Kısaca yangını önlemek ellerindeki vakti taraflar arasında iyi ilişkiler kurma ve onları koruma üzerine odaklamakla oluyor. Dahası, bir mekanda güvenli ve yaşanabilir bir ortam olmadığında, sadece kalanlar arasında kötü bir ilişki olmuyor aynı zamanda geçici barınma mekanında çalışanlarla kalanlar arasında da sıklıkla hiyerarşik ve cezacı bir ilişki kuruluyor.
Sığınmacılığın ve göçün giderek arttığı; ama gittikleri ülkelerde barınmalarının siyaseten oldukça zorlaştığı; hatta göç fiilinin kriminalize edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Ülkelerinden kaçmak zorunda kalmış insanların bir kısmı, sığındığı ülkelerde bazen yıllarca süren sığınma başvuru süreçleri sonuçlanana dek geçici barınma merkezlerinde tutuluyorlar. (Ki Türkiye’de de bunların onlarcası bulunuyor). Yahut illegal göçmen olarak yakalandıklarında sınır dışı edilmek üzere bir takım merkezlerde tutuluyorlar. Hangisi olursa olsun, bu merkezlere girmek -orada kalan birinin avukatı vs olmadıkça- mümkün değil. Dolayısıyla, Anlaşabiliriz adlı podcastimin en son bölümünde, Belçika’da bir geçici barınma merkezi görevlisi ile konuşmak ve orada yaşanan anlaşmazlıkları çözmek için neler yaptıklarını öğrenmek benim için oldukça şaşırtıcı oldu. Bu yazıda kendisi ile yaptığım mülakattan öğrendiklerimi paylaşacağım.
Her ne kadar bu köşede anlaşmazlıklar ve onların barışçıl yollarla çözümü üzerine çok yazı kaleme almış olsam da, geçici bir barınma mekanının -insanların olduğu her yer gibi- anlaşmazlık yaşanan bir yer olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Bunda, bu mekanların kamuya açık olmamaları bir rol oynasa da, başka ülkelerde bulunan bu merkezlerde kalabalık, sağlık ve bir çok başka mesele olduğunu, hatta ayaklanmalar olduğunu biliyoruz. Oysa bugünkü siyasi paradigmadan baktığımızda, bu kişilerin yabancı oldukları bir ülkede kendilerine bir yer ve yemek verildiğine bile şükretmesi lazım. Ancak konuştuğum Belçikalı sosyal hizmet uzmanı Griet Defruyt, buraların ne denli anlaşmazlık yaşamaya uygun yerler olduğunu oldukça iyi açıkladı.
Öncelikle, burada kalan insanlar sıklıkla savaş, açlık, kıyım tarzı korkunç şeyler yaşayarak ülkelerinden kaçmış oluyor. Geldikleri yerde, daha önce hiç görmedikleri bazen çok sayıda kişiyle, büyüklüğü değişebilen bir oda/mekan paylaşıyor ve onlarla aynı dili bile konuşmuyorlar. Sistemini, dilini ve kültürünü bilmedikleri bir ülkede yaşıyorlar. Sığınma taleplerinin kabul görüp görmeyeceği dolayısıyla gelecekleri belirsiz. Üstelik bazıları yapayalnız. Zira özellikle şu dönemde, yanlarında aileleri olmayan, 18 yaşından küçük sığınmacı sayısı giderek artıyor. O yaşta, güvenecekleri, destek alabilecekleri pek kimseleri yok. Çoğu zaman her tür istismara açıklar ve sıklıkla insan ticareti mağduru ve/veya bir çok tür şiddete uğramış oluyorlar. Sıklıkla travmatize olmuş haldeler. Herhangi bir anlaşmazlık yaşadıklarında bu yaraların tekrar açılması muhtemel.
Defruyt, geçici barınma merkezinde kalanların hem birbiriyle hem de orada çalışanlarla yaşadıkları anlaşmazlık sayısını azaltmak için, neden onarıcı pratikler uygulanan bir program düşündüklerini anlattı. Çünkü bu merkezlerde zamanlarının çoğunu anlaşmazlıkları çözmeye ayırdıklarını -ki buna yangını söndürmek diyor- fark etmişler. Dolayısıyla, yangını önlemeye odaklanmaya karar vermişler. Bunu da hem çalışanlar hem de kalanlar arasında bağ kurmayı amaçlayan katılımcı yöntemlerle yapmaları gerektiğini düşünmüşler. Kısaca yangını önlemek ellerindeki vakti taraflar arasında iyi ilişkiler kurma ve onları koruma üzerine odaklamakla oluyor. Dahası, bir mekanda güvenli ve yaşanabilir bir ortam olmadığında, sadece kalanlar arasında kötü bir ilişki olmuyor aynı zamanda geçici barınma mekanında çalışanlarla kalanlar arasında da sıklıkla hiyerarşik ve cezacı bir ilişki kuruluyor.
Nitekim, bundan önce hem barınma merkezinde kalanlar hem de çalışanlarla merkezde kalanlar arasında bir anlaşmazlık doğduğunda “çözüm”, kalanlara uyarı vermek yahut o merkezde kalan kişinin yerinin değiştirerek başka bir merkeze gönderilmesi ile sonuçlanan tek yönlü bir süreçmiş. Oysa onların da fark ettiği gibi, sorunları olan bir kişiyi bir yerden alıp başka bir yere gönderdiğinizde, o sorunu çözmüş olmuyorsunuz. Sorun onunla birlikte başka bir mekana taşınıyor. Nitekim buna benzer bir uygulamanın cezaevlerinde de olduğunu söyleyebiliriz. Bu satırları yazarken “sorun çıkardığınızda sizi paketleyip başka bir cezaevine yolluyorlar hocam” diye aktardıkları geldi aklıma.
Onarıcı pratikleri uygulamayı başlamadan, gençlere yönelik faaliyetleri olan ve onarıcılığı benimsemiş Ligand adındaki bir STK’dan destek alıyorlar. Onlardan aldıkları eğitim ileçeşitli onarıcı müdahaleler geliştiriyorlar. Sonrasında, bu eğitimi merkezde kalanlara da vermek gerekiyor. Bu da konuşulan farklı diller nedeniyle bir sürü tercümanla beraber çalışmak demek. Ayrıca kimsenin onarıcı süreçlerde yer alma zorunluluğu yok. Bu zorluklara rağmen, eğitimi yapıyor ve Merkezde yaşanan anlaşmazlıkları azaltma başarısına ulaşıyorlar. Dahası, federal hükümete bağlı olan bu merkez, bu politikanın tepeden inmesini beklememiş. Kendi gözlemlerine dayanarak inisiyatif almış; eğitim almış; öğrendiklerini başarıyla uygulamış ve şimdi aşağıdan yukarıya gelişmiş bu modeli, devletin bu barınma merkezlerinden sorumlu kurumunun politika olarak benimsemesini sağlamış.
Onarıcı pratiklerden birisi “mola almak”. Bir anlaşmazlık olduğunda, iki haftalık bir mola, kişinin başka bir yerde bulunarak, olanları düşünmesini sağlamayı amaçlıyor. Ancak kişi bu süreçte yalnız bırakılmıyor, birisi onun yanına giderek kendisi ile olanları konuşuyor. Meydana gelen zararı gidermek için neler yapabileceğini soruyor. Böylece, kişi sorumluluk almaya hazır olduğunda, ayrıldığı merkeze geri gelebiliyor.
Geçici barınma merkezlerinden onarıcı örnekler
Onarıcı pratiklerden birisi “mola almak”. Bir anlaşmazlık olduğunda, iki haftalık bir mola, kişinin başka bir yerde bulunarak, olanları düşünmesini sağlamayı amaçlıyor. Ancak kişi bu süreçte yalnız bırakılmıyor, birisi onun yanına giderek kendisi ile olanları konuşuyor. Meydana gelen zararı gidermek için neler yapabileceğini soruyor. Böylece, kişi sorumluluk almaya hazır olduğunda, ayrıldığı merkeze geri gelebiliyor. Bir başka örnek de, merkezde kalanlara tek bir yerden yemek dağıtılmasından ziyade, herkesin kendi yemeğini pişirebilmesi. Böylece kalanlar hem zamanlarını güzel bir şey için harcıyor hem de ne yiyeceklerine kendileri karar veriyorlar. Merkez daha yaşanılır oluyor.
Bir başka örnek de, kızlarla oğlanlar arasında çıkan anlaşmazlıklar. Bunların bazen barınma merkezinde bazen otobüste ya da okulda meydana geldiğini öğrendim. Mesela oğlanların, kızlara bakması, laf atması gibi davranışlardan bahsediyoruz. Herkesin katıldığı ve konuşma imkanı bulduğu bu çemberlerden birinde, oğlanların “biz öyle bir şey yapmadık”tan kızlardan birisinin “sizin kız kardeşinize böyle bir şey yapılsaydı ne hissederdiniz” demesiyle “bir daha yapmayacağız”a gelmeleri oldukça onarıcı. Son örnekse, barınma merkezinde gençlerin yangın alarmını çalıştırmaları. Ancak ilgililer yangının nerede olduğuna bakmak için gittiğinde, ortada yangın olmadığı görülüyor. Sonunda bir gün “duman var, herkes dışarı çıksın” denildiğinde, tahliye o kadar uzun sürüyor ki bunun üzerine oturup konuşulmasına karar verilmiş. Bir onarıcı çember oluşturulmuş ve yapılan şeyin sonuçlarına dair farkındalık artırmaya çalışılmış. Bir başka deyişle, bir suçlu bulmaya veya onu cezalandırmaya değil, daha uzun soluklu bir etki yaratmaya odaklanılmış. Nitekim, hamile eşiyle merkezde kalan bir adam, çemberde söz alarak olayın eşine ve henüz doğmamış çocuğuna olan etkisinden bahsedebilmiş. Daha sonraki haftalarda alarmla oynanmamış olduğunu görmek, yönetime umut vermiş.
Elbette içlerinde bu yönteme inanmayanlar olduğunu; her çözümün kalıcı olmadığını da ifade etti Defruyt. Ancak ufak çabalarla mekanların çok daha yönetilebilir olduğu açık. Güzel bir noktayla bitireyim: 13 Haziran’da bu merkezlerden birisine giderek, gözlem yapma imkanı bulacağım.
Sürekli yangın söndürmek yerine yangını engellemek: Sorunların olduğu geçici mekanlarda bile
Kısaca yangını önlemek ellerindeki vakti taraflar arasında iyi ilişkiler kurma ve onları koruma üzerine odaklamakla oluyor. Dahası, bir mekanda güvenli ve yaşanabilir bir ortam olmadığında, sadece kalanlar arasında kötü bir ilişki olmuyor aynı zamanda geçici barınma mekanında çalışanlarla kalanlar arasında da sıklıkla hiyerarşik ve cezacı bir ilişki kuruluyor.
Sığınmacılığın ve göçün giderek arttığı; ama gittikleri ülkelerde barınmalarının siyaseten oldukça zorlaştığı; hatta göç fiilinin kriminalize edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Ülkelerinden kaçmak zorunda kalmış insanların bir kısmı, sığındığı ülkelerde bazen yıllarca süren sığınma başvuru süreçleri sonuçlanana dek geçici barınma merkezlerinde tutuluyorlar. (Ki Türkiye’de de bunların onlarcası bulunuyor). Yahut illegal göçmen olarak yakalandıklarında sınır dışı edilmek üzere bir takım merkezlerde tutuluyorlar. Hangisi olursa olsun, bu merkezlere girmek -orada kalan birinin avukatı vs olmadıkça- mümkün değil. Dolayısıyla, Anlaşabiliriz adlı podcastimin en son bölümünde, Belçika’da bir geçici barınma merkezi görevlisi ile konuşmak ve orada yaşanan anlaşmazlıkları çözmek için neler yaptıklarını öğrenmek benim için oldukça şaşırtıcı oldu. Bu yazıda kendisi ile yaptığım mülakattan öğrendiklerimi paylaşacağım.
Her ne kadar bu köşede anlaşmazlıklar ve onların barışçıl yollarla çözümü üzerine çok yazı kaleme almış olsam da, geçici bir barınma mekanının -insanların olduğu her yer gibi- anlaşmazlık yaşanan bir yer olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Bunda, bu mekanların kamuya açık olmamaları bir rol oynasa da, başka ülkelerde bulunan bu merkezlerde kalabalık, sağlık ve bir çok başka mesele olduğunu, hatta ayaklanmalar olduğunu biliyoruz. Oysa bugünkü siyasi paradigmadan baktığımızda, bu kişilerin yabancı oldukları bir ülkede kendilerine bir yer ve yemek verildiğine bile şükretmesi lazım. Ancak konuştuğum Belçikalı sosyal hizmet uzmanı Griet Defruyt, buraların ne denli anlaşmazlık yaşamaya uygun yerler olduğunu oldukça iyi açıkladı.
Öncelikle, burada kalan insanlar sıklıkla savaş, açlık, kıyım tarzı korkunç şeyler yaşayarak ülkelerinden kaçmış oluyor. Geldikleri yerde, daha önce hiç görmedikleri bazen çok sayıda kişiyle, büyüklüğü değişebilen bir oda/mekan paylaşıyor ve onlarla aynı dili bile konuşmuyorlar. Sistemini, dilini ve kültürünü bilmedikleri bir ülkede yaşıyorlar. Sığınma taleplerinin kabul görüp görmeyeceği dolayısıyla gelecekleri belirsiz. Üstelik bazıları yapayalnız. Zira özellikle şu dönemde, yanlarında aileleri olmayan, 18 yaşından küçük sığınmacı sayısı giderek artıyor. O yaşta, güvenecekleri, destek alabilecekleri pek kimseleri yok. Çoğu zaman her tür istismara açıklar ve sıklıkla insan ticareti mağduru ve/veya bir çok tür şiddete uğramış oluyorlar. Sıklıkla travmatize olmuş haldeler. Herhangi bir anlaşmazlık yaşadıklarında bu yaraların tekrar açılması muhtemel.
Defruyt, geçici barınma merkezinde kalanların hem birbiriyle hem de orada çalışanlarla yaşadıkları anlaşmazlık sayısını azaltmak için, neden onarıcı pratikler uygulanan bir program düşündüklerini anlattı. Çünkü bu merkezlerde zamanlarının çoğunu anlaşmazlıkları çözmeye ayırdıklarını -ki buna yangını söndürmek diyor- fark etmişler. Dolayısıyla, yangını önlemeye odaklanmaya karar vermişler. Bunu da hem çalışanlar hem de kalanlar arasında bağ kurmayı amaçlayan katılımcı yöntemlerle yapmaları gerektiğini düşünmüşler. Kısaca yangını önlemek ellerindeki vakti taraflar arasında iyi ilişkiler kurma ve onları koruma üzerine odaklamakla oluyor. Dahası, bir mekanda güvenli ve yaşanabilir bir ortam olmadığında, sadece kalanlar arasında kötü bir ilişki olmuyor aynı zamanda geçici barınma mekanında çalışanlarla kalanlar arasında da sıklıkla hiyerarşik ve cezacı bir ilişki kuruluyor.
Nitekim, bundan önce hem barınma merkezinde kalanlar hem de çalışanlarla merkezde kalanlar arasında bir anlaşmazlık doğduğunda “çözüm”, kalanlara uyarı vermek yahut o merkezde kalan kişinin yerinin değiştirerek başka bir merkeze gönderilmesi ile sonuçlanan tek yönlü bir süreçmiş. Oysa onların da fark ettiği gibi, sorunları olan bir kişiyi bir yerden alıp başka bir yere gönderdiğinizde, o sorunu çözmüş olmuyorsunuz. Sorun onunla birlikte başka bir mekana taşınıyor. Nitekim buna benzer bir uygulamanın cezaevlerinde de olduğunu söyleyebiliriz. Bu satırları yazarken “sorun çıkardığınızda sizi paketleyip başka bir cezaevine yolluyorlar hocam” diye aktardıkları geldi aklıma.
Onarıcı pratikleri uygulamayı başlamadan, gençlere yönelik faaliyetleri olan ve onarıcılığı benimsemiş Ligand adındaki bir STK’dan destek alıyorlar. Onlardan aldıkları eğitim ileçeşitli onarıcı müdahaleler geliştiriyorlar. Sonrasında, bu eğitimi merkezde kalanlara da vermek gerekiyor. Bu da konuşulan farklı diller nedeniyle bir sürü tercümanla beraber çalışmak demek. Ayrıca kimsenin onarıcı süreçlerde yer alma zorunluluğu yok. Bu zorluklara rağmen, eğitimi yapıyor ve Merkezde yaşanan anlaşmazlıkları azaltma başarısına ulaşıyorlar. Dahası, federal hükümete bağlı olan bu merkez, bu politikanın tepeden inmesini beklememiş. Kendi gözlemlerine dayanarak inisiyatif almış; eğitim almış; öğrendiklerini başarıyla uygulamış ve şimdi aşağıdan yukarıya gelişmiş bu modeli, devletin bu barınma merkezlerinden sorumlu kurumunun politika olarak benimsemesini sağlamış.
Onarıcı pratiklerden birisi “mola almak”. Bir anlaşmazlık olduğunda, iki haftalık bir mola, kişinin başka bir yerde bulunarak, olanları düşünmesini sağlamayı amaçlıyor. Ancak kişi bu süreçte yalnız bırakılmıyor, birisi onun yanına giderek kendisi ile olanları konuşuyor. Meydana gelen zararı gidermek için neler yapabileceğini soruyor. Böylece, kişi sorumluluk almaya hazır olduğunda, ayrıldığı merkeze geri gelebiliyor.
Geçici barınma merkezlerinden onarıcı örnekler
Onarıcı pratiklerden birisi “mola almak”. Bir anlaşmazlık olduğunda, iki haftalık bir mola, kişinin başka bir yerde bulunarak, olanları düşünmesini sağlamayı amaçlıyor. Ancak kişi bu süreçte yalnız bırakılmıyor, birisi onun yanına giderek kendisi ile olanları konuşuyor. Meydana gelen zararı gidermek için neler yapabileceğini soruyor. Böylece, kişi sorumluluk almaya hazır olduğunda, ayrıldığı merkeze geri gelebiliyor. Bir başka örnek de, merkezde kalanlara tek bir yerden yemek dağıtılmasından ziyade, herkesin kendi yemeğini pişirebilmesi. Böylece kalanlar hem zamanlarını güzel bir şey için harcıyor hem de ne yiyeceklerine kendileri karar veriyorlar. Merkez daha yaşanılır oluyor.
Bir başka örnek de, kızlarla oğlanlar arasında çıkan anlaşmazlıklar. Bunların bazen barınma merkezinde bazen otobüste ya da okulda meydana geldiğini öğrendim. Mesela oğlanların, kızlara bakması, laf atması gibi davranışlardan bahsediyoruz. Herkesin katıldığı ve konuşma imkanı bulduğu bu çemberlerden birinde, oğlanların “biz öyle bir şey yapmadık”tan kızlardan birisinin “sizin kız kardeşinize böyle bir şey yapılsaydı ne hissederdiniz” demesiyle “bir daha yapmayacağız”a gelmeleri oldukça onarıcı. Son örnekse, barınma merkezinde gençlerin yangın alarmını çalıştırmaları. Ancak ilgililer yangının nerede olduğuna bakmak için gittiğinde, ortada yangın olmadığı görülüyor. Sonunda bir gün “duman var, herkes dışarı çıksın” denildiğinde, tahliye o kadar uzun sürüyor ki bunun üzerine oturup konuşulmasına karar verilmiş. Bir onarıcı çember oluşturulmuş ve yapılan şeyin sonuçlarına dair farkındalık artırmaya çalışılmış. Bir başka deyişle, bir suçlu bulmaya veya onu cezalandırmaya değil, daha uzun soluklu bir etki yaratmaya odaklanılmış. Nitekim, hamile eşiyle merkezde kalan bir adam, çemberde söz alarak olayın eşine ve henüz doğmamış çocuğuna olan etkisinden bahsedebilmiş. Daha sonraki haftalarda alarmla oynanmamış olduğunu görmek, yönetime umut vermiş.
Elbette içlerinde bu yönteme inanmayanlar olduğunu; her çözümün kalıcı olmadığını da ifade etti Defruyt. Ancak ufak çabalarla mekanların çok daha yönetilebilir olduğu açık. Güzel bir noktayla bitireyim: 13 Haziran’da bu merkezlerden birisine giderek, gözlem yapma imkanı bulacağım.

Yorum Yazın