Kastamonu deyince akla önce güzel yemeklerin gelmesi tabii ki bir sır değil. Kasaplar Çarşısı'ndaki Dönerci Necati'yi paylaştığım twitin neredeyse 200 bin görüntüleme ve yüzlerce beğeni alması ise beni hem sevindirdi hem de umutlandırdı (https://x.com/FilmlerHayatlar/status/2001594409360490640).
Kastamonu’nun döneri, pastırması, etli ekmeği, mantarı, tiridi, banduması jenerik ürünler olarak insanlık mirasına kaydedilmeyi hak ediyor(1).
Diğer yandan Kastamonu deyince akla entelektüel faaliyetlerin gelmesi de karnı estetik yemeklerle dolan insanlar için haklı bir istek ve talep.
Kastamonu Kent Müzesi ve onu çalışkan müdürü Murat Karasalihoğlu ile yollarımızın kesiştiğinden beri bu hayalin ağır aksak da olsa gerçekleşmesi benim için önemli bir yol ayrımı oldu(2).
Murat’ın kitaplarla taçlandırdığı Kent Müzesi serüvenini şehirde kültür konuşmak ve paylaşmak için bir araya gelmek isteyenler için alan haline getirmesi bu yolun otobana dönmesi için atılan bir adım(3).
Sinema, Kitap ve Bilim konuşmalarının rutin hale geldiği bu sürece aralarında Saadet Özen ve Şebnem İşigüzel’in de olduğu Everest Yayın ekibinin katılımı ile hayata geçen bir de Nahit Sırrı Örik etkinliği girdi. Kaçırdığım için çok mutsuz olsam da yapılmış olması ve buradan çıkacak sinerjiyi düşündüğümde beni heyecanlandıran bu toplantının meyvelerini umarım yakında görürüz (https://www.instagram.com/reel/DLFWoYFM7fg/).
Yüksek faaliyetlerim yani karşılığında ücret almadığım işler çerçevesinde Kastamonu’ya yaptığım son ziyaret şükür ki bir Sinema buluşmasına denk geldi. Aronofsky’nin Black Swan’ı yani Siyah Kuğu’su konuşulacaktı.
Bir Perşembe etkinliği olan Sinema günü öncesinde yani Çarşamba gecesi Murat’ın kitap ve kedi ile dolu evinde filmi tekrar izledik.İlk defa sinemada izlediğim filmi yıllar sonra tekrar görmek ve üzerine konuşmak filmlerden hayatlar çıkarmak için de bir fırsat olacaktı. Perşembe akşam 18.30 gibi Kastamonu Üniversitesi akademisyenleri, öğrencileri ile beraber çok farklı mesleklerden yaklaşık 25 kişilik bir grup filmi konuşmak üzere bir araya geldik.
Moderasyonu yapan Kenan Kılıç Kastamonu Üniversitesine bağlı Meslek Yüksek Okulunda öğrenim görevlisi. Akademik ünvanları mütevazi görünse de filmi tartışmaya hazır hale getirme konusundaki mahareti bu mütevaziliğin derin bir birikimi kamufle ettiğini göstermekteydi.,
Kastamonu’da Vedat Tek’in mimarlık şaheseri Hükümet Konağı'nın bünyesindeki Kent Müzesi'nde Siyah Kuğu, Lacancı bir aynanın anlamı nedir tartışması ile süzülmeye başladı. Ayna’nın gösterdiği gerçeklikle benlik arasındaki kırılmanın sinemasal anlatımıydı aslında Siyah Kuğu.
Jacques Lacan’ın ayna evresi teorisine göre çocuk, aynadaki yansımasını “bütün” bir benlik olarak algılar ama bu algı her zaman yanıltıcıdır; yetişkinlikte bu kırılma tekrar ortaya çıktığında benlik parçalanır. Nina Beyaz Kuğu olarak başladığı hayatında aynada gördüğü masumiyetin benliğinde yok oluşunu tam da bu şekilde deneyimliyordu – aynalar çatlıyor, yansımalar kanıyor, dönüşümler başlıyordu. Ardından bütün karakterler sıradan geçti. Thomas’ın ve Annenin aynı bünyeye uyguladıkları basıncın ruhu nasıl bir portakal gibi sıktığı anlatıldı. Özellikle anne-kız ilişkisi uzun uzun konuşuldu: Anne Erica, kendi başarısız bale kariyerini kızına yüklemiş, onu hem koruyormuş gibi yapıp hem de boğan baskıcı bir figürdü. İlişki, kesilmemiş göbek kordonu gibiydi; kordondaki kan kızı değil anneyi besliyordu.
Nina’nın odası hâlâ çocukluk eşyalarıyla dolu, annesi onu hâlâ “bebeğim” diye çağırıyor, hatta sırtını kaşıyor – bu sahneler infantilizasyonun ve bastırılmış cinselliğin en çarpıcı göstergeleriydi. Üremek için değilse cinsellik kötüydü; bu “kötülüğün” öğretilmesi görevi ise yönetmen Thomas’a kalmıştı.
Thomas’ın manipülatif yönlendirmeleriyle Nina, bastırılmış arzularını serbest bırakmak zorunda kalıyor, bu da onu hem özgürleştiriyor hem de yok ediyordu. Beyaz Kuğu’nun içinden Siyah Kuğu’yu çıkarmak gerekiyordu. Mükemmel Beyaz Kuğu olmak yetmezdi; Siyah Kuğu’nun tutkusu, cinselliği ve kaosu da olmak için ölümcül bir çaba lazımdı. Bu çaba Nina’yı kendi benliğini yok etmeye iten bir mükemmeliyetçilik takıntısına dönüşüyordu – Aronofsky’nin daha önceki filmlerinde de gördüğümüz gibi, tutku yıkıcı bir güçtü.
Tam burada devreye Lily yani Siyah Kuğu girer. Nina’nın bölünen benliğinde Lily var ile yok arasında bir yerdedir. Lily’nin aslında var olmadığı, onun Nina’nın karışan zihninin yarattığı bir alter ego olduğuna dair güçlü kanıtlar vardır.
Diğer yanda Lily’nin rekabetçi bir yedek oyuncu olarak gerçekten var olduğu ama Nina’nın zihninin onu toksik biçimde çoğalttığı da söylenebilir. Film bu ikircikliği bilinçli olarak bırakır; izleyiciyi rahatsız eden de tam bu belirsizliktir. Ve kaçınılmaz sona gelindiğinde ölen ya da doğru deyimle kendini öldüren aslında Beyaz Kuğu mudur yoksa Siyah Kuğu mu?
Siyah Kuğu’nun ipleri ele alması ve Nina’nın dönüşümünü tamamlamış olması ölenin Beyaz Kuğu olduğunu düşündürür. Diğer yanda filmin kaynak hikayesi Kuğu Gölü’nde ölen Beyaz Kuğudur. Zaten Nina da aynadan kırdığı parçayı aslında Siyah Kuğu olarak kendine saplamamış mıydı?
Bütün bu seçenekler Aronofsky sinemasının ikircikli hali için çok da şaşırtıcı değil.Film, Nina'nın sahne üzerindeki muhteşem final performansında “It was perfect” diyerek kanlar içinde yatmasıyla biter – bu sahne, mükemmeliyetçiliğin ve dönüşümün bedelini en çarpıcı şekilde gösterir.
Kastamonu Kastamonu olalı böyle yüksek kültürü acaba ne zaman görmüştür? Türkiye’nin yanlış kalkınma stratejisi ile feda edilen şeyleri tekrar yakalama zamanı. Kastamonu Kent Müzesi'nde Siyah Kuğu’nun bir banduma malzemesi olarak değil, derin psikolojik katmanlarıyla sanat eseri olarak konuşulması önemli bir haberdir.Bu haberi herkes duysun istedim. Film bahane, esas olan o kültürel canlanma ve düşünce özgürlüğü. Umarım bu tartışmalar daha nice etkinliklere ilham olur!
Dipnotlar:
2. https://cagatayarslanfilmlerhayatlar.blogspot.com/2022/07/kitabi-alana-muze-bedava-murat.html
3. https://www.yeniarayis.com/yazi/kastamonunun-kapisi-acilirken-710
























Yorum Yazın