Sonuç olarak ve kısacası, Şam’daki bir “hakikat-ötesi darbe” ile Suriye rejimi el/kol/baş değiştirdi! Dünya siyasi tarihinde ve insanlığın kolektif bilişinde yepyeni ve kapkara bir döneme girildi.
Önce, “içerde” ve özet olarak, Bahçeli’nin içinde “Kürt” sözcüğü geçen, çok alışıldık ve fakat nedense hala bir türlü çözümlenemeyen, muğlak, imalı ve “sürpriz çıkış” ifadeleri yine hararetli, ancak bir o kadar da kararsız tartışmalara yol açtı.
Sonra, “dışarda” ve yine çok özetle, Suriye’de on gün gibi kısa bir sürede HTŞ güçleri herhangi bir yerel direnişle karşılaşmaksızın ve sorunsuz Şam’a kadar ilerledi. Siyasi analistler yine benzer bir şaşkınlıkla birbirlerine bakındı. Medya değirmenin çarkları, havanda dövülen taşıma suyla döndürülmeye çalışılırken de, Esad’ı, parasını, yangından ilk kaçırılacak pılısını, pırtısını yüklenen ve Şam’dan Rusya’ya taşıyan aktarmalı uçaklar kalkıp indi.
“İçerde”, Suriye’deki Kürtler meselesi Türkiye’deki Kürtler meselesini derhal gölgede bıraktı. Zaten daha Apo’nun orada daha çok “tanındığı” ve “İmralı ile açılım, kayyımlarla kapanım” konuları konuşulurken askıya alınmıştı. ‘Havada mı kaldı’ diye merak edenlere yanıtsa bugün TBMM’den geldi. Meclis Genel Kurulu'nda, 2025 yılı bütçe görüşmelerinden bir video kesiti sosyal medyada görüldü. Tabii yine bir an kadar kısa ve belli belirsiz olduğundan, o “bilinmeyen dili” bilmeyen apartman komşusu vatandaşa öğretmeye yetmedi.
Videoda ne mi vardı? DEM Parti Şırnak Milletvekili Ayşegül Doğan, Cumhurbaşkanlığı ve bağlı kuruluşların bütçesinin görüşüldüğü oturumda, oturuma başkanlık eden MHP'li Celal Adan'ın onayı ile, konuşmasına Kürtçe selamlayarak başlamış idi. Fakat elbette o, her zaman “aşırı hazır cevap” olan Özel’in ondan daha hızlı dış gündemi geriden takip etmesi ve CHP’yi bir kez daha “hazırlıksız ve gafil avlaması” meselesi kadar medyatik ilgi görmedi.
“Dışarda” İsrail zaten Gazze’yi yerle bir etmiş olarak Suriye’nin silah gücünü de sıfırladı. Uzun zamana yayılmış ve ince tasarlanmış bu karambolde, rahatlıkla Golan tepelerini aştı. Hızla “Eski Suriye” topraklarını 20-30 km çoktan taştı. Zaten yıllardır toprak ve su açı idi. Taşta bereketli tarım yapmaktan, deniz suyunu tuzdan arındırmaktan da bıkmış usanmıştı. Hem Netenyahu’nun da dur durak tanımayacak biri olduğunu dünyada duymayan da, beğendirecek kimsesi de kalmamıştı. Eh, o da herhalde kendinden daha yüce başka bir gücün “Ne bu yahu!” diye haddini bildirmesini bekleyip durdu.
Yıllardır değil Kürtçe, kendi hükümetindeki son bakanlarının adını öğrenmemiş vatandaş, Suriye eski/yeni üst yönetiminin adlarını öğrenmeye çalışıyor. Zaten KDV oranları, SGK primleri, HGS cezaları, SMA bağışları, GDO etiketleri falan ile yeterince dağılmış kafasının, HTŞ, SMO, SDG, YPG gibi açılımı belirsiz veya unutulmuş kısaltmaları karıştırmaması hayli olanaksız görünüyor.
VATANDAŞIN KISALTMALARI KARIŞTIRMAMASI HAYLİ OLANAKSIZ
Bu arada, elbette Golan tepelerinden gelme “eski/yeni terörist, yeni/eski başkahraman”ın yeni imaj çalışmalarını da unutmamak gerekiyor. Sakalını, giysilerini nasıl taşıdığı bir yana bırakılacak olursa, sanki Trump’ın danışmanındansa Biden’ınkinin giderayak aceleye gelmiş tasarımı gibi duruyor. Tabii, Golani’ye yeni (çoklu) kimlik kazandırma meselesi imaj işinden de, isim değişikliğinden de çok daha zor.
İsim demişken, biz “içeriye” dönelim yine: Yıllardır değil Kürtçe, kendi hükümetindeki son bakanlarının adını öğrenmemiş vatandaş, Suriye eski/yeni üst yönetiminin adlarını öğrenmeye çalışıyor. Zaten KDV oranları, SGK primleri, HGS cezaları, SMA bağışları, GDO etiketleri falan ile yeterince dağılmış kafasının, HTŞ, SMO, SDG, YPG gibi açılımı belirsiz veya unutulmuş kısaltmaları karıştırmaması hayli olanaksız görünüyor. Eski/yeni Suriye uzmanları arasında ise bunların hangisinin kaç alt fraksiyonu, ne kadar silah gücü, hangi ülkeden kaç dolarlık taşeron bağışı var, vs. gibi konularda yarış derhal başlamış görünüyor.
Malı ve canı derdindeki millet ise Suriye paketinin “Erdoğan’ın zaferi” olarak tahvil edilişini anlamlandırmaya çalışıyor. Hamdolsun cebi hiç boş kalmamış inşaat sektörünün şimdiden avcu kaşınmaya başlıyor. Mayıs’ta Suriye’de yapılacağı duyurulan “tarihinin en büyük yapı-inşaat-ekipman fuarı”nı sabırsızlıkla bekliyor.
Türkiye devleti devletsiz ve bayraksız kalmış eski Suriye’nin Sednaya hapishanesinde Humuslu Adel Gharbal gibi unutulmuş başka mahkumları bulup çıkarmak işi CNN muhabiri Clarissa Ward gibi acemilere kalmasın diye, AFAD ekibi gönderiliyor. Dezenformasyonu ayıklama işinde “yeni Yapay Zeka” da artık akıllandı diye midir artık, yoksa oralarda elektrik, internet, dijital teknoloji alt yapısı yok diye midir bilinmiyor. Fakat görünen o ki, mizansen video servisleri için de yeniden “eski akıllı zeka”ya dönülüyor.
Eski akıl, teknoloji, servis, vs. de demişken, salt kapı komşusu Suriye değil, elbette Türkiye de elbette çok değişti son on yılda. Malum, eskiden dünyada ABD’nin, NATO’nun elinin kolunun uzanamadığı stratejik bölgeler açısından “güçlü ve büyük ordusu” ile tanınır ve böbürlenirdi. Uzunca bir süredir ise inşaat, hafriyat ve çöp toplama işleriyle ünü onun önüne geçti.
Dolayısıyla, Suriye meselesinden Türkiye’ye kalacağı kesinleşmiş ihaleden, en büyük payı bakalım hangi sektör ve sanayinin alacağı da merak konusu olmayı sürdürüyor. Gerekecek vasıfsız işçi veya (“ağızlardan yel alsın”!) Mehmetçik sayısı ise hiç öngörülemiyor.
Zaten yakında Beyaz Saray’a yeniden taşınmaya hazırlanan Trump da sadece saçını jöleleyip imaj tazelemiyor: Manhattan 5. Caddedeki “kulesi”nin duvarına büyütüp çerçeveletip, medar-ı iftiharı hatıra olarak astığı, Erdoğan’a hitaben yazmış olduğu 9 Ekim 2019 tarihli mektupla da Türkiye’ye bellek tazeletiyor. Fakat nafile, o mektup da “zehir zemberek” diye kodlanıp geçildiğinden, ne anlama gelebileceği için de beklemek gerekiyor.
Her halükarda, HTŞ yönetiminde bölgede SMO ve SDG güçleri varken, üniter devlet yapılı yeni bir Suriye inşası pek olanaklı görünmüyor. Çomak sokulmuş arı kovanından beter olan topraklarda, sadece türdeş olmadıkları kesin olan arıların, sivrisineklerin hala iğneleri, kanatları, zehirleri, zararlıları, alerjen kapasiteleri, vs. kestirilmeye uğraşılıyor.
Yerel ve küresel medya Suriye konusunda arılar gibi vızır vızır çalışıyor. Fakat hala ‘“devrim” mi oldu, “devir teslim” mi oldu?’ gibi konuşmalar sürüyor. Golan tepeleri bile coğrafî doğal sınır olamamışken, bilmem bu işi başarmanın “Fırat’ın fıtratında” ne kadar olabileceğini sorgulayanlar her geçen gün ne kadar çoğalıyor? ‘Peki, ne olabilir?’ konusu ise belirsizliğini koruyor.
Kimileri hakikatin ne olduğunu çözmek istiyor. Daha Hakikatten vaz geçip geçemediği ile yüzleşememiş kimileri ise, ‘bu senaryo ve oyun hangi hakikî ve büyük aktörlerin eseri, kimler kurgulayıp oynadı ve en çok kimin işine yarayacak?’ konularını en önce çözmek derdine. Eh, zaten Erdoğan da “Mukadderat!” diyor; kaderde ne varsa o.
Sanırım bu çetrefilli meselenin çok daha uzun süre, dünya gündemini işgal edeceği ve belirsizliğini koruyacağı konusunda memlekette pek kimselerin şüphesi yok gibi. İdrak edilmesi, hele çamurlu suların durulması, kanlı toprakların temizlenmesi daha da sürer gibi.
Siyasette ne kadar hünerle kodlanmış olursa olsunlar, abuk, çift ve paradoksal mesajlar bırakılsın. Bunların hangisinin içerdeki, hangisinin dışardaki tribünlere oynandığı gibi, hangi tarafa kazandıracağı gibi, ilkel, eril, savaşçı, geri, sığ, bulanık ve çoğu kez de “hakiki” karşılığını pek tutturamayan medyatik yorumlardan derhal vaz geçilsin.
ABUK PARADOKSAL MESAJLAR BIRAKILSIN
Sonuç olarak ve kısacası, Şam’daki bir “hakikat-ötesi darbe” ile Suriye rejimi el/kol/baş değiştirdi! Dünya siyasi tarihinde ve insanlığın kolektif bilişinde yepyeni ve kapkara bir döneme girildi.
Ülkede pek kimsenin de artık belirsizliğe hiç tahammül gücü veya sabrı kalmadı, değil ki sağlıklı iç siyaset ve dış siyaset üretsin. Ancak içtenlikle dilerim ki, şu Suriye meselesi hiç değilse (nihayet ve artık bir daha hiç değişmemecesine!), en başta da bu ülkedeki akademisyenler, gazeteciler, türlü türlü uzmanlar ve analistler olmak üzere, muhalefete ve elbette en önemli olarak tüm topluma, “iç/dış siyaset” sınırlarının ne kadar afakî olduğu ve birbirlerini ayrışmaz biçimde karşılıklı-belirlediği meselesini öğretmeye yarasın.
Siyasette ne kadar hünerle kodlanmış olursa olsunlar, abuk, çift ve paradoksal mesajlar bırakılsın. Bunların hangisinin içerdeki, hangisinin dışardaki tribünlere oynandığı gibi, hangi tarafa kazandıracağı gibi, ilkel, eril, savaşçı, geri, sığ, bulanık ve çoğu kez de “hakiki” karşılığını pek tutturamayan medyatik yorumlardan derhal vaz geçilsin. Hepsinden önce ve çok daha kolay olarak, “sıcak gelişmeleri” anında fırsata dönüştüren ve ne kadarının iktidar, ne kadarının muhalefet oylarına yaradığını ölçüp biçmeye kalkan “anket fetişizmi” ile toplumu hakikaten daha da çok karıştıran grafiklerin yakasına yapışılsın.
Tabii bu sözün ardından, ‘önümüzdeki devir için peki, hala iktidar/muhalefet ayrımı kaldı mı, kalacak mı!?’ retorik sorusunu da eklemem lazımdı belki. Fakat o konuya ilerideki başka yazılarda dönmemde yarar var. Belli oldu ki, Suriye meselesi ile tüm dünya ajite olmuşken, ben de angaje olduğum yoğun akademik işlerden başımı kaldırıp, yeniden “Yeni Arayış” klavyesinin başına oturmaktan uzak duramadım.
Yorum Yazın