Bana sorarsanız “Haftanın Olayı” İsrail’in gözlerinin içine baka baka Beyrut’a inen devasa Çin askeri nakliye uçağıdır. İran “Direniş Ekseni’ne kapanan yollar nedeniyle askeri yardım yapamazken gerçekleşmiştir bu. İsrail evet bir İran nakliye uçağını vurabilirdi. Peki Çin nakliye uçağını? Elleri bağlı seyretmek zorunda kalmıştır.
60’ların sonlarını gayet iyi hatırlarım. 70’leri tamamen ve sonrasını dün gibi.
Bugünlerde dünya hep böyle miydi yoksa çok mu kötüye gitti diye sık sık düşünüyorum.
30’lu, 40’lı yılları rahmetli babam anlatırdı. Mesela İstanbul semalarına kaçan bir Alman savaş uçağının Sultanahmet semti üzerinde nasıl düşürüldüğünü. Savaş ateşinin sıcaklığının nasıl İstanbul’da hissedildiğini. Kimilerinin Nazi’leri beklerken kimilerinin Sovyetleri beklediğini, kimilerinin ise sadece “karneli günlerin” bitmesi için dua ettiklerini anlatırdı. Eski “Aylık Ansiklopedi” vardı evde 2.Dünya Savaşı günlerinde yayınlanmıştı, eskiler bilir, alır onun savaşa ilişkin maddelerini uzun uzun okurdum. Alman zırhlısı Bismarck’ın batırılışını, onun İngiliz zırhlısı Hood’u batırışını, Alman Kruvazörü Schanhorst’un kendi kendini batırarak intihar edişini…
Yine de sanki herkesin bir umudu vardı gibi. Herkesin tuttuğu tarafın kazanma, “zafer” ihtimali vardı. Nazilerin de Sovyetlerin de. Herkes için kazanılacak şeyler vardı bir bakıma. Fikirleri zafere ulaşacaktı. Taraflar “kavi” idi. Birbirlerinden çok farklı idiler yahut bize öyle geliyordu. Türkiye’nin neredeyse tüm muhafazakarları savaş ortada iken kazananın kim olacağı henüz belli değilken Nazileri tutarlardı. Komünist ve sosyalistleri ise Kızıl Ordu’ya kulak verirdi.
Sonra birden altmışlı yıllar geliverdi. Gözler Mısır lideri Cemal Abdülnasır’a ve Vietnam Savaşı’na döndü. “İyi” ve “Kötü” muhafazakârlar ve sol için yine gayet netti. Solcular için Vietnam bir umuttu. Öyle ya dünyanın patronuna direniyor, kök söktürüyordu. Tabii Sovyet silahları ve askeri yardımlarıyla. Sağcılar ise ABD yanlısıydı, onlara göre ABD “hepimizi” komünizm belasından koruyordu. 1946’da “ABD denizcileri hoş olsun diye kerhaneleri boyadılar” diye CHP’yi eleştirenler bu kez ABD’yi protesto eden işçileri öğrencileri dövüyor, öldürüyor ve 6.Filo’ya yüzlerini dönerek secde ediyorlardı. Vietnam Savaşı’nın son gününü dün gibi hatırlarım, radyodan Vietkong milislerinin ve Kuzey Vietnam askerlerinin Güney Vietnam’ın başkenti Saygon’a girişlerini dinlemiştim. Bu nasıl güzel bir gündü! ABD seneler sonra Afganistan’dan arkasına bakmadan kaçtığı gibi Vietnam’dan kaçıyordu. “İyilik” kazanmıştı! Seneler sonra yirmilerimin sonunda bir adam olarak Doğu Berlin’e gitmiştim. Sokaklarda pek çok Vietnamlı görmek beni şaşırtmış bir arkadaşıma sormuştum. Neden buradalar diye. Anlattı. Anlatmaz olaydı.
Meğer SSCB Vietnam’a savaş boyunca yaptığı tüm yardımları kalem kalem hesaplarmış. Bunlar aslında yardım değil, borç imiş. Savaş bitince faturayı Vietnam’ın burnuna dayamış. Vietnam elbette ödeyecek halde değil, bir “yol” buluvermişler. Vietnam Doğu Bloku’na işçiler gönderecek, bu işçilere ortalamanın altında ücret ödenecek kalan fark Vietnam’ın borçlarından düşülecekmiş! Yani kimileri için aslında “savaş” başka bir şekilde devam ediyormuş! Belki de ilk kez iyiler ile kötülerin birbirine benzediğini bu olay karşısında hissetmiştim. “Düzen” denilen şey acımasız bir şeydi. Yine de aklımda mutlak kötüler ve nispi kötüler vardı. Hani meşhur şer ve ehven-i şer olayı. Ehven-i şer, şerden iyi miydi?
Soğuk Savaş yıllarında dünya iki kutupluydu. Sanki biri diğerinin alternatifi gibiydi. Ama bugün nasıl selefiler ülkelerinden Batı’ya kaçıp orada maskaralıklar yapıyorsa o zamanların komünistleri de çoğunlukla SSCB yahut Çin’e sığınmaz, Batı’ya kaçarlardı.
Bugüne gelelim. ABD’nin başına neredeyse Nazilerden farksız bir başkanın geldiği, Rusya ve Çin’in diktatörlerce yönetildiği dünyamıza. AB’nin ordu kurma kararlarına. Milyarlarca euroluk silahlanma programları başlatmalarına. O kadar korkulan Almanya’nın silahlanmasına. Başlayan Ticaret Savaşlarına.
Ticaret Savaşları aslında savaşların ayak sesleridir. Ortadoğu ve Ukrayna uzun süredir savaş tamtamlarıdır. Ortadoğu’nun Mısır, Türkiye ve İran gibi büyük güçlerinin birbirlerinden ve yine bir başka bölgesel büyük güç İsrail’den aynı zamanda endişelenmeleri nükleer bir güç olan İsrail karşısında nükleer arayışlara gireceklerinin işaretleri savaş tamtamlarıdır. İran’ın durmaksızın Batı tarafından tehdit edilişi bu sesleri ayyuka çıkarmaktadır.
Yazımızın başlığına dönelim. “Haftanın Olayı” nedir?
Emekli maaşlarının hali, asgari ücretin enflasyon karşısındaki sefaleti elbette çok önemlidir. Ama bunlar yeni şeyler değildir. Yıllardır sürüp giden adaletsizliklerdir.
Bana sorarsanız “Haftanın Olayı” İsrail’in gözlerinin içine baka baka Beyrut’a inen devasa Çin askeri nakliye uçağıdır. İran “Direniş Ekseni’ne kapanan yollar nedeniyle askeri yardım yapamazken gerçekleşmiştir bu. İsrail evet bir İran nakliye uçağını vurabilirdi. Peki Çin nakliye uçağını? Elleri bağlı seyretmek zorunda kalmıştır. Himeymim Üssü’ndeki Rus kuvvetleri HTŞ Siha’larını vururken Çin sahneye çıkmıştır. Acaba İran’dan doğan boşluğu Çin mi dolduracaktır bu kez? Üstelik bu tavrı durdurmak bölgesel güçler için neredeyse önlenemez bir durum olmaz mı?
Bu olay aynı zamanda sık sık vurulacağı dile getirilen İran’a ve dünyaya bir “arkandayız” işareti olamaz mı? Şüphesiz öyledir.
Ülkemiz böyle bir ortamda maalesef hazırlıksız yakalanmış gibidir. Sallanan, yalpalayan dış politikamız dünyanın artık net taraflar haline gelmeye başladığı bu yıllarda ekonomimizin berbat haliyle, halkının iç bölünmüşlüğüyle “zayıfız” diye bağırmaktadır adeta.
“Var mıdır kurtaracak bahtı kara maderini?”

Yorum Yazın