’ye karşı her türlü ayrımcılık önlenmeli ve bölgedeki mevcut pazarları korunmalıydı. Sulama, nehir navigasyonu ve petrol endüstrisi dahil olmak üzere, İngiliz yatırımlarının ve Doğu Akdeniz'deki İngiliz iletişiminin güvenliğinin devamı sağlanmalıydı. Mezopotamya ekonomisinin merkezi olan Bağdat’ın özellikle sulama ve mühendislik alanındaki gelişmelerle buğday üretimi önemli ölçüde artırılabilirdi. Nehir taşımacılığının on dokuzuncu yüzyılın ortalarından beri kurulan İngiliz şirketlerinin elinde olması, limanların ve Şattülarap'ın İngiliz donanmasının koruması altında bulunması, bölgenin potansiyeli konusundaki iyimserliği arttırıyordu. Komite bölgede üretilen tahılın daha çok batıya ihraç edileceğini, Mezopotamya'nın tarım makineleri ve mamul mallar ithal edeceğini öngörüyordu.
İngiltere, Hayfa’dan Musul’a uzanan İngiliz Çıkar Bölgesi için Bunsen Komitesi’nin önerdiği ne adem-i merkeziyetçi, ne de “olmazsa sonradan bağımsız federal devletler kurulabilir” hedeflerini kalıcı olarak gerçekleştirebildi. Bunun yerine bölgede Irak, Suriye ve Mısır’ı da içine alan Arap milliyetçisi devletler oluşarak, istikrarsız ve Baasçı darbelerle yönetilen siyasal rejimler oluştu.
Sonuç
Son yüzyıl içinde, belirlenen İngiliz Çıkar bölgesinin kuzey sınırının başlangıcı olan Hayfa limanı ve “Filistin ve Kutsal yerler” bölgesi genişleyerek, İngiliz Çıkar Bölgesi içinde kurulan Manda yönetimine devredildi. Manda yönetimindeki topraklarda ise Balfur Deklarasyonu sonrasında bölgeye göç ederek çoğunluğu sağlayan Yahudiler, İsrail devletini kurdu.
Son yüzyıl içinde, İngiliz ve Fransız çıkar bölgelerinde ve bitiş bölgesi arasında Rusya ve “Türkler”e (Osmanlı) karşı oluşturulan tampon bölgede Irak ve Suriye devletleri kuruldu. İngiltere’nin Fransa’ya bıraktığı tampon bölgenin demografik yapısı değişti, bölgedeki Ermeni ve Türk nüfus azalırken Kürtlerin nüfusu arttı.
“İngiliz Çıkar Bölgesi”nin Basra’daki stratejik limanı Kuveyt’in Saddam yönetimindeki Irak tarafından işgal edilmesi, ABD güdümlü İŞİD saldırılarını tetikledi. İŞİD saldırıları da 100 yıl önceki politik dengelerle belirlenen Ortadoğu’daki sınırların “Büyük Ortadoğu Projesi” ile yeniden çizilme süreci”ni başlattı. Değişen sınırlar, “Fransız çıkar Bölgesi”ni “Fırat’ın Doğusu”nu ve Kuzey Irak’ı da içine alarak genişletirken, Fransızların Manda rejiminden kalan kültürel ve ekonomik etkisini daha da zayıflatarak bölgeyi Kürtlerin çoğunlukta olduğu bir “ABD çıkar bölgesi”ne dönüştürdü.
İngiliz ve Fransız Çıkar bölgelerini birbirinden ayıran sınırın İngiliz bölgesi içinde, Bunsen Komite Raporu’nun önerdiği Hayfa’dan Ruwandiz’e (Musul’a) uzanan bir tren yolu inşa edilemedi. Ancak raporda önerilen sınırla hemen hemen aynı güzergahta bulunan yeniden canlanan “David Koridoru”nun stratejik önemi İsrail’in de etkisiyle günümüzde daha da arttı.
İngiltere, Hayfa’dan Musul’a uzanan İngiliz Çıkar Bölgesi için Bunsen Komitesi’nin önerdiği ne adem-i merkeziyetçi, ne de “olmazsa sonradan bağımsız federal devletler kurulabilir” hedeflerini kalıcı olarak gerçekleştirebildi. Bunun yerine bölgede Irak, Suriye ve Mısır’ı da içine alan Arap milliyetçisi devletler oluşarak, istikrarsız ve Baasçı darbelerle yönetilen siyasal rejimler oluştu.
Sonunda, İŞİD saldırıları sonrasında Irak’ta Saddam rejiminden, Suriye’de ise “Fransız çıkar bölgesi’nin batısı”nda İŞİD’ten arta kalan İslamcı örgütlerin kontrolündeki Araplar ile, “İngiliz çıkar bölgesi”nin kuzey doğusundaki tampon bölgedeki Kürtler arasında yeni bir Suriye devleti kurulması için siyasi bir arayış sürüyor. İngiltere’nin yerini alan ABD de yüz yıl önce Bunsen Raporu’nun önerdiği gibi, yeni Suriye devletinin, “federal adem-i merkeziyet”çi, bir yapıda olmasını istiyor. Bu yapıda, Araplar ve Kürtlerin yanında Türkiye’nin de bir “Abi” gibi yer alması için yoğun çaba gösteriyor.
----
Kaynaklar
Aaron S. Klieman, 1968, Britain’s War Aims in the Middle East in 1915, Journal of Contemporary History, Vol. 3, No. 3, The Middle East (Jul., 1968), pp.237-251 (15 pages)
Robert Johnson, 2018, The de Bunsen Committee and a revision of the 'conspiracy' of Sykes-Picot,
Jukka Nevakivi, 1969, Britain, France and the Arab Middle East 1914-1920
W. L. Cleveland, M. Bunton, 2009, A History of the Modern Middle East 4th edition
David Fromkin, 2018, Barışa Son Veren Barış (1914-1922)



























Mükemmel bir analiz, çok aydınlatıcı. Bu günlerde, söz konusu coğrafyada yaşananları, arz-ı mev'ud, goliath, armageddon gibi mefhumlar ile sulandıran, hatta işi "Kudüs kimin" tartışması ile zirveye taşıyıp, esas meselenin yüzyıl öncesinden süregelen “avını canlı canlı parçalayan çakal dalaşı” olduğunu başarıyla gizleyen yorumlarla kamu oyu bombalanırken, bu tür analizlere rastlamak mümkün olmuyor.Teşekkürler
Galip Bulutlar
19-09-2025 09:20