Kırım Savaşı kaybedilseydi ne olurdu?
1853'te başlayan ve 1856'da Paris Antlaşması'yla biten Kırım Savaşı ilk modern savaşlardan biri. Ancak yalnızca bir savaş değil, askeri teknolojiler ve jeopolitik açıdan kalıcı etkileri olan bir dönüm noktası.
Eğer Kırım Savaşı (1853-1856) eğer kaybedilmiş olsaydı, bölgenin siyasal haritasının günümüzde bambaşka özellikler taşıyacağı muhakkak.
Avrupa Devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nun yardımına koşmasaydı, Ege Denizi, İstanbul ve Atina gibi başkentler muhtemelen Rus İmparatorluğu’nun hakimiyetine girecekti.
Ruslar Ortodoks dünyasını kendi egemenliği altında birleştirecek ve gücü Ortadoğu’ya, Kudüs’e kadar uzanacaktı. Ortodoks Patrikhanesi de gene muhtemelen günümüzde olduğu gibi Rusya karşıtı tarafta yer almayacaktı.
Bu tarihi olayın bugün içinde bulunduğumuz siyasal koşulları belirleyen bir kırılma noktası olduğu söylenebilir.
Kapitalizmle birlikte Ortaçağ’daki din savaşları yerlerini bölgesel ağ sistemlerinin oluşturduğu savaşlara bırakıyor. Bu süreç dini kurumların da yeniden yapılandırıldığı, kimliklerinin modern bir inşa sürecinden geçirildiği yeni bir dönemin işaretlerini taşıyor. Örneğin Rus imparatorluğu Ortodoks dünyasının hamisi olmaya soyunuyor. Akdeniz’e, hatta Ortadoğu’ya uzanmayı amaçlıyor.
Beklenmedik gelişme Kırım Savaşı sırasında (ve sonrasında) İstanbul’a Avrupa kraliyet donanmalarının, askeri güçlerinin yerleşmesi. Bu savaş hem günümüze kadar uzanan çok stratejik bir siyasal meseleyi, Ege ve Ortadoğu’daki Ortodoksların yerini, hem de şehirdeki modernleşme şeklini belirliyor.
Osmanlı İmparatorluğu Katoliklerin temsilcisi Fransa yanında İngiltere ve Piyemonte Krallığı Osmanlı İmparatorluğu tarafında savaşa giriyorlar. Rusya taleplerinden vaz geçmek ve anlaşma imzalamak zorunda kalıyor.
Kırım Savaşı siyasal açıdan olduğu kadar şehir yaşamında da önemli bir değişiklik yaratıyor. Savaş sonrası da Rus tehdidine karşı Avrupa kraliyet donanmalarının uzun süreler Marmara Denizi’nde Büyükada-Heybeliada (Prinkipo-Halki) çevresine yerleşmesi de zannedersem bu etkileri sürekli kılıyor.
Kraliyet donanmalarının uzun süreler burada konaklamaları, Rus tehdidine karşı oluşan uzun süreli ittifaklar, Avrupalıların, Levantenlerin burada yerleşmeleri nedeniyle Adalar “kozmopolit” denebilecek bir modernleşme tipinin bir sahnesi halini alıyor. Ama elbette ki diğeriyle rekabet içinde: Osmanlı millet kompartımanı içinde yer alan Ortodoks modernleşmesiyle.
Bu gelişmelerle Prens Adaları, iki farklı modernleşme tipinin iç içe geçtiği, dünyada eşi benzeri olmayan özelliklere sahip bir yer halini alıyor. Dünyanın zannedersem hiç bir bölgesi kurumlarıyla, mekanlarıyla ve hala yaşayan hafızasıyla bu tür bir modernleşme biçiminin sahnesi olmamıştır.
Günümüze kadar uzanan siyasal gelişmelerin içinde bu savaşın önemli bir rolünün olduğu açık. Ancak etkileri ile günümüzün siyasal koşullarını belirleyen bu tarihi dönüm noktasının yeterince bilinir olduğu da pek söylenemez.
Kırım Savaşı’nın bulunduğumuz coğrafyada nasıl etkileri oldu, bu olay neleri değiştirdi, açıkçası bunları çoğunlukla kimse bilmiyor. Dahası bu mirasın mekansal izleri herkesin gözünün önünde durduğu halde görünmez oluyor.
Osmanlı modernleşme sürecinde cemaatler “millet” adı verilen yapılar benzerlikler üzerine kurulmuş prototiplere dönüşüyor. Milletler dinleri, dilleri, edebiyatları, standartlaştırılan alfabeleriyle ayrı bir kamusal alana kavuşuyor. Sanayi devrimi sonrasında gelişen iletişim koşulları, matbaalar, yanında eğitim ve kültür kurumları bu neo-klasik modeldeki dönüşümün altyapısını oluşturuyor. Müşterek olan ise askeri ve mülki idare. Padişahlar milletleri dini kurumları ve elitleri aracılığıyla yönetiyor.

Seküler ve seküler olmayanın kamusal alandaki birlikteliği nasıl gerçekleşti?
Çoğu kimse Adalar’daki –ve ülkede yegane açık kalmış olan- Adalar’daki Ortodoks manastırlarının ve Ruhban Okulu, Ticaret Ensitüsü gibi önemli kurumların “Bizans’tan kalma” kurumlar olduklarını zannediyor olabilirler. Oysa onların kurumsal yapıları da tıpkı Bizans gibi modernleşme sürecinin, 19. yüzyılın icatları. “Bizans” denildiğinde anlaşılan gerçekte Neo-Bizans. Bu modernleşme modelinden bütün dini topluluklar ilham alıyorlar.
Ruhban Okulu gibi kurumlar bir taraftan imparatorluğun modernleşme sürecinde Rum milletinin inşa kurumları. Bir taraftan modern Rum kimliğinin inşa kurumları ama diğer taraftan bu kurumlar devletlerinkinden farklı bir modernleşme tipini sergiliyorlar. Ruhban Okulu, Halki Ticaret Mektebi, Büyükada Yetimhanesi… Bunlar yerel kurumlar değil. Ortodoksluğun yeniden keşfiyle yeniden canlandırılan ulus-aşırı kurumlar. Bunlar Osmanlı modernleşmesinin, millet sisteminin inşa kurumları. Ama dğer taraftan Bu şehrin bu yeni dönemdeki ticari, siyasal, kültürel ağların içinde yer alan merkezler.
İki farklı tipteki modernleşme dinamikleri tarafından inşa edilen bu kurumların dünyada eşleri benzerleri yok. Heybeliada (Halki)Ruhban Okulu örneğin. Bizans döneminde burada bulunan manastır yeniden yapılandırılarak Ortodoks dünyasının bir kimlik inşa merkezi halini alıyor. Patriklik makamının temel kurumu. Dünyada bir eşi benzeri yok. Büyükada’nın Hristos tepesine Avrupa’nın en görkemli oteli olarak inşa edilen “Prinkipo Palace” Patrikhane tarafından Yetimhane’ye dönüştürülüyor. Bu bir bakıma kozmopolit modernleşmeyi temsil eden uluslararası sermaye karşısında, gene bundan beslenen ve hayırseverlik mekanizmaları ile inşa edilen millet kamusunun zaferi.
Osmanlı modernleşme sürecinde cemaatler “millet” adı verilen yapılar benzerlikler üzerine kurulmuş prototiplere dönüşüyor. Milletler dinleri, dilleri, edebiyatları, standartlaştırılan alfabeleriyle ayrı bir kamusal alana kavuşuyor. Sanayi devrimi sonrasında gelişen iletişim koşulları, matbaalar, yanında eğitim ve kültür kurumları bu neo-klasik modeldeki dönüşümün altyapısını oluşturuyor. Müşterek olan ise askeri ve mülki idare. Padişahlar milletleri dini kurumları ve elitleri aracılığıyla yönetiyor.
2. Abdülhamit’in İstanbul’a özel nedenlerle atanmış olan ve iki ülke arasındaki askeri, kültürel, ticari ilişkilerin gelişmesinde bir dönüm noktası oluşturan ABD Elçisi Samuel Cox ile olan ilişkisi buna bir örnek. Padişahın isteklerinden biri de bu karmaşık sistemin tek bir idare, devlet tarafından nasıl yönetildiği konusundaki ABD deneyimini öğrenmek. Önemli bir siyasetçi, yazar, entelektüel, kongre üyesi, ABD iç savaşının kahramanı ve iki dönem başkanı General Grant’ın yakın arkadaşı olan ABD elçisi Samuel Cox aynı zamanda ABD nüfus idaresinin de başında.
Bu inşa süreci pek diğerlerinden oldukça farklı. Bir taraftan Osmanlı devleti bir taraftan geleneksel değil, kurumlarıyla inşa edilen milletler sistemine göre kompartımanlaşmış bir yapı. Ama diğer taraftan da ortak bir yönetim yapısı içinde yer alıyorlar. Bu Avrupa’daki gibi ulus-devletlerdeki dini kamusal alanda yaşanan ayrımlara benzemiyor.
Bu yapıların, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde bu seküler olan ve seküler olmayan kurumların, kültürel ve entelektüel hayattaki gelişmelerin bir tür kuluçka alanı oldukları varsayılabilir. Seküler kamusal alan fikrinin ortaya çıkmasına bu savaşın etkili olduğu söylenebilir.
Ortaçağ’dan beri Prinkipo’da yalnızca Hristos Manastırı gibi yapılara uzanan yokuşlar, patikalar bulunuyordu. 19. Yüzyıl ortasından başlayarak bu Bizans’tan kalma yolların üzerine Rum seçkinleri, önemli kişiler de kendi yazlık konaklarını yaptırarak yerleşiyorlar. Bu yokuş Rum modernleşmesinin bir temsil sahnesi halini alıyor. Buna karşılık Kırım Savaşı sırasında Fransız komutanların Ruslar’a yaptırdığı yollar üzerinde seküler bir yaşam filizleniyor. Kırım Savaşı’nın “milletler sistemi”nin egemen olduğu bir yönetim modeli içinde seküler bir kamusal alan kavramını taşıyan bir etken olduğu söylenebilir.
Savaşta esir alınan Rus askerleri de -Ortodoks oldukları ve adanın özellikleri nedeniyle- buraya yerleştiriliyor. Bu esirler bayındırlık işlerinde, yol yapımlarında çalıştırılıyorlar. Bugün kullanılan yatay denebilecek yollar Rus esirlerin yaptıkları yollar.
Bu nedenle 2016 yılında bir grup gönüllü Adalar’ın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için bir girişim oluşturdu. Bu girişim Adalar Belediyesi ile bir protokol yaptı ve başvuru dosyasını 2019 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığına iletti. Şimdi bu dosyanın üzerinde çalışılıyor, görüşmelerle başvuru gözden geçiriliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu eşi benzeri bulunmayan kültürel mirasın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için çaba göstermesi bekleniyor.

Modernleşme sürecinde kültürel peyzaj nasıl dönüştü?
Rus tehdidi karşısında bu bölgede uzun bir zaman dilimi içinde bulunan büyük bir askeri varlık içinde aynı zamanda deniz kuvvetlerinde yer alan rütbeli soyluların, hatta kimi zaman önemli tarihi kişilikler, gelecekteki imparator ya da krallar dahi bulunuyor. Büyükada (Prinkipo) Avrupa’da tanınan bir cazibe merkezi halini alıyor.
Burada söz konusu ettiğimiz bölge, belki de modern anlamda şehrin ilk sivilleri kapsayan kamusal alan, yeniliklerin sergilendiği kültürel bir platform. Hatta yalnızca Büyükada’nın değil, şehrin, ülkenin bir tür dünyaya açılan penceresi.
Büyükada (Prinkipo) bir bakıma şehrin resmi gösteri alanının dışında. Buradaki Levantenlerin varlığı aynı zamanda kulüpler gibi ayrıcalıklı seçkinlere ait korunaklı mekanların oluşmasını getiriyor. Diğer önemli bir konu burada özerk bir yerel yönetimin oluşması. Prinkipo (Pera ile) Osmanlı başkentinde ilk modern belediyecilik hizmetlerinin de başlatıldığı yer.
Gene Avrupa’dakiler ile çağdaş kıyıdaki falezin üzerinde bir promenade (gezinti) alanı oluşturuluyor. Kamusal alanın sosyolojisi tamamen değişiyor. Seyredenlerin ve seyredilenlerin birlikte olduğu bir mekan halini alıyor. Burada kadınlarla erkeklerin aynı mekanları paylaştıkları görülüyor. Dünyanın en büyük yat kulüplerinden biri “Prinkipo Yacht Clup” adıyla burada kuruluyor.
Bunun önemli bir nedeni de Sanayi Devrimi sonrasında binlerce senedir malların, insanların, askerlerin mobilitesinin (insangücü-köle emeği yanında) temel enerji kaynağını oluşturan rüzgar gücüne dayalı muazzam bilgilerin, deneyimlerin aniden işlevsiz hale gelmesi. Antik Çağlardan Ortaçağ’a, sonrasında da bilimsel buluşlarla modern deniz bilimlerine yol açan muazzam deneyim birikim modernleşme ve Sanayi Devrimi ile birlikte günümüzün yelken sporunun doğuşuna yol açıyor. Yelkenin bir spora dönüşmesi, futboldan önce önemli kurulan kulüplerle, yarışlarla şehrin kamusal hayatına girişi muhtemelen bir süreklilikten çok bir kırılma anına denk geliyor. Sanayi Devrimi sonrası rüzgar ve kas enerjisinin yerini buharın alması, yelken ve kürek sporlarının icadıyla kamusal alan bir gösteri alanına dünüşüyor.
Dünyanın en büyük regattalarından biri (deniz sporları şenliği) Kırım Savaşı’nın hemen ertesinde Büyükada (Prinkipo) kıyısında düzenlenmeye başlanıyor (1859). Padişahın himayesinde gerçekleşen bu şenlikleri onbinlerce insan izliyor. Büyükada’nın öngörünüm alanı bir tür seyir platformuna dönüşüyor. Henüz futbol icat edilmeden yelken ve kürek sporları geniş bir rağbet görüyor. Bu şenlikleri onbinlerce insan yanında saray erkanı, diplomatlar, şehrin ticaret burjuvazisi, Levantenler yanında yurt dışından çok sayıda devlet insanı, benzer etkinliklere katılan yabancılar da izliyor. Bu şenlikler ister istemez yerin özelliklerini de değiştiriyor. Prinkipo Avrupa sosyetesinin bir sayfiye alanı haline geliyor.
Bu bölgenin dünya örnekleri ile karşılaştırılması, farklı ülkelerdeki benzerleriyle bağlar kurulması, burada yer alan kuruluşların koruma etkinliklerine katılmaları için çaba göstermeyi gerekli kılıyor. Bu bölgenin tarihi Sanayi Devrimi sonrası mobilite kavramında yaşanan değişimlerden, siyasal coğrafyanın oluşumuna, günümüzdeki bölgesel çatışmalardan iklim krizine yol açan gelişmelerden çok sayıda meseleye uzanıyor.
Bu tarihi kültürel peyzaj alanının morfolojisiyle, geçmişinin yapı taşlarıyla, bugünkü koşullarıyla ve gelecekteki potansiyelleri ile dikkate alınması, işbirlikleri geliştirilerek korunması ülke, hatta dünya için önemli bir sorumluluk alanı.
Bu nedenle 2016 yılında bir grup gönüllü Adalar’ın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için bir girişim oluşturdu. Bu girişim Adalar Belediyesi ile bir protokol yaptı ve başvuru dosyasını 2019 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığına iletti. Şimdi bu dosyanın üzerinde çalışılıyor, görüşmelerle başvuru gözden geçiriliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu eşi benzeri bulunmayan kültürel mirasın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için çaba göstermesi bekleniyor.






























Yorum Yazın