Hafta sonu Ankara’da, Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI) Başkanı Kerem Yıldız’ın davetiyle düzenlenen “Barış Süreçlerinde Sivil Toplumun Rolü Çalıştayı”na, Barış Vakfı yönetiminden arkadaşım Levent Korkut ile birlikte katıldık. Konunun uzmanlarından Andy Carl ve Emma DeSouza’yı dinleme şansım oldu.
Toplantıya Türkiye’nin farklı illerinden 30 üzerinde sivil toplum kuruluşunun temsilcileri katıldı. Katılımcılardan biri, “2013-2015 çözüm sürecindekine benzer pek çok sorun yaşanıyor” diyerek, bunun çok sayıda emaresinden söz etti. Bu değerlendirmeyi yapanın Diyarbakırlı olması ve uzun yıllardır barış çalışmaları içinde yer alan, deneyimli ve güçlü bir sivil toplum kuruluşunun başkanı olması, bu uyarı üzerine fazlasıyla düşünmeyi gerektiriyor.
Katılımcı, değerlendirmesinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’nin, Erbil’deki MERI Forumu’nda yaptığı konuşmaya da atıfta bulundu.
Serbestiye Gazetesi’nin aktardığına göre Barzani konuşmasının ilgili bölümü şöyle demiş:
“Kandil’in ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor ama yapmıyor. Bu, umutsuzluk yaratıyor. Görünüşte ‘Başkan Öcalan’ın sözünü dinliyoruz’ diyorlar ama uygulamada ve pratikte tam tersini yapıyorlar. Bu, Kürtlere ve sürece büyük zarar veriyor.” haberi buraya bırakıyorum.
Bu sözlerin, PKK’nin silah bırakması ve örgütün feshiyle ilgili olduğu açıktır. Barzani’nin bu ifadelerinin, Ankara’da süren tartışmalarda iktidarın pozisyonuyla örtüştüğü görülüyor. Tartışmanın özü, silah bırakmanın ve örgütün feshiyle ilgili gereklerin ivedilikle yerine getirilmesi konusudur.
Türkiye kendine özgü bir çatışma çözümü modeli uyguluyor. Taraflar bu konuda mutabık görünseler de, söz konusu örgüt sıradan bir silahlı yapı değil; dünyanın en yaygın ve güçlü askeri-siyasi örgütlerinden biri. Bu nedenle, böylesine büyük bir gücün birkaç ayda kendini feshetmesinden ya da silahsızlanmasından söz etmek, gerçekçi değildir. Bu sürecin deneme-yanılma modeliyle yürütülmesi mümkün değildir.Hukuksuz, kuralsız ve süreç planlaması gerekir
Türkiye’nin, yeni çözüm sürecinde çeşitli gerekçelerle dış güçlerin sürece dâhil olmasını istememesi anlaşılabilir; ancak silahsızlanma konusunda uluslararası deneyimlerden yararlanmak ayrı bir meseledir. Bundan kaçınması felaketin yoluna taş döşemek olur.
Bu konuda Birleşmiş Milletler (BM) tarafından alınmış bir dizi karar ve oluşturulmuş bir Silahsızlanma, Terhis ve Yeniden Entegrasyon (DDR) programı bulunmaktadır. Bu asgari standartlara uygun bir süreç işletilmeden, silahsızlanma ya da “negatif barış” aşamasının başarıyla sonuçlanması güçtür. Toplumsal rızayı güçlendirme daha zor hale gelir ve süreç ağır riskler altında uzayabilir.
Bu konuda bir grup BM uzmanı, 11 Nisan 2025’te yayımladıkları açıklamada, PKK’nin tek taraflı ateşkesini memnuniyetle karşıladıklarını vurgularken taraflara “barışçıl çözüm ve silahsızlanma” çağrısı yaptı.
Açıklama dört başlıkta öneri ve uyarılar içeriyor. Bunlardan biri olan “geçiş adımları, ceza adaleti ve mağdur destekleri” bölümü, doğrudan bugünkü sürece işaret ediyor. Burada, “silahsızlanma, askerî çözülme ve yeniden topluma entegrasyon süreçlerinin planlanması” öneriliyor.
Bu öneriler, BM’nin DDR programı çerçevesinde yapılmıştır.
Türkiye ya da iktidar partisi, bu çerçevedeki uygulamalara mesafeli davranıyor. Bunun nedenlerine dair yeterli bilgiye sahip olmadan yapılan yorumlar, bulanık suda balık avlamaya benzer; yeni çözüm sürecine zarar verebilir.
Belirsizlik ve güvensizlik ortamının ağır bastığı koşullarda sürece katkı vermek isteyenlerin, bu türden tahmin ve spekülasyonlardan kaçınması gerekir.
Yapılması gereken tek şey, uluslararası kurallara uyulması ve ihtiyaç duyulan yasal düzenlemelerin geniş siyasal mutabakatla bir an önce yasama organı tarafından yapılmasıdır. Yürütme organı da bu yasalar doğrultusunda silahsızlanma sürecini yürütmelidir.
Sürecin en büyük handikaplarından biri, güvenlik merkezli yaklaşımlar ile yasama organının görev alanına giren yetki ve sorumluluklar arasındaki ayrımın hâlâ netleştirilememesidir. Kamusal denetim ve şeffaflık politikalarının belirgin olmaması da ayrı bir eksikliktir.
Neye odaklanılmalı
Bütüncül bir yol haritası bulunmayan barış süreçlerinde, sürecin önüne mayın döşemeye aday çok sayıda aktör — devlet içinden ya da dışından — her zaman vardır. Dünyada, yasası, kuralı ve kurumu olmadan yürütülmüş başarılı bir silahsızlanma örneği yoktur.
Türkiye’ye özgü bu çatışma çözümü modelinde, böylesine kritik bir sorunun çözümünde üçüncü bir gözün sürece dâhil edilmemesi ihtimali başlı başına ciddi bir risk unsurudur. Bu konuda taraflar arasında bir mutabakat oluşmuş olma ihtimali oluşacak kriz anında herkesin bir biçimde taraf olmaya zorlanmasına yol açma ihtimalini akıllara getirmektedir.
Bugün iktidar partisinin duymaktan pek hoşlanmadığı tabirle bir üçüncü gözün neden odaklanmak yerine bu ihtimalin süreçaçısında sağlayacağı faydalarını ve olası sorunlarını -girdilerini ve çıktılarını farklı ülke deneyimlerini de göz önünde bulundurarak masaya yatırmakta büyük yarar var.
2013–2015 çözüm süreci ve sonuçları dikkate alındığında, DPI toplantısında sözü edilen benzer durumlarda birçok ülke gibi bizde de güvensizlik hissini artırıyor. Bir yıldır toplumsal güveni güçlendirecek ciddi bir gelişme yaşanmadı.
Bu nedenle, silahsızlanma sürecinin nasıl şekilleneceği, silahlı olanların terhislerine yasama organının nasıl yaklaşacağına, silahlı çatışmanın bitirilmesine ne ölçüde ve nasıl kapı aralayacağına bağlıdır.
Bu konuda etkili ve sonuç alıcı siyasi pozisyona sahip olan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın görüşlerine başvurulması, yasama ve yürütme organlarının sorumluluklarını yerine getirmelerini kolaylaştıracak ve silahsızlandırma sürecini hızlandıracaktır.
Silahsızlanma sürecinin belirsizliklerini giderecek uygulanabilir ve sonuç odaklı özel yasal düzenlemenin yapılması, kurumsal yapının gerçekleştirilmesi ve nihayetinde barışın rotası netleşmesi imkân dâhilinde olur.

Yorum Yazın