CHP’nin yol haritasını konuştuğumuz Kemal Can, “erken seçim” talebinin iktidar üzerinde bir baskıya dönüşmesi için daha fazla ve yaratıcı hamleye ihtiyaç olduğunu ifade ederken; “Ekrem İmamoğlu’nun hücresinden yaptığı Kanal İstanbul çağrısına etkili bir eylemlilikle katılmak için yaratıcı ve etkili eylemler yapılması önemli. Çünkü Kanal İstanbul hem iktidarın inat sembolü hem CHP’nin cumhurbaşkanı adayının verdiği engelleme vaadi açısından hayati” olduğunu söyledi
---
CHP’nin yol haritası ne olmalı? dosyasındaki tüm yazı ve söyleşileri okumak için buraya tıklayınız.
---
CHP’nin 19 Mart sonrası süreçteki siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konudaki en kısa ve en hakkaniyetli cevap: İyi. Zaten bu konuda muhalefet kamuoyuyla sınırlı olmayan çevrede geniş bir mutabakat var. Üstelik daha önce şimdi yapılanların yanlış olacağı konusunda ısrarlı uyarılar yapanlar bile, şimdi yapılanların çok isabetli olduğunu söylüyorlar. “Aman ha bizi sokağa çağırıyorlar, bu oyuna gelmemek lazım” ekibi, “sokak siyasetinin” faziletini keşfediyor, “anayasal hak” olduğunu teslim ediyor. Aslında karşımızdaki durum da, CHP’nin etraflı bir çalışmayla yepyeni bir strateji geliştirmesinin sonucu gibi durmuyor.
Özgür Özel ve CHP üst yönetimi, önlerine gelen pası veya koşulların yarattığı zorunlulukları iyi kullandılar. En önemlisi yaptıkları hataları yapmayarak bu iyi sonuca ulaştılar. Daha önce hep yapıldığı gibi, itiraz potansiyelini yumuşatmak, yatıştırmak veya engellemek yerine kulak vermeyi hatta toplumun verdiği ritme uymayı tercih ettiler. Kendi ayaklarına bağladıkları veya boyunlarına asılı ağırlıklardan kurtulup, aşağıdan gelen siyaset talebine bu sefer uydular. Açıkçası bu başarılı sonucun, hadisenin hazırlanılmış bir strateji olmasıyla da ilişkisi var. Elbette iktidarın ölçüsüz, zamansız ve dayanaksız hamlelerinin olağanüstü katkısını da unutmamak gerek. Bu hesapsızlık ve fütursuzluk, “milli irade” silahının CHP’nin eline geçmesini sağladı. CHP, “ayrıcalıklı küçük azınlık”, “cunta”, “dış icazetli darbe” gibi sol popülist söylem enstrümanları edindi ve kullanmaktan kaçınmadı.
Toplumsal tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında senelerdir kendini hep göstermeye hevesli toplumsal itiraz ve öfke, ilk defa önü kesilerek, gelecek bir zamana -sandığa- gönderilmek yerine, bulunduğu her noktadan kendini duyurmak için bir zemin kazandı. Bu noktada özellikle İ.Ü öğrencilerinin Beyazıt’taki polis barikatını aşan hamlesi ve daha sonra Yozgatlı çiftçilerin traktör eylemi çok önemli eşikler. Bu iklime denk gelen önseçim, yine toplumdan kendiliğinden gelen beklenmedik “destek sandıklarıyla” CHP’ye şimdiye kadar pazarlık ve ittifaklarda aradığı kitlesel potansiyelin başka bir kanalını haber verdi.
CHP’nin doğal ve biraz da insiyaki tutumu, çok farklı itiraz potansiyelini, herkesin kendini parçası sayabileceği bir hak, hukuk, adalet ortak zeminine çağırdı. Özel ve CHP gelişen muhalefet dinamizmiyle cesaret kazandı, toplumsal ve kurumsal muhalefet başka tür bir siyasi ilişki kurdu ve birbirini geri çekmek yerine cesaretlendirmeye devam etti. Şimdi toplumsal muhalefetle kurumsal muhalefetin birbirlerini “korkma arkanda ben varım” diye desteklediği bir teşvik söz konusu.
Liselere kadar inen bir tepkisellik oluştu tüm Türkiye’de bunu nasıl değerlendiriyoruz?
Ülkenin içinde bulunduğu -ağırlıklı olarak ekonomik- koşulların, gençlerin artık bir varlık sorunu saydığı “geleceksizlik” algısının, tahammül sınırlarını zorlayan ölçüsüz dayatmaların bu yaşananlarda çok büyük payı var. Ancak bazılarının kısa bir süre önce küçümsedikleri toplumsal muhalefet, “asıl gündem” sayılan ekonomik sıkıntılar nedeniyle sokağa dökülmedi. Binlerce insan, mutfak tenceresi veya cepteki cüzdanla ilgili olsa bile, “soyut” sayılan hak ve adalet isteğiyle harekete geçti. Alan açamadığı veya beklemesi söylendiği için biriktirdiği her şeyi, “hak, hukuk, adalet” talebiyle ilişkilendirdi.
Kaba çıkarlarının peşinde görünmek yerine, “ahlaki” pozisyon göstermeyi daha etkili veya kapsayıcı saydı. Ancak bunun sadece İmamoğlu’nun mağduriyetiyle ilişkilendirilmesi mümkün değil. Kendine ifade alanı bulan, doğrudan özne olarak öne çıkan ve sokak dahil yasaklanmış her alanı kendi çabasıyla siyasete açan toplumsal muhalefet, her bulduğu imkandan ve kürsüden itirazını haykırıyor. Her meselesini bu zemine taşıyarak büyük toplama katıyor. Liselilerden Yozgat köylülerine üniversitelerden stadyumlara uzanan hareketlilik, böyle bir dinamiğin varlığını ve aslında inadını gösteriyor.
Her hafta yapılacak ilçe/il mitingler bu toplumsal tepkiyi canlı tutar mı?
Saraçhane mitinglerinin ilk gününden itibaren, hemen herkesin -kiminin sevinçle, kiminin kaygıyla- beklediği, zaman içinde kalabalıkların azalması, mitinglerin havasının sönmesiydi. Gerçekten her gün aynı eylemi tekrar ederek itiraz potansiyelinin kalıcı bir dinamizm kazanması çok zordu. Ancak Saraçhane protestolarının her biri önceki günden daha fazla kalabalık topladı. Eylemler başka illere yayıldı. Maltepe’deki dev mitingi, şaşırtıcı Yozgat izledi. Ancak rutine bağlanmış mitingler hala bu dinamizmi taşımak ve süreklileştirmek için yeterli ve doğru araçlar gibi durmuyor.
Mitingler bölgesel dinamikleri ve örgütlenme canlılığını artırmak için elbette yararlı olabilir (bu yüzden sürdürülmesi gerekebilir) ama “erken seçim” talebinin iktidar üzerinde bir baskıya dönüşmesi için daha fazla ve yaratıcı hamleye ihtiyaç var. Kararlılık ve güç gösterisini ve en önemlisi eylemlerde bulunma (parçası olma) hevesini ülke sathına yayma çabası devam ettirilse bile yanına yeni eylemler eklenmeli. İktidarın ve bazı çevrelerin hemen reaksiyon göstermesiyle ne kadar etkili olduğu görülen boykot gibi eylemler. Siyasi-ideolojik kimlik aidiyeti duvarlarını hatta değişmez sanılan siyaset coğrafyasını aşan dinleyici imkanı da iyi değerlendirilmeli. Yine onlara hapsedildikleri siyasi kimlik kalıplarına sıkışarak konuşulmamalı.
CHP farklı olarak ne yapabilir ve neler yapmalı?
Özgün Özel, “gençler sevmiyor” diyerek, başarılı bir iletişim stratejisi yürütüyor, miting dememeye, eylem demeye gayret ediyor. Ancak bu sözün arkası sahiden eylem içeriğinin canlı tutulmasını gerektiriyor. Her hafta tematik bir atak bulmak kolay olmayabilir ama böyle bir strateji üretilmesine ihtiyaç var. Planlı mitingler dışında CHP kadro ve teşkilatlarının başka alanlarda kendiliğinden gelişen her türlü itiraz eyleminde daha aktif yer alması, destek olması, hep eksik sayılan alan-sokak siyasetinin daha aktif ve görünür hale getirilmesi önemli. Mesela “adayımı yanımda, sandığı önümde istiyorum” imza kampanyasının bütün CHP teşkilatları için aktif-etkili mahalle çalışmalarına dönüştürülmesi, ön seçim sırasındaki üye kampanyasının hızlandırılması, bu yeni iklimin yarattığı fırsatları değerlendirmek açısından kullanılabilir.
Yine mesela, Ekrem İmamoğlu’nun hücresinden yaptığı Kanal İstanbul çağrısına etkili bir eylemlilikle katılmak için yaratıcı ve etkili eylemler yapılması önemli. Çünkü Kanal İstanbul hem iktidarın inat sembolü hem CHP’nin cumhurbaşkanı adayının verdiği engelleme vaadi açısından hayati. Bütün bunlardan daha önemli olan, CHP’nin toplumun kendisine kulak kabartmış olmasını iyi değerlendirerek, itirazlarının yanında vaatlerindeki farkı da anlatmaya başlaması gerek. Ucu hafifçe gösterilen “sistem” eleştirisi daha anlamlı bir içerik kazanmalı, yaşanan her şeyle ilgili neden-sonuç bağlamı yeniden kurulmalı.
Muhalefete bir bütün olarak baktığınızda ne görüyorsunuz?
19 Mart sonrasında, tıpkı 2024 yerel seçiminde olduğu gibi seçmenin ve muhalefet kamuoyunun, gücü sonuç alıcı biçimde merkeze doğru toplama tercihine döndüğü görülüyor. İlk araştırmalar, CHP’nin -sadece yerel seçime has olmasından korkulan- yüzde 35 barajını aşma trendinin geri geldiği işaretlerini veriyor. Zaten CHP dışındaki muhalefet partilerinin siyasi etkinlik ve faaliyet anlamında çok hareketli olmadığını görüyoruz. Neredeyse bütün muhalefet partilerinin Saraçhane hareketliliği karşısında kayıtsız kalamamaları, CHP’nin öne çıkmasını destekledi. İYİP ve Zafer Partisi’nin, iktidara ve özellikle de “süreç” meselesine kuvvetli milliyetçi itiraz ve yüksek hamaset dışında alternatif bir ivme yaratamadıklarını görüyoruz.
Saraçhanede sahneye çıkan bozkurt işareti yapan veya milliyetçi dövizler taşıyan gençlerin siyasi mensubiyet ya da parti yönlendirmesinden bağımsız hareket ettikleri düşünülebilir. Zaten güdük kalmış Saadet, DEVA ve Gelecek dışında YRP’nin de havası kaçmış gibi. 19 Mart sürecindeki eylemlerde, DEM ise bu konjonktürde ivme kaybetmiş “süreç” konsantrasyonu yüzünden pasif kalsa bile tamamen gündemin dışına düşmedi. Özel ve İmamoğlu’nun DEM’i iktidar cephesine itmekten kaçınan tutumu da gayet önemli. Dolayısıyla, eğer CHP 19 Mart ile başlayan toplumsal muhalefet dalgasını sürüklemeye devam ederse, özel pazarlıklara ihtiyaç duymaksızın muhalefet partilerinin tabanı için doğal çekim noktası olabilir.
19 Mart süreciyle ilgili beklentiniz nedir?
Bahçeli’nin son çıkışlarının Erdoğan ile bir soruna dönüşüp dönüşmeyeceği tartışılıyor. Özel ve İmamoğlu Bahçeli’yi Erdoğan’ı desteklemekten caydırmaya dönük çağrılar yapıyor. İktidar içindeki bir çatlamanın dengeyi nasıl etkileyeceğine dair tartışmaların nereye varacağını kestirmek zor. Ancak 19 Mart hamlesinin böylesi gerilimleri tetiklediği veya görünür hale getirdiği, özellikle “süreç” gündemi bakımından sıkıntıların arttığı rahatlıkla söylenebilir. Fakat iktidar içindeki çatlaklar -geliştirilecek stratejilerde hesaba katılmakla birlikte- olası bir iktidar değişimi için asıl güvence ve belirleyici çare olarak ele alınmamalı.
Yine güncel tartışmalarda iktidarın, özellikle de Erdoğan’ın önünde iki yol olduğundan da bahsediliyor. 1- Taktik veya stratejik geri adımlarla bir reform ve yumuşama politikasına dönmek. 2- İstediği sonuçları alamamanın ve kontrol kaybının dengelenmesi için daha kuvvetli baskı siyasetine devam.
Birinci seçenek Erdoğan için “yolun sonunu gördüğü” bir çıkış planı anlamına geleceği için, kendisi ve yakın çevresi için pek mümkün görünmüyor. Belki taktik hamlelerle bu ihtimali canlı tutmayı deneyebilir.
İkinci seçenek daha güçlü ama açıkçası baskının daha fazlasının Erdoğan için daha iyi sonuç vereceğinin hiçbir garantisi yok. Siyaset geri gelme baskısını sürdürürse, siyaset dışı araçların gücü ve etkisi azalacaktır. Dolayısıyla 19 Mart, seçeneklerini artırmak için acele bir hamleye kalkışan Erdoğan’ın seçeneklerini iyice azalttığı ortada. Seçenekleri artmış olanların bunları ne kadar değerlendirebileceği ise hala cevapsız soru.
19 Mart’tan sonra Türkiye’de sadece siyaset değil toplum da başka bir evreye geçti. CHP sokağa inmedi ama sokakla, toplumla siyaset yapmayı öğrenmeye başladı. Peki bundan sonra ne olacak, CHP ne yapmalı? Toplumun farklı kesimlerinden akademisyen ve yazarlara birbirine benzer sorular sorduk. Bazıları doğrudan sorulara cevap verdi bazıları konu bağlamında müstakil yazılar yazdılar. Yazıları ve söyleşileri okumak için yukarıdaki görsele ya da buraya tıklayınız.

Yorum Yazın