Peki Erdoğan’ın kıyaslayarak “daha serbest bir medya ekosistemine sahipiz” dediği 2002’de bu endekste sıramız neydi? Belki ilginç gelebilir ama 2002 yılında Türkiye aynı listede 99’ncı sırada yer alıyordu. Yani uluslarası endekste Türkiye’de medya ekosistemi Erdoğan’ın ifade ettiğin tersine 2002’de çok daha özgürmüş.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde 10. Anadolu Medya Ödülleri programında dün yaptığı konuşmada; “Siyasi hayatında defalarca medyanın gadrine uğramış, vesayetçi ve tek sesi medya düzeninin sıkıntılarını iliklerine kadar hissetmiş kardeşiniz olarak dillendiriyorum. Manşetlerle çarpışa çarpışa geldik.
28 Şubat dönemindeki korkunç medya atmosferini hiçbirimiz hatırlamak istemiyoruz. Manşetler sayesinde doğrudan hükümete ayar verildiği, imam hatip okullarının önünde sözde gazetecilerin nöbet tuttuğu utanç verici günleri artık geride bırakmaktan memnuniyet duyuyoruz.” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın konuşmasının kuşkusuz en önemli bölümü;
“Türkiye bugün 2002 öncesine göre, çok daha serbest bir medya ekosistemine sahiptir. Bu özgürlük ortamı çoğu zaman sorumsuzluk seviyesine kadar gitmektedir.
Ülkemizdeki basın mensupları batıdaki meslektaşlarına göre daha rahat kalem oynatmaktadır.”
Şimdiye geri çekilip soralım gerçekten öyle mi?
Olmadığının en somut örneği çok değil 5 gün önce Uluslararası sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) her yıl yayınladığı “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi”. Bu endekste Türkiye, önceki yıla göre bir sıra aşağıya düşerek 159’uncu sırada yer aldı. Türkiye’nin yer aldığı bu sıra, “çok vahim”' kategorisinde...
Türkiye bu araştırmada, 2016’da sıralamada 151. sırada iken, 2017’de 155’nci sıraya, 2018 ve 2019’da 157’inciliğe kadar gerilemiş. 2020’de sonrasında yaşanan iyileşme sonrası olsa gerek üç sıra yükselerek 154 sıraya yükselen Türkiye, 2021’de 153’nci sıraya, 2022’de 149’ncı sıraya yükseldikten sonra 2023’te 165’nci, 2024’te 158’nci sırada yer almıştır.
Görüldüğü gibi 2016’dan ve 2025’e 151’nci sıradan 159’ncu sıraya kadar gerilemiştir.
Peki Erdoğan’ın kıyaslayarak “daha serbest bir medya ekosistemine sahipiz” dediği 2002’de bu endekste sıramız neydi?
Belki ilginç gelebilir ama 2002 yılında Türkiye aynı listede 99’ncı sırada yer alıyordu.
Yani uluslarası endekste Türkiye’de medya ekosistemi Erdoğan’ın ifade ettiğin tersine 2002’de çok daha özgürmüş.
Erdoğan aynı törende klasik medya dışında son yıllarda yayılan sokak röportajlarını için de; “Eline mikrofon alıp dışarı çıkan herkes gazeteci değildir, basın mensubu değildir. Milleti provake eden halkı galyana getiren gazeteci olmaz. Olsa da ona gazeteci denmez. Sokakta milletimiz açıkça tahrik ediliyor.” açıklaması yaptı.
Bu açıklama, yukarıdaki anlayışın doğal bir sonucudur. ve yakında sokak söyleşilerine sınırlama gelirse şaşırmayacağız.
Neyin haber olup olmayacağını, kamu yararının ne olduğuna iktidar/devlet ya da onun medyadaki komiserleri belirleyecekse bu meslek, gazetecilik değil devlet memurluğu olur. Medyada gazeteci değil devlet memuru istiyor iktidar.
BAĞIMSIZ DEĞİL DEVLET MEMURU GAZETECİ İSTİYORLAR
Açıkçası iktidar bloku bir bütün olarak denetim altına alınmış, kontrol edilen medya hedefliyor ve bu yolda hayli mesafe de aldıkları da bir gerçek. Hedef, izledikleri siyaseti sorgusuz, eleştirisiz ve itirazsı kabullenilemesi.
Basın ve ifade özgürlüğü konusunda yaşadığımız temel sıkıntının nedeni bu hedef.
Bugün, medyanın büyük bir kesimi, halkın bilgi almasını yani kamusal işlevini, onu var eden, onu ekonomik olarak besleyen siyasi çizgiye feda etmiş durumda. Bunun için bu medya organları, birer siyasi bültene dönüşmüş halde.
Hükümete başkanlık etmekten, haber kanallarının KJ’lerine, hatta program ve program konuklarının dizaynına kadar her konuya hâkim ve müdahale eden bir akıl var karşımızda. Bu durum, o aklın mükemmelliğinden değil; akıllarını o akla rehin veren, o aklı mükemmelleştirerek kendilerini mükemmel sayan çevreden kaynaklanıyor.
Bugün Erdoğan’ın şahsında kristalleşen bu akıl, güçlü bir tek adamın siyaseten her şeyi belirlediği bir döneme işaret ediyor.
Bu tablo, tek bir akla, kendi akıllarını o akla teslim eden, o akıl adına hareket ettiğini düşünen yapının, organizasyonun, siyasetin resmidir.
Bu yapının siyasi sonucu ise “iktidar” olmayı merkeze alan bir siyasetsizliktir.
Bu açıdan bugün toplumsalın siyasalı değil, siyasalın toplumsalı dönüştürdüğü bir dönemdeyiz. Diyanet, eğitim ve medya da bu sürecin ideolojik taşıyıcılarıdır.
Bu siyaset yapma tarzının bütün amacı iktidarını korumaktır. İktidar bunu sağlamanın yolunun da toplumsal kutuplaşma ve gerilimden geçtiğini düşünüyor. Bu siyaset, iktidarını destekleyenler dışındakileri öteki ve düşman ilan eden bir siyasal atmosfer inşa etti.
Açıkça iktidar bloku, toplumu bilgilendirme yani kamusal hizmet yapacak medya, gazeteci/lik değil kendi denetiminde bir medya ve gazeteci/lik istiyor. Toplumun neyi bilip bilmeyeceğine iktidarın/devletin karar vermesini istiyor. Bu normal şartlarda ancak otoriter yönetimlerde olur.
Neyin haber olup olmayacağını, kamu yararının ne olduğuna iktidar/devlet ya da onun medyadaki komiserleri belirleyecekse bu meslek, gazetecilik değil devlet memurluğu olur. Medyada gazeteci değil devlet memuru istiyor iktidar.
Bu işleyiş sadece basit bir siyasal söylem ile olmuyor. Bu sistemi tahkim eden bir ekonomik düzen de bu sürecin olmazsa olmazı.
Bu ekonomik düzen ise devlet mekanizmaları kullanılarak yaratılan rantın; medya, sanat, inşaat ve çeşitli alanlardaki kurumlar üzerinden iktidara siyasi, ideolojik, toplumsal meşruiyet sağlayanlara dağıtılması üzerine kuruludur.
Özgür olmayan gazeteciliğin, devlet memuru gazeteciliğin yazamadığı gerçekler, görülmek istenmese de, yazılamasa da gerçek olmaktan çıkmıyor. Tam tersine bu durumda yani yasakların olduğu ortamda devreye fısıltı gazetesi giriyor. Ve fısıltı gazetesinin yaydığı bilgilerin yarattığı maliyet ise herkes için daha yüksek oluyor.
FISILTI GAZETESİNİN MALİYETİ
İktidarın kurmak istediği bu tekele direnen eleştirel gazetecilik ise cezalar, yasaklar ile sindirilmeye çalışmaktadır. Bunun için gazeteciler işinden ediliyor, tazminat ve ceza davaları açılıyor. Yetmiyor bir de tutuklanıyor.
Ancak ülkenin içinde olduğu ekonomik kriz, bu medya düzenin de ancak küçülerek sürdürülebileceğini gösteriyor. Nitekim 2019’de AKP İBB’yi kaybettikten sonra pek çok gazete ve dergi kapandı ya da sadece internette yayın yapar hale geldi.
Oysa iktidar şunu görmüyor. Bağımsız gazetecilik, sadece kamu yararı için değil, iktidar için de vazgeçilmezdir. Sonuç olarak özgür olmayan gazeteciliğin, devlet memuru gazeteciliğin yazamadığı gerçekler, görülmek istenmese de, yazılamasa da gerçek olmaktan çıkmıyor.
Tam tersine bu durumda yani yasakların olduğu ortamda devreye fısıltı gazetesi giriyor. Ve fısıltı gazetesinin yaydığı bilgilerin yarattığı maliyet ise herkes için daha yüksek oluyor.

Yorum Yazın