ABD Ankara Büyükelçisi Barrack'ın son dönemde ulus devletler hakkında yaptığı açıklamalar, uluslararası ilişkilerde yeni tartışmaları tetiklemiştir. Büyükelçi, bölge için en doğru yönetim biçimi olarak monarşiyi önermekte ve ulus devlet modelini eleştirmektedir. Bu yorumlar, Türkiye'deki siyasi gündemi etkilemekte ve akademik çevrelerde derin yankılar uyandırmaktadır. Ulus devlet yapısı, modern siyasetin temel taşlarından biri olarak kabul edilirken özellikle Türkiye bağlamında, ulus devlet modelinin vazgeçilmezliği vurgulanmaktadır. Benedict Anderson'un "Hayali Cemaatler" eserinde belirttiği üzere, ulus devletler kolektif kimliklerin inşasında kritik rol oynamaktadır.
Ulus devlet kavramı, tarihsel süreçlerde evrilmiş ve demokrasi ile bağdaşan bir yapı haline gelmiştir. Büyükelçi Barrack'ın monarşi önerisi, bölgesel istikrarsızlığı göz ardı etmekte ve geleneksel yönetim biçimlerini idealize etmektedir. Oysa ulus devlet, eşitlik ve katılım ilkelerini teşvik etmekte ve modern toplumların ihtiyaçlarına yanıt vermektedir.
Ulus Devlet Kavramının Tarihsel ve Teorik Temelleri
Ulus devlet, 19. yüzyılda Avrupa'da şekillenmiş ve küresel ölçekte yayılmıştır. Ernest Gellner, "Uluslar ve Ulusçuluk" adlı eserinde ulus devleti endüstriyel toplumun bir ürünü olarak tanımlamakta ve kültürel homojenliğin ekonomik kalkınmayı desteklediğini savunmaktadır. Bu perspektiften bakıldığında, ulus devlet bireyleri ortak bir dil ve tarih etrafında birleştirmekte ve sosyal uyumu sağlamaktadır. Monarşi ise, genellikle kalıtsal güç dağılımına dayalı olup, halk katılımını sınırlamaktadır.
Büyükelçi Barrack'ın açıklamaları, ulus devletleri "aşırı milliyetçi" olarak nitelendirmekte ve monarşiyi "istikrarlı bir alternatif" olarak sunmaktadır. Ancak bu görüş, Anthony D. Smith'in etnosembolizm teorisiyle çelişmektedir. Smith, ulusların etnik köklerden beslendiğini vurgulamakta ve ulus devletin bu kökleri modern kurumlarla bütünleştirdiğini belirtmektedir. Ulus devlet, demokrasiyi teşvik etmekte ve monarşinin aksine, hesap verebilirlik mekanizmalarını içermektedir. Çarpıcı bir gerçeklik şudur: Ulus devletler, 20. yüzyılda sömürgecilikten kurtuluş mücadelelerinde özgürlüğün simgesi haline gelmiştir. Bu süreçte, monarşi modelleri sıklıkla otoriter eğilimler sergilemekte ve halk iradesini bastırmaktadır.
Türkiye özelinde, ulus devlet yapısı Cumhuriyet'in kuruluşunda temel alınmış ve Mustafa Kemal Atatürk'ün reformlarıyla pekiştirilmiştir. Bu model, çokkültürlülüğü ulusal birlik içinde eritmekte ve bölgesel tehditlere karşı direnç sağlamaktadır. Gellner'in teorisi doğrultusunda, Türkiye'nin ulus devlet yapısı eğitim ve sanayileşme süreçlerini hızlandırmakta ve toplumsal ilerlemeyi desteklemektedir. Büyükelçi'nin bölge için monarşi önerisi, bu başarıları göz ardı etmekte ve tarihi gerçekliklerle uyuşmamaktadır.
Büyükelçi Barrack'ın ulus devletleri eleştiren açıklamaları, bölgesel dinamikleri yeterince dikkate almamaktadır. O, monarşiyi "kültürel çeşitliliği koruyan" bir sistem olarak tanımlamakta ancak bu iddia, tarihsel örneklerle çürütülmektedir. Örneğin, Ortadoğu'daki monarşik yapılar sıklıkla mezhep çatışmalarını derinleştirmekte ve demokratik açılımları engellemektedir. Samuel P. Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" tezinde belirttiği üzere, ulus devletler kültürel sınırları netleştirerek çatışmaları azaltmaktadır. Bu tez, Büyükelçi'nin görüşlerini zayıflatmakta ve ulus devletin barışçıl potansiyelini öne çıkarmaktadır.
Monarşi, güç yoğunlaşmasını teşvik etmekte ve yolsuzluk riskini artırmaktadır. Oysa ulus devlet, anayasal düzenlemelerle denge mekanizmaları kurmakta ve halk egemenliğini güvence altına almaktadır. Büyükelçi'nin yorumları, küresel eğilimleri yansıtmamakta; zira Birleşmiş Milletler'in raporları ulus devletlerin kalkınma hedeflerine katkılarını vurgulamaktadır.
Eric Hobsbawm'ın "Uluslar ve Ulusçuluk: 1780'den Günümüze" eserinde ulus devletlerin devrimci rolü anlatılmaktadır. Hobsbawm, ulus devletleri modernizasyonun motoru olarak görmektedir. Büyükelçi Barrack'ın monarşi savunusu, bu motoru yavaşlatma riski taşımakta ve bölgesel istikrarsızlığı körüklemektedir. Dolayısıyla ulus devletlerin esnekliği monarşinin katılığından üstün gelmektedir. Türkiye için bu üstünlük, jeopolitik konum nedeniyle daha da belirgindir.
Türkiye İçin Ulus Devlet Yapısının Önemi
Türkiye, stratejik konumuyla ulus devlet modelini başarıyla uygulamış ve bölgesel güç haline gelmiştir. Bu yapı, etnik çeşitliliği ulusal kimlik altında bütünleştirmekte ve dış müdahalelere karşı kalkan oluşturmaktadır. Rogers Brubaker'ın "Ulusçuluk Yeniden Düşünülürken" kitabında ulus devletlerin kimlik politikalarını ele aldığı üzere, Türkiye bu politikaları demokratik reformlarla geliştirmektedir. Monarşi önerisi, bu gelişmeyi tersine çevirme potansiyeli taşımakta ve tarihi kazanımları tehdit etmektedir.
Ulus devlet, Türkiye'de kadın haklarından eğitime kadar geniş yelpazede ilerlemeler sağlamış ve toplumsal eşitliği pekiştirmiştir. Francis Fukuyama'nın "Devletin Kökenleri" eserinde devlet yapılarının evrimi incelenmekte ve ulus devletlerin sürdürülebilirliği vurgulanmaktadır. Türkiye, bu sürdürülebilirliği ekonomik büyüme ve diplomatik başarılarla kanıtlamaktadır.
Ulus devlet Türkiye için vazgeçilmezdir çünkü bölgesel çatışmalarda birlik sağlar. Monarşi, kalıtsal ayrıcalıklara dayalı olup, meritokrasiyi baltalamaktadır. Anderson'un hayali cemaatler kavramı doğrultusunda, Türkiye ulus devleti medya ve eğitimle kolektif bilinci güçlendirmektedir. Bu güçlendirme, monarşinin pasif yapısına karşı aktif bir avantaj sunmaktadır.
Türkiye için ulus devlet modeli, tarihsel başarılarla kanıtlanmış ve geleceğe yönelik umut vaat etmektedir. Monarşi, istikrar vaadiyle yanıltıcıdır; oysa ulus devlet eşitlik ve katılımı garanti etmektedir.



























Yorum Yazın