Otoriterleşen yönetimlerin, algı yönetimiyle ya da devlet medyası oluşturarak rıza üretmesinin mümkün olup olamayacağı belli değil. Hele, Türkiye gibi çeşitlenmiş ve iyi kötü demokrasi konusunda bilgi sahibi olmuş bir toplumda sadece algı yönetimiyle rıza üretmenin mümkün olamayacağı da açık.
Yeni teknolojilerin toplumda çok boyutlu değişimleri tetiklediğini biliyoruz. Sosyal bilimcilerin bir işi de teknolojik değişimin üretim ilişkilerini, toplumsal tabakalaşmayı, toplumdaki güç ilişkilerini ve diğer alanları nasıl etkilediğini açıklamaya ve anlamaya çalışmaktır. Günümüzdeki yeni teknolojinin etkilerini anlamak için de yeni arayışlar ve yaratıcı düşünceler gereklidir. Günümüzde gerçekleşen teknolojik değişimin sadece üretim alanında değil, ulaşım ve iletişim alanlarında da yaygın etki yapması, durumun yakın geçmişten çok farklı olduğunu akla getirmektedir. İletişim ve ulaşımdaki ucuzlamanın özellikle, mal, para ve imajın yanı sıra sıradan insanları hareketlendirmeye başlaması bu anlamda önemlidir. Yeni teknolojilerin tetiklediği kitlesel göçler ilgi alanıma girdiğinden bu konudaki gelişmelerden ve tartışmalardan belli ölçüde de olsa haberdarım.
Küreselleşme araştırmaları yeni teknolojilerin farklı yerellerde, hemen her alanda farklı değişimleri tetiklediğini göstermektedir. Ben de Türkiye’de farklı alanlardaki değişimin ipuçlarını ulusal medyayı izleyerek bulmaya çalışıyorum. Son dönemlerde, önemli başvuru kaynağım olan medyanın, artık alıştığım “güvenilir” haber ortamı olmadığını fark etmeye başladım. Toplumdaki değişimin işaret fişeği olan “güvenilir” haberleri nasıl izleyeceğim konusunda artık eskisi kadar rahat değilim ve “güvenilir” habere ulaşmak için eskisine göre daha çok zaman harcamam gerekiyor. Bu arada, haber ararken çoğu zaman yoruma muhatap olmak işimi daha da zorlaştırıyor. Habercilerin ve medyatik akademisyenlerin kutuplaşmış siyasetin yorumcuları haline dönüşmeleri aktardıklarından hangisinin “güvenilir bilgi”, hangisinin “siyasal mesaj” ya da hangisinin “güvenilir haber” olduğunu anlamamı güçleştiriyor.
Anladığım kadarıyla, bilimsel bulguların kamuoyu ve güç sahibi yöneticilerle paylaşılmasındaki etik kurallar artık belirsizleşmiş.. Aynı şekilde, artık “akademi/medya/siyaset” ilişkilerini de anlamak pek mümkün değil. Deprem vesilesiyle, Yeni Arayış’a yazdığım bir yazıda “Medya çağında bilim etiği nasıl korunur?” sorusunu tartışmaya çalışmıştım. O yazıda, esas olarak, yeni medya çağında, görünür olmak isteyen ya da kendi bilgisini fazla önemseyen bilim insanlarını eleştirmiştim. Bilim insanlarının düşüncelerini “doğru” bilgi olarak medyada dikte etmesinin toplumda zaten var olmayan bilime güveni daha da sarsacağı kanısındayım. Özellikle siyaset konusunda çalışan akademisyenlerin medyada dikte ettikleri mesajların sadece bilime değil aynı zamanda siyasete olan güveni de sarsacağını düşünüyorum. Nitekim bu tür yayınlar kamuoyunda da bir süredir “algı yönetimi” olarak tanımlanmaya başladı.
Bugün genel kabul gören “medya etiği” kavramı, otoriter medya sonrası demokratik toplumun oluşması ve sürmesi için gerekli görülen kuralları ifade eder. Modern dönemlerde önemsenen yalan haberi önleme ve farklı toplumsal gruplara ait haberleri duyurma düşüncesi bu ilkelerin oluşumunda etkili olmuştur.
MEDYA ETİĞİNİN ÖNEMİ
Bütün yöneticilerin hatta en zorbalarının bile, toplumda çoğunluğu etkileyerek “meşruiyet” sağlamayı ya da rıza üretmeyi hedefledikleri bilinir. Otoriter rejimlerde haberleşmenin denetimi toplumdaki düzenin sürmesi açısından her zaman çok önemliydi. Nitekim, otoriter devlet medyası ürettiği hayali bir dünya ile bu meşruiyetin sürdürülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Neyse ki, otoriter yönetimlerde yaşayanlar, tarih boyunca, tekçi ve didaktik haberleşme ağına karşı kendilerine özel enformel iletişim yolları bulmuşlardır. Otoriter toplumlarda yaygın olarak kullanılan fısıltı gazetesi ya da sözlü aktarma yolu aslında sivil haberleşme ağının öncüleridir. Bu bağlamda, geleneksel toplumlardaki erkek egemen sivil haberleşmede kahveler çok önemli iletişim alanlarıydı. Buna karşılık, otoriter devlet yöneticilerinin bile, toplumdaki rızanın devam edip etmediğini anlamak için bu kahvelerde konuşulanları gizlice izlemeye çalıştıkları da bilinir. Anlatılara konu olan “tebdili kıyafetle dolaşan Sultan” menkıbelerinin yanı sıra, sosyal antropologların araştırmaları bize bu konuda önemli bilgiler sunar.
Bugün genel kabul gören “medya etiği” kavramı, otoriter medya sonrası demokratik toplumun oluşması ve sürmesi için gerekli görülen kuralları ifade eder. Modern dönemlerde önemsenen yalan haberi önleme ve farklı toplumsal gruplara ait haberleri duyurma düşüncesi bu ilkelerin oluşumunda etkili olmuştur. Demokratik yaşamı destekleyen toplumlarda, hem iktidarın denetlenmesi, hem de farklı toplumsal grupların toplumsal taleplerinin duyurulması için güvenilir haber önemsenir. Yürütme, yasama ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olarak kabul edilen “modern medya” çalışanların liyakatinden, kullanılacak dil, imaja ve medyanın finansmanına kadar her konuda özel olarak düzenlenmiştir. Medya etiği aynı zamanda haber bildiriminde öznelliğin önlenmesi, gerçekliğin ve güvenirliğin sağlanmasında habercinin izleyeceği ilkeleri de belirler.
Türkiye gibi demokrasi deneyimi kısıtlı toplumlardaki otoriter yönetimlerin toplumsal meşruiyetlerini popülist uygulamalarla sağladıklarını biliyoruz. Bu popülist uygulamaların denetimi bugüne kadar esas olarak, aksak da olsa, kurumsal siyasal partiler ve kurumsal medya aracılığıyla sürdürülürdü. Kolayca ulaşılabilir iletişim kanallarının yaygınlaşması, bu tür kurumsal medyanın sahip olduğu sınırlı denetim olanağını da ortadan kaldırmaya başladı. Yeni dönemde, yeni teknolojiler kurumsal siyasetin gücü elinde tutan kesimine algı yönetimini arttırıcı yeni olanaklar sağlamış, kurumsal siyasete giremeyen muhalefetin de elindeki tek mecra olan fısıltı iletişimini kahve köşelerinden çıkarıp cep telefonlarına taşıyarak kurumsal medya düzenini sarsmıştır.
Öte yandan, otoriter popülist yönetimler, yeni iletişim çağının teknolojilerini, kendi meşruiyetini sağlamak ve güçlendirmek amacıyla kullanarak “algı yönetiminin” yeni aracı olarak kullanmayı becermiştir. Otoriter yönetim, aynı aracı muhalefetin kullanmaması için kurumsal medyada var olmaya çalışan muhaliflerini tasfiye etmeye çalışmıştır. Son dönemlerde kurumsal medyanın ve orada çalışanların başlarına gelenler yerleşik kurumsal medya döneminin bittiğini yenisinin ise henüz tam kurulamadığını gösteriyor.
İletişim üzerinde çalışanların, demokratik toplumun olmazsa olmazı sivil toplumu oluşturacak, farklı kesimleri, farklı talepleri, farklı haberleri ortak bir platformda birleştirecek dayanışmayı yapmaları zorunlu gibi geliyor. Kısaca, toplumsal muhalefet, yeni iletişim çağında güvenilir medya için yeni ilkelerin oluşmasını bekliyor…
GÜVENİLİR MEDYA ŞARTI
Son dönemlerde, yeni nesil popülizm diye adlandırdığım otoriter popülist rejim için “algı yönetimi” neredeyse toplumsal rıza üretmenin tek yolu olarak kabul edilmeye başlamıştır. Eskiden kullandığı popülist araçları kullanma olanağını tükettiğinden artık meşruiyetini yitirmeye başlayan yönetim, bir süre sonra siyasal muhalefetin kurumsal “medya” olanaklarını hukuk yoluyla elinden almış ve Türkiye gibi çeşitlenmiş bir toplumdaki çok parçalı muhalefeti yeni iletişim olanaklarının “gayya kuyusuna” itmiştir.
Bu “gayya kuyusu” metaforunu niçin kullandığımı burada Cumhuriyet Gazetesinde geçen gün yapılan bir röportaj sayesinde kendisini tanıdığım entelektüel Rapçi Çağrı Sinci’nin sözleriyle anlatmaya çalışayım. Çağrı Sinci 2013 yılında gerçekleştirdiği “Sivil İtaatsiz” adlı performansında izleyicilerine “…artık sebeplerle ilgilen, tek sonuçla değil, majör medyayla bilgilenme, senin bir beynin var/ başkaldır…” diyor. Çağrı Şinci’nin, belki de hepimizden önce fark edip bu performansta dile getirdiği sözler açıkça kurumsal medyanın artık toplumla ilişkisinin koptuğunu anlatıyor. Sinci belki de hepimizden önce toplumdaki sivil muhalefetin derdini, öfkesini, sevincini, duygusunu ya da başına gelenleri anlatmak isteyenlerin elindeki tek mecranın sanal dünya olduğunu yine o dünyadan duyuruyor. Ama bu çağrıyı kimlerin, ne zaman duyduğu, bu çağrıdan kimlerin ne anladığı da belirsiz.
Tekrar medya/siyaset ilişkisiyle ilgili tartışmalara dönecek olursak, otoriterleşen yönetimlerin, algı yönetimiyle ya da devlet medyası oluşturarak rıza üretmesinin mümkün olup olamayacağı belli değil. Hele, Türkiye gibi çeşitlenmiş ve iyi kötü demokrasi konusunda bilgi sahibi olmuş bir toplumda sadece algı yönetimiyle rıza üretmenin mümkün olamayacağı da açık. Bu durumda asıl sorun, bu toplumdaki çeşitlenmiş toplumsal talepleri derleyebilecek yeni tür alternatif medyanın nasıl üretilebileceğinde düğümleniyor. Sanal ortamda oluşan sanal kahvelerin çeşitliliği ve sayılarının çokluğu bireyselliği arttırıyor olabilir. Ama bu derecede parçalanmış ve bireyselleşmiş hatta kakafonik bir çoğulluğun toplumsal etkisinin de çok az olacağını söylemek için müneccim olmak gerekmez. Bu nedenle, iletişim üzerinde çalışanların, demokratik toplumun olmazsa olmazı sivil toplumu oluşturacak, farklı kesimleri, farklı talepleri, farklı haberleri ortak bir platformda birleştirecek dayanışmayı yapmaları zorunlu gibi geliyor. Kısaca, toplumsal muhalefet, yeni iletişim çağında güvenilir medya için yeni ilkelerin oluşmasını bekliyor…

Yorum Yazın