Tüm toplumsal, kültürel ve ekonomik bağlamı göz ardı ederek bireye mutlak sorumluluk yükleyen bu yaklaşımlar, kapitalist ideolojinin bir uzantısı olarak tanımlanabilir. Sosyal medya ve dijital platformlarda hızla yayılan bu söylemler, bireyin sürekli kendini geliştirmesi gerektiğini öğütler. Bu durum, kısa süreli bir rahatlama sağlarken asıl sorunun —yapısal eşitsizliklerin— çözümünü ertelemektedir.
Psikoloji bilimi, her bireyi biricik ve tek olarak değerlendirerek ruhsal sıkıntılara çare bulmaya çalışır. Bu bakış açısı doğru olmakla birlikte, günümüzde psikoloji biliminin yanı sıra bireylerin içerisinde bulundukları ruhsal sıkıntılara çare olmak adına kişisel gelişim uzmanlığı, yaşam koçluğu gibi mesleklere olan ilgide artış görülmektedir. Doğru ve destekleyici yaklaşımların insan ruh sağlığı üzerindeki etkileri oldukça faydalı iken, bu destek süreçlerinin bazıları bireyi, içinde bulunduğu toplumdan izole bir şekilde değerlendirdiği yönünde eleştirilir. Bu eleştiriler, sosyoekonomik koşulların zihinsel süreçler üzerindeki etkisinin, çoğu zaman göz ardı edildiği yönündedir. Marksist psikoloji ise mevcut ekonomik yapının, sosyoekonomik koşulların ve sınıf mücadelesinin bilincimiz ile kişiliğimiz üzerindeki etkisini sürece dahil eder. Yapısal eşitsizliklerin psikolojik sıkıntıların temelinde yer alabileceğini vurgular. Böylece bireyi yalnızca tek başına değerlendiren geleneksel psikolojiden farklı bir perspektif sunar. İnsan, sosyal bir varlık olarak toplumsal ilişkiler ağının ortasındadır ve yaşadığı toplumun bir ürünüdür. Bu nedenle, iktidar ve güç ilişkileri birey üzerinde doğrudan etkilidir.
Yabancılaşma, yalnızlık, hayal kırıklığı, başarısızlık gibi duygular yaşayan bir bireyin, içinde bulunduğu toplumun eşitsizliklerinden etkilenmemiş olması mümkün değildir. Ancak özellikle neoliberalizmin etkisini arttırdığı 90’lar ve birey üzerine odaklanan 2000’li yılların başından itibaren, popüler kişisel gelişim öğretileri, başarı ve başarısızlıkların tamamen bireysel nedenlere dayandığı fikrini yaygınlaştırmıştır. “The Secret” gibi hayatın sırrını bireye sunma iddiasındaki kitaplar ve benzeri yayınlar, bireyi içerisinde bulunduğu sosyo ekonomik koşullardan bağımsız değerlendirmiş, sosyal medyanın da etkisiyle, “Eğer istersen başarırsın” mottosunu güçlendirilmiş, kişisel başarısızlıklar ise “yeterince istememek” ya da “yeterince çabalamamak” ile açıklanır hale gelmiştir.
Tekno-Kapitalizm ve Sosyal Medya
Günümüzde kapitalizm biçim değiştirerek “tekno-kapitalizm” olarak varlığını sürdürmektedir. Kol gücünden beyin gücüne, oradan da teknolojiye hâkim olanların iktidarına evrilen bu düzen, yalnızca mal ve hizmet satarak değil, yeni kavram ve anlamlar üreterek varlığını devam ettirmektedir. Sosyal medya ise bu kavramların dolaşıma girmesinde oldukça etkili konumdadır. Psikoloji alanına olan ilginin artmasıyla birlikte, psikolojik terimler ve kavramlar sosyal medyada sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle sosyal medya hesapları takipçi ilgisini artırmak için bu kavramlara içeriklerinde yer verir. Böylece, kişiler hem kendilerine hem başkalarına birkaç dakikada teşhis koyar hale gelmiştir. Kısa vadede rahatlama sağlayan bu çözümler aslen toplumsal kökeni olan sorunların bireysel hale getirilmesine yol açar. Toplumsal olanın bireyselleştirilmesi, örgütlenmenin ve sisteme yönelik eleştirilerin önünde önemli bir engeldir. Sosyal medyada pompalanan kişisel gelişim paketleri, başarısızlığı aşmanın yolunu “kişisel çaba” ile sınırlar.
Tüketim nesnesi olarak romantizm
Oxford Sözlüğü’nün “kalabalık yalnızlık” kavramını yılın kelimesi seçmesi tesadüf değildir. Dijital bağların artmasına rağmen yalnızlaşan bireyler, bağ kurma ihtiyaçlarını sosyal mecralarda gidermeye çalışır. Bu nedenle kapitalist ideolojinin yeni beslenme aracı ilişkiler üzerine odaklanır. Yeni ihtiyaçlar ve hap haline getirilmiş hızlı çözüm paketleri, bazen bir podcast serisi bazen bir kitap bazen bir sosyal medya postunda kendine yer bulur. Yalnızlaşma ve ilişkiler üzerinden ilerleyen bu tüketim biçimi, çöpçatanlık sitelerinde ve sosyal medya platformlarında açıkça gözlemlenir. İlişkiler bağlamında teşhis koyma süreci, duyguların şekillenmesinde ve pazarlanabilir birer meta haline gelmesinde etkili olur. Tüm bu çözüm paketleri “İnsan isterse başarabilir” söylemi etrafında şekillenir. Teşhis koyma, kişinin yalnız olmadığını hissetmesini sağlarken, kolektif duyguların yanlış temellenmesine neden olur. Sorunun kaynağı yerine, çözümü “paket” halinde sunan bir sistem ortaya çıkar. Eva Illouz, Consuming the Romantic Utopia: Love and the Cultural Contradictions of Capitalism adlı eserinde, romantik ütopya kavramının medya desteğiyle tüketim pratikleriyle nasıl iç içe geçtiğini anlatır. Romantizm, tüketim kültüründe sürekli yeniden şekillenen ve tüketilen bir meta haline gelmiştir.
Pandemi sonrası yalnızlık ve duygusal deneyimler trend haline gelmiş, ilişki sorunları kavramlaştırılmış, çözümleri paketlenmiştir. Bu kavramlar, farkındalık yaratmaktan çok, bireyleri mevcut ilişki biçimlerine uyum sağlamaya yönlendirmiştir.
Ekonomi-Politika Bağlamında Evlilik ve İlişkiler
İlk ortaya çıkışı itibari ile mülkiyet temelli bir kavram olarak evlilik daha sonrasında romantik aşk ile özdeşleştirilerek varlığını sürdürür. Kapitalist ideoloji bir dönem tüketim kaynağı olarak gördüğü evlilik kurumunu destekleyerek varlığını güçlendirirken, günümüzde tüketimi arttırmaya yönelik stratejilerini yalnızlaşan bireyler ve ilişki sorunları üzerine yapılandırır. Sosyal medya ve platformlar üzerinden sonsuz seçenek arasında “eşleşmeye” çalışan bireyler, bu süreçler için kimi zaman ek ücretler ödemekte ya da ilişkilerde “yanlış” davrandıklarını düşünerek eğitimler ve kişisel gelişim paketleri satın almaktadır. Feodal sistemin mal varlığını aktarma işleviyle sürdürülen ve kapitalizmin ana kurumlarından biri olan evlilik kurumu, modern dönemde Hollywood ve benzeri endüstrilerin romantik aşk anlatılarıyla desteklenmiştir. Kar odaklı bir endüstri olan ve daha çok ideolojik bir aygıt olarak kullanılan Hollywood ve benzeri endüstrilerin öncelikli olarak beyaz ırk ve heteroseksüel bireyler üzerinden gerçekleşen evlilikleri onadığı anlatılar karşımıza çıkarken günümüzde bu anlatılarda romantik aşk kavramı çeşitlenmekte ancak bunun gerçekten özgürleştirici bir kavram olarak mı yoksa endüstrinin kâr amaçlı suistimal ettiği bir kavram olarak mı kullanıldığı tartışmalıdır.
Platform Kapitalizmi ve Dijitalleşen İlişkiler
İlişkilerin dijitalleşmesiyle birlikte “long-distance”, “texting drama”, “sexting” gibi kavramlar hayatımıza girmiştir. Platform kapitalizminin gelişmesi ise “ghosting”, “love bombing”, “gaslighting”, “breadcrumbing” gibi terimleri popülerleştirmiştir. 2020’lerde ise “orbiting”, “situationship” ve “trauma bonding” gibi bağlanma temelli kavramlar yaygınlaşmıştır. İlişki sorunları her dönemde farklı biçimlerde karşımıza çıkmıştır. 1970’lerde kolektif normlar ve aile yapısı hâlâ kıymetli görülürken, feminist hareket ataerkil yapıya karşı önemli adımlar atmıştır. 1980’lerde bağlanma problemleri daha görünür hale gelmiş, sorunlar toplumsaldan kişisele indirgenmiştir.
1990’larda küreselleşmeyle birlikte ilişki sorunları, medya içeriklerinde eğlence unsuru haline gelmiştir. Friends, Sex and the City gibi temeline ilişki dinamiklerini alan diziler, ilişkileri tüketilebilir birer medya nesnesi haline getirmiştir. Dijitalleşme sonrası ise teknoloji, ilişkileri hızlandırmış ve nesneleştirmiştir. 2010’larda “platform kapitalizmi” kavramı gündeme gelmiş, ilişkiler özgürleşiyor gibi görünürken aslında güç ilişkileri içinde yeniden şekillenmiştir. Örneğin genellikle kadın erkek ilişkilerinde görülen ve bireyi kendinden şüğhe duyma noktasına getiren üstenci tavır, gaslighting kavramı ile tanılaştırılarak mevcut iktidar ilişkisi, aterkil sistem eleştirisinden bir ilişki sorununa indirgenir. Pandemi sonrası yalnızlık ve duygusal deneyimler trend haline gelmiş, ilişki sorunları kavramlaştırılmış, çözümleri paketlenmiştir. Bu kavramlar, farkındalık yaratmaktan çok, bireyleri mevcut ilişki biçimlerine uyum sağlamaya yönlendirmiştir.
Tüm toplumsal, kültürel ve ekonomik bağlamı göz ardı ederek bireye mutlak sorumluluk yükleyen bu yaklaşımlar, kapitalist ideolojinin bir uzantısı olarak tanımlanabilir. Sosyal medya ve dijital platformlarda hızla yayılan bu söylemler, bireyin sürekli kendini geliştirmesi gerektiğini öğütler. Bu durum, kısa süreli bir rahatlama sağlarken asıl sorunun —yapısal eşitsizliklerin— çözümünü ertelemektedir. İster iş hayatı ister ilişkiler bağlamında olsun, bireyin sorunlarının sistemden bağımsız olduğu düşüncesi, kapitalizmin desteklediği bir yanılsama olarak varlığını sürdürmeye devam eder.

Yorum Yazın