Başkan Donald Trump’ın yönetiminin nasıl bir dış politika “doktrini” uygulayacağı merak konusuydu. Şimdi uygulamalar ötesinde, nasıl bir dış politika vizyonuna sahip olduklarını özetleyen bir belge var: Amerika’nın ulusal güvenlik stratejisinin çerçevesini aktaran 33 sayfalık Ulusal Güvenlik Stratejisi (National Security Strategy-NSS) resmen yayımladı. NSS, yürütme organının dış politika stratejisini anlatan ve yasal olarak, her Amerikan başkanının yönetimde en az bir kere yayınlanmakla yükümlü olduğu bir belge.
Trump’ın NSS’si, yönetimin işbaşı yapmasından bu yana bilineni net biçimde ortaya koyuyor ve birçok açıdan ABD dış politikasının tarihsel çizgisinden önemli bir kopuşu işaret ediyor. Belgede yer alan en kritik cümlelerden biri şöyle: “Birleşik Devletlerin tüm dünya düzenini Atlas gibi taşımaya devam ettiği günler sona erdi”. Burada Atlas ile kastedilen, Zeus tarafından “gökkubeyi omuzlarında” taşımakla cezalandırılan, mitolojik figür. Aynı zamanda, “belkemiği” manasına da geliyor. Her halükarda, NSS’in 12. sayfasındaki bu cümle ile ne kastedildiği açık: ABD’nin dünya politikasında “oyun kurucu” olduğu dönem geride bırakılıyor.
Belgede, “Amerikan dış politika elitlerinin”, “tüm dünyanın kalıcı Amerikan hâkimiyetinin ülkemizin en iyi çıkarına olduğuna dair” algısı da kınanıyor. Ve şu da ekleniyor: “diğer ülkelerin işleri, ancak söz konusu faaliyetler doğrudan çıkarlarımızı tehdit ettiğinde bizi ilgilendirir” dedi. Ayrıca “serbest ticaret” ve “Amerikan karşıtlığı” tarafından yönlendirildiği öne sürülen, uluslararası kurumlara verilen Amerikan desteğinin de devam etmeyeceği açıkça belirtiliyor.
Belgenin, dış politika önerisi ise, “esnek realizm” (flexible realism). Bu doktrin çerçevesinde, “demokrasi teşvikine” yönelik uzun süredir devam eden resmî ABD politikası da noktalanıyor. Bunun yerine Amerika’nın, “dünyanın uluslarıyla onların geleneklerinden ve tarihlerinden büyük ölçüde farklı demokratik ya da diğer toplumsal değişiklikleri dayatmadan iyi ilişkiler ve barışçıl ticari ilişkiler arayacağını” ilan ediyor.
“Ulus-devletler”, dünyanın temel siyasi yapıdaşı olarak ön plana çıkarılıyor ve tüm ulusların “çıkarlarını öncelemelerinin ve egemenliklerini korumalarının doğal ve adil olduğu” belirtiliyor. Ulusal egemenliğe zarar verdiği söylenen ulus ötesi örgütlere karşı da; değil Amerika’nın soğuk tutumu, bilfiil “muhalif” duruşu da açıkça ortaya konuyor.
Görüldüğü üzere, ABD’nin dış politikasında resmen değerleri ve demokrasiyi önceliklendirmediği bir döneme Joe Biden’ın otokrasiler ile demokrasiler arasındaki rekabet söylemini bıraktığından, önceki Amerikan politikası ile 180 derece zıt. Amerikan dış politikasının demokratik değerlere bağlılığı her zaman sorgulansa da, bu belge ABD’nin resmî olarak diğer ülkelerin siyasi sistemlerine şekil ne olursa olsun saygı göstereceğini ilan ediyor. İronik olarak, bu tutum Amerika’nın dış politikasını, ulus-devlet çıkarlarının önceliğini vurgulayan ve diğer ülkelerin iç işlerine karışmaya sıkı şekilde karşı çıkan Çin’in resmî politikasıyla daha yakın hâle getiriyor.
“Batı Yarımküresi”
Belgenin, ABD açısından çizdiği perspektif şöyle: Amerika’nın kendisine odaklanması gerek, göç üzerindeki kontrolü önceliklendirmeli; zira,“kitlesel göç çağı”artık sona erdi. Trump’ın ilk dönemi ve Biden dönemlerindeki önceki NSS belgelerinin Çin ve Rusya’ya öncelik vermesine karşılık bu belge; ABD’nin “Batı Yarımküresi’ndeki” (Western Hemisphere) çıkarlarına öncelik veriyor.
ABD’nin, Batı Yarımküre’nin baskın gücü olmasını ve bölgeden, ABD’ye kitlesel göçü önlemesini çağrısında bulunuyor. Monroe Doktrini’ne “Trump İlkesi” (Trump önerilerek, Batı Yarımküresi’nin “düşmanca yabancı müdahalelerden veya dış güçlerin kilit varlıklara sahip olmadığı, ABD için kritik tedarik zincirlerini destekleyen” ve Amerika’nın “kilit stratejik konumlara sürekli erişimini” garanti eden bir bölge olması gerektiğini söylüyor.
Bu noktada, “orijinal” Monroe Doktrini’nin nasıl bir çerçeve çizdiğini hatırlayalım: Başkan James Monroe’nun 1823 yılında Kongre’ye sunduğu güvenlik doktrinine göre Avrupa güçleri, Batı Yarımküresi’nin Birleşik Devletlerin çıkar ve nüfuz alanı olduğunu saygıyla karşılamakla yükümlüydü. Diğer bir deyişle Avrupa güçleri, Batı Yarımküresi’nin işlerine karışmamaları konusunda nazikçe uyarılıyordu. Trump Yönetimi’nin, Monroe Doktrini’nden aldığı, “Birleşik Devletler, yurdumuzun, çıkarlarımızın veya vatandaşlarımızın iyiliğinin savunulmasında asla tereddüt etmeyecektir” şiarı ve Kuzey ile Güney Amerika’yı içeren Batı Yarımküresi’nin de, ABD’nin nüfuz alanında alanında olduğu. Monroe Doktrini’ne eklenen“Trump İlkesi” de şunu öngörüyor diyebiliriz: “Amerikan halkı, her zaman kendi kaderini kendi yarımküremizde (yabancı uluslar ya da küreselci kurumların müdahalesine yer bırakmayacak biçimde) belirleyecektir”.
Bu arada, Beyaz Saray’ın web sitesinde, NSS’in kamuoyu ile paylaşılmasından iki gün önce, Monroe Doktrini’nin yıl dönümünde şu mesaj da yayınlanmıştı:
“1823 yılının 2 Aralık tarihinde, Amerikan egemenliği doktrini, Başkan James Monroe’nun ulus karşısında çağlar boyunca yankılanan basit bir gerçeği ilan etmesiyle düzyazıda ölümsüzleştirildi:
Birleşik Devletler, yurdumuzun, çıkarlarımızın veya vatandaşlarımızın iyiliğinin savunulmasında asla tereddüt etmeyecektir.
Bugün, Yönetimim bu vaadi gururla yeniden teyit ediyor ve Monroe Doktrini’ne yeni bir “Trump İlkesi” ekliyor:
Amerikan halkı, yabancı uluslar ya da küreselci kurumlar değil, her zaman kendi kaderini kendi yarımküremizde belirleyecektir.”
Belge, Trump’ın Monroe Doktrini’nin öngöreceği şekilde, ABD ordusunun Batı Yarımküresi’ne yeniden yönlendirilmesi, ayrıca göç ve uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele için Sahil Güvenlik ve Donanma’nın güçlendirilmesi çağrısında bulunuyor. Ayrıca uyuşturucu kartellerine karşı “ölümcül güç kullanımını” hedefleyen konuşlanmaların gerçekleştirilmesi gerektiği belirtiliyor: bu yönelim de, Amerika’nın yakın zamanda Karayipler’deki teknelere yönelik gerçekleştirdiği askerî saldırılarla uyumlu. Ve tabii, Trump Yönetimi’nin Venezüela’da rejim değişikliği konusundaki çağrılarıyla da…
Çin ve Asya
Belgenin Çin’e yönelik dili, önceki NSS belgelerine göre belirgin şekilde daha yumuşak. Önceki belgelerin aksine, Çin’i ABD için stratejik bir tehdit ya da rakip olarak adlandırmıyor (bunun birçok yerde dolaylı biçimde ima edilmesine rağmen). Çin’in siyasi sistemine, ideolojisine veya insan haklarına da değinmiyor; iki ülke arasındaki rekabet, ekonomi ve daha sınırlı olarak askeri alanlarla sınırlandırıyor.
Asya hakkındaki bölüm, “pazarlarımızı Çin’e açarak, Amerikalı şirketlerin Çin’e yatırım yapmasını teşvik ederek ve üretimimizi Çin’e kaydırarak, Çin’in sözde ‘kurallara dayalı uluslararası düzene’ girişini kolaylaştıracağımızı” söyleyen geçmiş yaklaşımları kınayarak başlıyor; bunun Trump tarafından tersine çevrildiğini belirtiyor. Çin ile Amerika arasındaki ticaret ilişkisinin “yeniden dengelenmesi” çağrısında bulunuyor. Bunun “dengeli ve hassas olmayan faktörlere odaklı” olması gerektiğini söylüyor. Hatta, “Pekin ile gerçekten karşılıklı avantaj sağlayan ekonomik ilişkinin sürdürülmesi” çağrısında bulunuyor.
Asya-Pasifik bağlamında, belge ABD’nin amacının caydırıcılıkla savaşı önlemek olduğunu söylüyor ve Amerika’nın müttefikleriyle iş birliği yaparak “herhangi bir tek rakip ulusun bölgeye hâkim olmasını engellemesini” istiyor; bu, Çin’e ince bir gönderme. “Avrupa, Japonya, Kore, Avustralya, Kanada, Meksika ve diğer önde gelen ulusları, Çin’in ekonomisini hanehalkı tüketimine doğru yeniden dengelemeye yardımcı olan ticaret politikalarını benimsemeye” çağırıyor ve Çin’in küresel ölçekte fiziksel ve dijital altyapı inşa çabalarına karşı koyulmasını istiyor.
Tayvan konusunda, belge “Tayvan üzerindeki bir çatışmanın caydırılmasının, ideal olarak askerî üstünlüğün korunmasıyla, bir öncelik” olduğunu belirtiyor. Ayrıca Amerika’nın uzun süredir devam eden politikasını koruyarak, “Tayvan Boğazı’ndaki statükoda tek taraflı herhangi bir değişikliği desteklemediğini” söylüyor. Bu dil, güç kullanımını caydırma konusunda önceki NSS belgelerinden daha yumuşak. Daha önce, “karşı çıkmak” gibi daha sert ifadeler yeralıyordu. Ayrıca ABD’nin Tayvan bağımsızlığını desteklemediğine dair ifade de içermiyor.
Tayvan’a yönelik ifade değişikliğinin sonuçlarını şimdiden öngörmek mümkün değil; ancak, bazıları Trump’ın Amerika’nın resmî tutumunu Tayvan bağımsızlığını desteklememekten, bağımsızlığa karşı çıkmaya dönüştürebileceğini öne sürüyor. Bu da, Çin’in istediği bir değişiklikti.
Belge, “Güney Çin Denizi’nin herhangi bir rakip tarafından kontrol edilmesini caydırma” çağrısında bulunuyor; yine Çin’e ince bir gönderme, ancak Çin’i doğrudan adlandırmaktan kaçınılması dikkat çekici. Güney Kore ve Japonya’nın daha fazla savunma harcaması yaparak yük paylaşımını artırmalarını istiyor. Belgede, Kuzey Kore’den ise bahsedilmiyor.
Bu yazıda Trump Yönetimi’nin NSS’in, en can alıcı yaklaşım değişikliklerinin bazılarından bahsettik. Diğer bir yazıda da, NSS’in Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’ya yönelik yaklaşımlarının nasıl olduğunu anlatacağız.




























Yorum Yazın