Özgür Özel ve ekibinin seçildiğinden bu yana kısa zaman içinde parti politikasında sessizce önemli değişiklikler gerçekleştirdiği gözleniyor. Bu değişiklikler iktidarın izlediği yanlış siyasi ve ekonomik politikalar sayesinde CHP’ye olan desteğin artmasını sağlıyor. Bu da yapılacak ilk seçimde CHP’nin uzun bir aradan sonra iktidara gelebileceğinin işareti.
Cumhuriyet Halk Partisi, kaybettiği 14-28 Mayıs 2023 seçimlerinden bir süre sonra oylarını arttırmaya başladı. Öyle ki genel seçimlerden sadece on ay sonra yapılan yerel seçimlerde AK Parti’yi geride bıraktığı gibi, aradaki farkı da giderek açıyor. Bunda Mehmet Şimşek’in sabit gelirlilerin yoksullaşmasına yol açan ve iki yılda hedefine bir türlü varamayan yanlış enflasyonla mücadele politikasının rolü var. Kamu yönetiminde kapsamlı bir tasarruf yapmadan ve bu nedenle azaltılamayan bütçe açığını karşılamak için enflasyonu tetikleyen dolaylı vergileri, akaryakıtta olduğu gibi, sürekli arttırarak enflasyonla mücadele etmek mümkün değil, ayrı bir tartışma konusu.
CHP’nin oylarını arttırmasında, başarısızlığının yanı sıra, AK Parti’nin demokratik rejimler normalinin üzerinde aralıksız yirmi yılı aşkın iktidarının raf ömrünü doldurmasının da rolü var. İktidarın bu doğal gidişat karşısında muhalefet partilerine karşı bir süredir giriştiği baskı politikaları ve siyasi mühendislik de yarattığı mağduriyetle, CHP’nin oylarının artmasına yol açıyor kuşkusuz; bu da ayrı bir tartışma konusu. Peki, seçimlerden sonra yapılan kurultayda seçilen CHP’nin yeni Genel Başkanı Özgür Özel ve ekibinin bu başarıda hiç mi rolü yok, CHP’de neyi değiştirdiler?
Milli irade vurgusu
Atatürk’ün 9 Eylül 1923’te kurduğu CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihinde ve özellikle çağdaşlaşmasında oynadığı önemli rolü gözardı etmek elbette mümkün değil. Ama yüz yaşını geçmiş bu siyasi partinin geçmişte birçok hataları olduğunu da öyle. 1937’de anayasaya da dahil edilen partinin temel ilkelerini içeren Altı Ok’u üzerinden değerlendirildiğinde, CHP’nin demokrasinin temelini oluşturan milli iradeye her zaman olması gerektiği gibi bakmadığı açık. Altı Ok’un içerisinde demokrasi ilkesi yok ama yerine Fransız Devrimi’nden esinlenen ve Fransız siyasetçilerin bugün hala her vesileyle vurguladıkları Cumhuriyetçilik ilkesi yer alıyor. Bu ilke egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunun altını çiziyor. Aslında demokrasi başlığı altında ele almanın daha doğru olduğu bir ilke bu. Bugün dünyada monarşiyle yönetilmekle birlikte milli iradeye dayalı demokratik anayasal sisteme sahip ülkelerin sayısı az değil çünkü. Buna karşılık Cumhuriyet olmakla birlikte demokrasiden nasibini almamış birçok ülke var. Özetle, Cumhuriyetçi olmak mutlaka demokrat olmak anlamına gelmiyor.
CHP’nin programına bakıldığında, milli irade vurgusu, sadece Cumhuriyetçilik değil halkçılık ilkesi içinde de var. Bu başlık altında, “CHP’nin halkçılık anlayışı, siyasal meşruiyetin temelinin halkın iradesi olduğunu kabul etmektir” deniliyor. Bunun hep böyle mi olduğu sorgulandığında, CHP’nin asker-sivil ilişkilerine bakışının, Atatürk’ün sarf ettiği çabalara karşın, maalesef son yıllara kadar halk iradesi ilkesine özellikle 27 Mayıs darbesinden bu yana pek uymadığı görülüyor. Ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz ama özet olarak belirtmek gerekirse, DP iktidarıyla birlikte hükümetin icraatlarından rahatsız olan Ordu 27 Mayıs darbesini yapmakla kalmadı, sonrasında özerk siyasi bir konum da edindi. CHP ne yazık ki halk iradesine aykırı olmasına karşın bu darbeyi onayladı. Ayrıca 12 Eylül darbesiyle Yunanistan ile aynı zamanda AB üyeliği için elde tutulan NATO kozunu bir çırpıda çöpe atan Kenan Evren gibi, kendilerini her şeyin en iyisini bilen “akil devlet adamları” yerine koyup siyasete sürekli müdahale eden yüksek rütbeli komutanlarla arasına uzun süre açık ve net mesafe de koyamadı.
Demokratların, askerin siyasete sürekli müdahalesini, bu bağlamda giriştikleri post modern ve elektronik darbeleri ve terörle organik bağı olmayan tüm siyasi partilere olduğu gibi, önce Refah Partisi’nin kapatılmasını sonra AK Parti’ye kapatma davası açılmasını onaylamaları mümkün değildi elbette. Bu tutumun aslında CHP’yi uzun yıllar boyunca kemik seçmenine hapsetmek gibi olumsuz bir sonucu olduğunu da kabul etmek gerekir. Ama buna karşın CHP’nin bir önceki Genel Başkanı, partiye getirisi olur diye midir anlaşılmadı ama 15 Temmuz darbe girişimine bile “kontrollü darbe” deyip durdu. Oysa CHP’nin, programında açıkça yazdığı gibi, halkın iradesini gasp etmeye kalkışan her türlü girişime ilkesel olarak amasız, fakatsız karşı çıkması gerekirdi.
Bu nedenle, Özgür Özel’in sürekli milli iradeyi ön plana çıkaran söylemlerinin ve 15 Temmuz’da TBMM çatısı altında darbeye direnişin başını çektiğini dile getirmesinin partide olumlu bir değişimin işaret fişeği olduğuna kuşku yok. Söylemlerinde, geçmiş dönemlerde partili siyasetçiler ne demiş olurlarsa olsunlar, açık ve net biçimde milli irade vurgusu yapması takdire şayan. Bu sessiz değişimin aslında CHP’nin bir süredir maruz kaldığı hukuksuzluklara karşı kararlı direnişine de haklılık kazandırdığına kuşku yok. İlkeli demokratlar askeri darbelere olduğu gibi, parti farkı gözetmeksizin halk iradesine aykırı her türlü anti-demokratik girişime ve hukuk ihlallerine de karşı dururlar elbette.
Özgür Özel’in gerek yeni anayasa gerek Terörsüz Türkiye gibi iktidarın geliştirdiği projelerin dışında kalmamaya özen gösterdiği yönünde. Özgür Özel’in bu iki konuda izlediği olumlu tutumun demokratik hukuk devletini savunan bir lider olarak yerinde olduğu ortada.
Demokratik hukuk devleti vurgusu
Demokratik hukuk devleti CHP programında Altı Ok’un “Devrimcilik ilkesi” çerçevesinde yer edinmiş bulunuyor. Devrimciliği elbette “révolutionnaire” değil, “reformiste” olarak anlamak gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olması için devrime değil, reforma gereksinimi var. Programda “CHP, halkla birlikte, halktan güç ve yetki alarak, demokratik hukuk devleti kurallarına ve barışçı yöntemlere bağlı kalarak devrimciliği sürdürür. “ ifadesine yer verilmiş. Bu ifadeden reformcu bir parti olduğu sonucunu çıkarmak mümkün.
CHP, bir önceki yazımda belirttiğim gibi, KOB çerçevesinde hazırlanan 2001 anayasa değişikliklerine onay vermiş, Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşılamasına veAB ile “müzakere eden ülke” konumuna yükselmesine katkıda bulunmuştu. Bugün de parti programında, “Yurtta sulh cihanda sulh” başlığı altında, hedefin “AB’ye diğer üyelerle eşit haklara sahip biçimde tam üye olmak, demokrasinin bölgemize ve dünyaya yayılmasına katkıda bulunmak” olduğunun altı çiziliyor. Ne var ki 2007’de AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayının halk tarafından seçilmesini engellemek için düzenlediği Cumhuriyet mitinglerinde sürekli AB’ne karşı sloganlar da atılmıştı. Ayrı bir tartışma konusu ama bu da bir gerçek ne yazık ki.
Oysa Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olmasına giden yolda Kopenhag kriterlerinin karşılanması olumlu bir adımdı ve o dönemde AB üyeliğine giden yolun açılması ayrıca halkı refaha taşıyan önemli bir ekonomik çıpa işlevi görüyordu. AB karşıtı bu söylemler, demokrasiden maalesef geriye gidişi simgeliyordu. Bir sosyal demokrat partinin, sivil toplumun da katıldığı yeni anayasa sürecini Meclis’te MHP ile birlikte frenlememesi, gerektiği gibi işlememiş olmakla birlikte en azından terörü demokratik yollardan bitirmek için çaba harcaması, hatta bu girişimlere öncülük etmesi gerekirdi. O dönemde ABD’nin henüz PYD/YPG’yi yeterince güçlendirememiş olduğu dikkate alınacak olursa, sadece PKK’nın değil KCK’nın da silah bırakması ve lağvedilmesi sağlanabilirdi belki.
Bugün edindiğim izlenim, Özgür Özel’in gerek yeni anayasa gerek Terörsüz Türkiye gibi iktidarın geliştirdiği projelerin dışında kalmamaya özen gösterdiği yönünde. Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, görev süresinin yarısı geçmekte olduğu ve partiler arası transferler yaşandığı için milli iradeyi güncel olarak tam temsil etmeyen bir TBMM’nin mevcut anayasanın birçok maddesi ihlal edilirken yeni bir anayasa yapması, ayrıca ilk 4 maddesi değişmeyen bir anayasanın yeni olması hiç mümkün değil. Üçte iki çoğunluk bulunur doğrudan anayasada değişiklikler yapılır ve halkoyuna sunulmazsa bunun ne kadar demokratik olacağı soru işareti olur. Bir başka soru işareti de anayasa metninin, çoğunluğu erken seçim talep eden halk tarafından kabul edilip edilmeyeceği hususudur. Ama bu konuda ön alan siyasi partilerin değişiklik metinlerini görmeden kategorik olarak bu girişimi reddetmek de yanlış anlaşılabilir. Dolayısıyla Özgür Özel’in bu iki konuda izlediği olumlu tutumun demokratik hukuk devletini savunan bir lider olarak yerinde olduğu ortada.
Sosyal devlet vurgusu
CHP programında sosyal demokrasinin evrensel ilke ve değerlerinin benimsendiğine dair bir bölüm var. O başlık altında “ Cumhuriyet Halk Partisi, Sosyal Demokrasinin evrensel değer ve kurallarını benimseyen, onları yaşama geçirmeyi amaçlayan bir SosyalDemokrat Partidir “ deniliyor. Özgür Özel ile birlikte Cumhurbaşkanı adayının birçok sol partide olduğu gibi sadece üyelerine değil, halka açık bir ön seçimle belirlenmesi demokratik bir yenilik. Avrupa’da bunu yapan, sadece sol partiler değil, Fransa’da geçen dönem görüldüğü üzere, Cumhuriyetçiler (LR/ Les Républicains) gibi sağ partiler de var. Ön seçimlerin delegelerle değil üyelerle bile sınırlı tutulmayıp halka açılması CHP açısından olumlu bir değişiklik.
Özgür Özel’in düzenlediği mitinglerde kalabalıkları bir araya getirmesinde seçmenin bel kemiğini oluşturan sabit gelirlileri, emekçi, emekli, esnaf ve çiftçileri iki yıldır yüksek enflasyon altında ezen Şimşek politikalarının büyük rolü olduğunu kabul etmek gerekir. Bu politika nedeniyle Sayın Cumhurbaşkanı’nın toplumun çeşitli kesimlerine verdiği sözleri tutamaması bir tarafa, memur emeklilerinde olduğu gibi yasal kazanılmış haklarının da ellerinden alınması sosyal devlet kavramının içinin boşaltıldığı anlamına geliyor. Sosyal demokrat bir siyasi partinin bu kitlelere sahip çıkması, vergi reformunu ve sosyal adaleti savunması çok doğal. Demokratik toplumlarda adil gelir dağılımı ancak adil vergi politikalarıyla sağlanır çünkü.
Toplumun yoksullaşan kesiminin, 31 Mart’ta yaptığı gibi, iktidarı sandıkta protesto etmesini ve erken seçim istemesini de doğal kabul etmek gerekir. Demokrasilerde yerel seçimler sadece yerel yöneticilerin belirlendiği seçimler değildir. Birçok demokratik ülkede, örneğin geçen yıl Fransa’da Avrupa Parlamentosu seçimlerinde olduğu gibi, Cumhurbaşkanı ve partisi protesto edilebilir. Cumhurbaşkanı Macron’un yaptığı gibi, iktidarın güven tazelemek için seçimleri yenilemesi milli iradeye saygının gereğidir. Bu nedenle Özgür Özel’in gerek enflasyon altında ezilen çoğunluğun gelir sorununu nasıl çözümleyeceğini anlatmasını gerekse acil seçim istemesini doğal karşılamak gerekir.
Sonuç olarak, Özgür Özel ve ekibinin seçildiğinden bu yana kısa zaman içinde parti politikasında sessizce önemli değişiklikler gerçekleştirdiği gözleniyor. Bu değişiklikler iktidarın izlediği yanlış siyasi ve ekonomik politikalar sayesinde CHP’ye olan desteğin artmasını sağlıyor. Bu da yapılacak ilk seçimde CHP’nin uzun bir aradan sonra iktidara gelebileceğinin işareti. Kısa sürede sağlanan sessiz dönüşümle, CHP’yi iktidar alternatifi bir parti konumuna getiren Özgür Özel ve arkadaşlarını herhalde kutlamak gerekir.

Yorum Yazın