İsrail emperyalizmi son 2 yılda tüm kırmızı çizgileri aştı. Bu terör devletinin tek taraflı olarak kullandığı güç Ortadoğu’daki statükoyu radikal bir şekilde değiştirdi. Hamas, Hizbullah, Yemen ve İran İsrail’le girdiği askeri çatışmadan ağır şekilde yaralandı. Dahası Gazze’nin direniş örgütü Hamas yok olmanın eşiğinde. Hizbullah Lübnan iç siyasetinde eski belirleyici konumundan çok uzakta. Üzerindeki ABD baskıcı arttı. Her iki örgüt onur kırıcı bir şekilde lider kadrosunu kaybetti. Yemen’de benzeri bir sorun var. İsrail, ihtimal ki Suudi Arabistan’ın da yardımıyla Yemen’i istediği zaman bombalıyabiliyor. Yakın tarihin en büyük kaybedeni ise İran. Mollaların baskısı nedeniyle zaten içten çürümüş, halkına yabancılaşmış İran, önce İsrail, ardından da ABD saldırı karşısında şeytan Batıya gerekli yanıtı veremedi.
9 Eylül tarihinde ise bir kırmızı çizgi daha aşıldı. Katar’da müzakere yürüten Hamas heyetine İsrail tarafından saldırı düzenlendi. İsrail’in hedef aldığı bina sivil yerleşim alanları içerisindeydi. Saldırı da can kaybı olsa da, heyet hala hayatta. Burada dikkat çekilmesi gereken husus ise Katar’ın ABD güvenlik şemsiyesi altında olan bir ülke olması. İsrail bu gerçeğe rağmen, belki de böylesi bir zemine güvenerek askeri operasyon düzenledi. Katar dahil olmak üzere tüm körfez ülkeleri ABD’ye güvenlik için para ödüyor, ihale veriyor. Ayrıca tüm Ortadoğu Amerikan üstleriyle dolu. Bu arada zamanında Hamas’ın Katar’a gelmesi ABD’nin talebiydi. Müzakere süreçleri ve Katar’ın arabulucu rolü bu sayede pekişti.
Geldiğimiz noktayı şöyle özetleyebiliriz: İsrail gözünü karartmış durumda. ABD ise kendi koruması altındaki ülkeler dahil olmak üzere İsrail’in içeride terör, dışarıda emperyalizm enstrümanlarına dayalı dış politikasına göz yumuyor. Körfez ülkelerinin her sene ABD’ye ödediği on milyarlarca dolar haraç İsrail saldırıları karşısında işlevsiz. Mevzubahis İsrail’in güvenliğiyse ABD’nin görmezden gelip ilişkilerini çiğnemeyeceği ülke yok gibi.
Bu tartışmanın Türkiye’yi ilgilendiren kısmı ise artan İsrail-Türkiye gerilimine odaklanınca daha anlamlı hale gelmekte. Türkiye’yi zora sokacak tüm gelişmelerin ardında doğrudan veya dolaylı olarak İsrail var. Şam’ı tehdit edip SDG-PYD’yi özerklik yönünde teşvik eden bir strateji yürütüyor İsrail hükümeti. Tabii bu durum Türkiye’nin terörsüz Türkiye adıyla yürüttüğü ikinci çözüm sürecini işlevsiz hale getirmekte. Daha önce Fidan, Bahçeli ve Erdoğan’ın çeşitli kereler ifade ettiği üzere bu işin sonu Türkiye’nin Suriye PKK’sına müdahalesiyle sonuçlanabilir.
Ancak böylesi bir adım İsrail’in Şam rejimini yıkacak adımlar atmasını da gündeme getirecektir. Bu nedenle kuzeyin Türkiye, güneyin ise İsrail tarafından kontrol edildiği bir Suriye haritası hiç de ütopik değil. Pek çok yorumcu İsrail’in Suriye üzerinden Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışan bu tavrını kontrollü bir çatışma olasılığının ilk adımı olarak yorumluyor. İsrail Türkiye’yi kışkırtarak daha sert veya kapsayıcı adımlar atmaya zorlamakta. Peki, İsrail’den Türkiye’ye açık bir saldırı olabilir mi? Türkiye’nin askeri gücü İsrail’e hak ettiği dersi vermeye yeterli. Dahası bir NATO üyesine askeri saldırının yanıtsız kalması NATO’yu paramparça eder. Bunlar bizim avantajlarımız. Yine de artan jeopolitik gerilimin yükünü hafifletmemiz gerekiyor. Öncelikle ABD’nin İsrail’le Türkiye’nin karşı karşı geleceği bir senaryoyu istemeyeceği, ama iş oraya giderse İsrail’den yana tavır takınacağı bir varsayım olarak cebimizde olmalı.
Ne ABD devleti ne de Trump yönetimi güvenilir değil. İkinci mesele ekonomik kırılganlığın azaltılması. Ekonomik yapı Türkiye’nin en büyük zaafı. Onu dış müdahaleler karşısında savunmasız kılıyor. Son olarak Şam’ın durumu masaya yatırılmalı. Suriye’deki mevcut yönetiminin yol kazasına uğramadan ayakları üzerinde durması Türkiye’nin İsrail emperyalizmini sınırları dışında karşılamasını kolaylaştıracaktır.

Yorum Yazın