Esasen 25 yıl boyunca bir ülkenin demokratik seçim sistemi içinde hep aynı iktidarca tek başına yönetilebileceğini düşünmek başlı başına bir psikolojik vaka olarak görülebilir. Ancak teorik olarak, bu kadar uzun süre demokratik düzende iktidarda kalmanın mümkün olduğunu varsayabiliriz. İnsanın doğal yaşam döngüsünü zorlayan bu uzun hikâye, özellikle son dört yılında, hepimizi bir gün ak dediğine ertesi gün kara diyen bir siyasi yönetim tarzıyla sınadı. Nebati’nin gözlerini ışıtan veriler Mehmet Şimşek için irrasyonel karanlıktı.
AKP iktidarının ilk on yılı, makroekonomik istikrara dayalı bir başarı hikâyesi yazdı. Ancak son on yılı, ekonominin tepetaklak oluşuyla tam bir tezat oluşturdu psikopatolojik bir tablo ortaya koydu. 2015 Haziran seçimlerinde yenilgiye uğrayan ve normal şartlarda iktidarı muhalefete devretmesi gereken AKP, bu süreci tersine çevirdi. Sonraki on yıl, bu tersine çevirme çabalarının gölgesinde geçti .
Özellikle son dört yıl, ekonomi alanında bipolar bir yönetim tarzının zirvesine tanıklık etti. Türkiye, son on yıldır ekonomideki kötü gidişatın pençesinde. Geniş kitleler, "bugünü aratmasın" çaresizliğiyle eldekiyle yetinmenin kitabını bırakın, ansiklopedisini yazdı. Düne göre kötü hissedenler yarın daha kötü olmasın dediler.
Ancak bir sistemde herkesin aynı anda kaybetmesi mümkün değil. AKP döneminin kazananları da oldu. Bunların çoğu, AKP’nin çekirdek kadrosu ve çevresindeki halkaya dahil olsa da, inşaat rantı üzerinden iktidarını sağlamlaştıran bir yönetim, bu alanda hatırı sayılır bir kesimi peşine takmayı başardı.
Erdoğan’ın nadir özeleştirilerinden biri olan “Biz bu kente ihanet ettik” sözü, öznesinde İstanbul’u, yükleminde inşa etmeyi, tümlecinde ise gözü karalığı barındırır. İstanbul’un kentsel rantının Sayıştay raporlarına yansıyan ağır istismarı, herkesin bildiği bir sır olsa da, kentin peyzajının gökdelenlerle bölünmesi, sır olmaktan çok bir ifşa olarak karşımızda duruyor.
AKP’nin uzun hikâyesinin bir yanında, bankacılık sisteminde Ali Babacan’ın temellerini attığı hegemonik yapı yer alıyor. Diğer yanında ise finansal imkânların kentsel gözü karalıkla kullanılmasıyla önce İstanbul’u, ardından tüm Türkiye’yi koca bir şantiyeye çeviren bir anlayış var.
Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan ve Doğru Yol gibi sağcı öncüllerinin “bize plan değil, pilav gerek” teziyle bıraktığı yarı enkaz şehirleşme, gecekondularla dolu büyük kentler ve geri bırakılmış köyler, AKP’nin uzun iktidarını besleyen kan damarları oldu.
Şehirlerin plansız kurgusu, 21. yüzyılda adeta ortaçağ esintileri taşıyordu. Üstelik, etimolojisinde “Doğu” anlamına gelen Anadolu, bu anlamı beğenmezcesine her yıl biraz daha Batı’ya yürüyordu. Demirel kendini “barajlar kralı” sanıyordu, ancak Türkiye’nin altının çürük olduğunu 17 Ağustos depreminde anladı. Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı sağcılara emanet edilen Türkiye, ne yazık ki planlı kentleşme konusunda pek dert edinilmemişti. Zaten dünyada dostlar değil, çıkarlar vardı.
AKP’nin çeyrek asırlık iktidarı, İstanbul’un gökdelenlerle yaralı peyzajından Anadolu’nun apartman tarlalarına uzanan bir rant destanı yazdı. Şimdi, katlamalı emlak vergileriyle bu destanın bedelini ödetme vaadi yükseliyor; ancak, süper zenginlerin gölgesinde tabana yayılan yükler, adalet arayışını gölgeliyor.
AKP, Türk sağının 1991’e kadar Amerika ile getirdiği sistemi devralmakta gecikmedi. Öncüllerinin hatalarından ders alarak çeyrek yüzyıllık bir iktidar inşa etti. Bu iktidar, başta İstanbul olmak üzere inşaatı hedef sektör seçti. Türkiye’nin modernleşme serüvenindeki zayıflıkları, “Yeni Türkiye” için bir çıkış noktası haline getirdi.
2021’de başlatılan ve Mehmet Şimşek’in “irrasyonel” diyerek kenara attığı Türkiye Ekonomi Modeli ise konut fiyatlarında ve kiralarda devasa artışlara yol açtı. Türk Lirası değer kaybederken, paranın kendini kurtarmak için sığındığı can simitlerinden biri emlak oldu.
Şimdi, konutu servet birikimi aracı olarak kullananlar hedefte. Çoklu konut sahiplerine yönelik ek vergi söylentileri almış yürümüş durumda. AKP, kendini emlak rantıyla bugüne taşıdı; şimdi bu rantı yarınlara kalmak için kullanıyor. Çok evi olandan fazla vergi alınması parlak bir fikir. Anadolu’da şehre yakın köylerde tarlaları apartman arsasına dönüşenler, parayı harcayacak yer bulamayınca off-road sporuna yönelmiş. Traktör yerine off roadlar arazide.
Bu yüzden, vergi reformuna olumlu bakıyorum. Ancak bu vergiler, İstanbul’un “ihanet” edilen peyzajına heyula gibi dikilen süper zenginlere ve onların şirketlerine dokunabilecek mi? Karmaşık vergi sistemi, devasa arazi rantlarının üzerine oturanlardan bu bedeli alabilecek mi? Şehir rantlarını tabana yayarken, tavandakilere hesabı ödetebilecek mi? Dünyanın gelir adaletsizliği en kötü ülkesinden birini yönetiyorsanız vergiyi kimden alacağınızı iyi bilmelisiniz.
AKP’nin çeyrek asırlık iktidarı, İstanbul’un gökdelenlerle yaralı peyzajından Anadolu’nun apartman tarlalarına uzanan bir rant destanı yazdı. Şimdi, katlamalı emlak vergileriyle bu destanın bedelini ödetme vaadi yükseliyor; ancak, süper zenginlerin gölgesinde tabana yayılan yükler, adalet arayışını gölgeliyor. Türkiye, plansız kentleşmenin ve ekonomik çöküşün mirasıyla yüzleşirken, asıl soru şu: Bu vergiler, ihanetin diyetini gerçekten kesebilecek mi, yoksa sadece yeni bir çaresizlik ansiklopedisi mi yazılacak? Zaman, yalnızca hesap soranları değil, hesap ödemeyi göze alanları da sınayacak.

Yorum Yazın