Son dönemde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) yeni yasama yılı açılış oturumuna katılmama kararı, siyasi tartışmaların odak noktası haline gelmiştir. Bu karar, 1 Ekim 2025 tarihinde gerçekleşen oturumda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşması sırasında CHP milletvekillerinin Genel Kurul’da yer almamasıyla somutlaşmıştır. Karar, iktidar çevresi ve bazı yorumcular tarafından sert eleştirilere maruz kalmış olup, muhalefet partilerinin genel katılımı karşısında CHP’nin yalnız kaldığı izlenimini yaratmıştır. Ancak, bu durumun CHP için stratejik bir avantaj doğurabileceği de göz ardı edilmemektedir.
TBMM’nin Açılış Oturumu ve CHP’nin Kararı
TBMM’nin 28. Dönem 4. Yasama Yılı açılışı, geleneksel olarak tüm siyasi partilerin katılımıyla gerçekleşen bir tören niteliği taşımaktadır. Bu oturumlar, Meclis’in demokratik işleyişini simgeleyen ve ulusal birlik mesajlarının verildiği platformlar olarak bilinmektedir. 2025 yılı açılışında, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ve İYİ Parti gibi muhalefet partileri Genel Kurul’da yer almıştır. Buna karşın, CHP, Emek Partisi (EMEP) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) oturuma katılmama kararı almıştır. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kararın gerekçesini, son bir yılda partilerine yönelik soruşturmalara ve belediyelere yapılan operasyonlara bağlamıştır. Bu soruşturmalar, bazı CHP’li belediye başkanları ve parti yöneticilerini hedef almış olup, yolsuzluk iddialarını içermektedir. CHP yönetimi, bu süreçleri “siyasi baskı” olarak nitelendirmiş ve Meclis açılışını protesto etme yolunu seçmiştir.
İktidar kanadından gelen eleştiriler, CHP’nin kararını “Meclis’i inkar etmek” olarak yorumlamıştır. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “Yüce Meclis’i protesto eden her odak, kendi siyasi varlığını inkar etmiş olur” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Benzer şekilde, eski Meclis Başkanı Bülent Arınç, CHP’nin kararını “yanlış” bulmuş ve Meclis’in saygınlığına zarar vereceğini belirtmiştir. Bu eleştiriler, CHP’nin milli iradeye saygısızlık ettiği yönünde yoğunlaşmıştır. İktidar yanlısı medya organları da oturum sırasında CHP sıralarının boş kalmasını “boykot” olarak tanımlamış ve bunu muhalefetin bölünmüşlüğünün bir göstergesi olarak sunmuştur. Örneğin bazı haberlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını ayakta alkışlayan partilerin görüntüleri vurgulanmış, CHP’nin yokluğu üzerinden bir “yalnızlaşma” anlatısı oluşturulmuştur.
Muhalefet Partilerinin Tutumunda Farklılaşma
Muhalefet partilerinin tutumları, CHP’nin kararını daha da dikkat çekici kılmaktadır. DEM Parti ve İYİ Parti gibi oluşumlar, oturuma katılarak Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını dinlemiştir. Bu katılım, muhalefetin ortak bir protesto stratejisi geliştiremediğini göstermektedir. CHP’nin yalnızlaşması, iktidar tarafından “muhalefetin CHP’siz fotoğrafı” olarak yorumlanmış ve bazı analizlerde, bu durumun Erdoğan’ın siyasi üstünlüğünü pekiştirdiği savunulmuştur. Ancak, bu yalnızlaşma girişimleri, Türk siyasetinin genel dinamikleri içinde değerlendirildiğinde, muhalefet bloğunun heterojen yapısını yansıtmaktadır. Farklı ideolojik temellere dayanan partiler, her konuda ortak hareket etmek zorunda olmamaktadır. CHP’nin kararı, parti içi tartışmaları da tetiklemiş olup, bazı milletvekillerinin oturuma katılma eğiliminde olduğu ancak genel merkez talimatıyla vazgeçildiği iddia edilmiştir.
CHP için Yalnızlaşmanın Avantajları ve Riskleri
Bu süreçte, CHP’nin yalnızlaştırılmak istendiği izlenimi güçlenmektedir. İktidarın soruşturma ve operasyonları, muhalefeti zayıflatma aracı olarak kullanılmaktadır. Siyaset bilimi literatüründe, otoriter eğilimli rejimlerde muhalefetin marjinalleştirilmesi yaygın bir taktiktir. Türkiye’de de benzer süreçler geçmişte yaşanmıştır. CHP, bu karar ile, iktidarın politikalarına karşı bir duruş sergilemekte olup, yalnızlaşma riskini göze almıştır. Ancak, bu riskin yanında, potansiyel avantajlar da gözlenmektedir. CHP, tek başına iktidarın karşısında konumlanarak, demokrasinin sözcüsü rolünü üstlenebilmektedir. Bu rol, muhalif seçmenin konsolidasyonunda öncülük etme fırsatı yaratmaktadır. Özellikle, yerel seçimlerde elde edilen başarılar sonrasında, CHP’nin ulusal düzeyde muhalefeti temsil etme iddiası güçlenmiştir. Karar, parti tabanını motive etmekte ve muhalif kesimlerde dayanışma duygusunu artırmaktadır.
Siyasi yalnızlaşmanın avantajları, tarihsel örneklerle desteklenmektedir. Örneğin, bazı demokrasilerde muhalefet partileri, protesto eylemleriyle kamuoyunun dikkatini çekmiş ve uzun vadede oy tabanlarını genişletmiştir. CHP’nin durumunda, Meclis açılışına katılmama, bir tür sembolik direniş olarak algılanmaktadır. Bu direniş, iktidarın eleştirilerini göğüslese de muhalif seçmenin gözünde CHP’yi “cesur” bir aktör haline getirmektedir. Ayrıca, diğer muhalefet partilerinin katılımı, CHP’nin farklılaşmasını sağlamakta olup, muhalif seçmenin tercihlerinde belirleyici olabilmektedir. Seçmen konsolidasyonu, demokrasinin temel unsurlarından biri olarak kabul edilmektedir. CHP, bu süreçte, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerini savunan bir pozisyon alarak, muhalif kesimleri etrafında toplayabilmektedir.
Öte yandan, kararın riskleri de göz ardı edilmemektedir. Meclis’in dışında kalmak, CHP’nin yasama sürecindeki etkisini azaltabilmektedir. Ancak, bu durum kısa vadeli bir kayıp olarak değerlendirilmekte olup, uzun vadede stratejik kazanımlar getirebilmektedir.
Siyaset bilimi açısından, muhalefetin protesto yöntemleri, rejimin demokratik niteliğini test etmekte ve kamuoyunda tartışma yaratmaktadır. Türkiye’de, bu tür eylemler, sivil toplum ve medya üzerinden yankı bulmakta olup, demokrasinin derinleşmesine katkı sağlamaktadır.
Sonuç olarak, CHP’nin TBMM açılış oturumuna katılmama kararı, Türk siyasetinde önemli bir dönüm noktası olarak kaydedilmiştir. İktidarın eleştirileri ve muhalefet partilerinin katılımı, CHP’yi yalnızlaştırmış gibi görünse de, bu süreç parti için demokrasi sözcülüğü fırsatı yaratmaktadır. Muhalif seçmenin konsolidasyonunda öncülük etme potansiyeli, CHP’nin stratejik konumunu güçlendirmektedir.

Yorum Yazın