MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Tersine dönen modernleşme

Ana SayfaKentTersine dönen modernleşme
Tersine dönen modernleşme

Açıkça söylemek gerekirse demokratikleşmenin karşısındaki en büyük engeller yalnızca siyasal tercihler değil, bu kamu iradesini, erkini şekillendiren ve kullanan bu sınıfların elde ettikleri imtiyazları koruma uğraşları.  

01 Ağustos, 2025, Cuma 06:20
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Korhan Gümüş
Korhan Gümüş

Karşımızdaki afet, müsilaj, kırım v.b. olunca fark ediyormuş gibi yapan, tanıklıkları, deneyim birikimlerini, hafızasını silmeye çalışan, arkasındaki işleyişi gizleyen, oligarşik sistemin oluşmasına böyle katkıda bulunan, felaketlerden, sorunlardan beslenen bir şehirleşme politikası var. 

 Geçen sene Mayıs ayında şunları yazmıştım: 

“Eşsiz Adalar manzarası…  Güzellikleriyle, tarihiyle, doğasıyla karşınızda…"

Durup dururken -ve neden- ısrarla bunu söyleyip duruyorlar diye kendime sorduğumu çok iyi hatırlıyorum.

Doğrusunu söylemek gerekirse reklamlarda dikkatimizin neden Adalar’a çekildiğini pek anlayamamıştım. Kendime soruyordum: Ne var ki şu "Adalar manzarası"nda? 

Meğersem bu iş sihirbazın numarası gibiymiş: "Karşıya bakın, karşıya... Adalar'a… Ama sakın buraya bakmayın!  Ne zaman ki Adalar manzarasının değerli olduğunu duyduk, anlamalıydık ki şehir bir kere daha soyulacak.” 

Çok şık adları, PR şirketleri, paragöz mimarları, baştan çıkarıcı sloganları ve doymak bilmeyen spekülatörleri eşliğinde şehir bir kere daha yağmalanacak. Şehrin yoksul mahalleleri daha da yoksullaşacak...

Soruyordum kendime: Şimdi anladın mı “Adalar manzarası”nın ne kadar değerli olduğunu? Öyle az buz bir yağma değil. Bağdat Caddesi’nde yıkılıp yeniden yapılan bir apartman birkaç yüz metre fazlası ile yeniden yapılabiliyor. Oysa burada plan tadilatları ile şehrin geçmişte birkaç katlı yapıların ya da bostanların bulunduğu bu bölgesinde elde edilen yapılaşma miktarları dudak uçuklatıcı…”

Bir taraftan şehrin depreme dayanıklı ve kaliteli yapı stoğu yok edilirken diğer tarafta İstanbulluların yaşam haklarını tehdit altına sokan bu yapıların dönüşümü için kaynak bulunamazken, kamu arazilerine, tarlalara, bostanlara muazzam bir haksız gelir transferi yaratan, eşitsizlikleri artıran gökdelenler dikildi.

İstanbul haksız kazançların biriktirildiği bir malzeme deposunu andırıyor. 

Ancak bu karşımızdaki manzarayı “politikacıların –ya da halkın- rant hırsı” olarak okumak yanıltıcı. Asıl mesele inkar edilen sınıfsal çelişkilerin eşitsizlik üreten mekan pratikleriyle dengelenmeye çalışılması. 

Bu yüzden bana kalırsa karşımızdaki manzarayı sermayesizleri ve sermaye sahiplerini de aynı hayatta kalma stratejilerine bağlayan “sembolik şiddetin semptomları” olarak okumak mümkün. 

Bir önceki yazımda söylediğim gibi bu yapıların hiçbiri kaçak değil. Hepsi imar planlarına göre ve projelendirilerek inşa edilmiş.

Bu dönüşümü, karşımızdaki manzarayı yalnızca kendi perspektiflerinden -ve neden sonuç ilişkileriyle- kırlardan kentlere göçlerin artmasıyla açıklamaya çalışanlar var. 

Şehirleşmenin, göçlerin yarattığı nüfus baskısının elbette ki dikkate alınması gerekli. Ama nasıl? 

Kapitalist gerçekçilik politikaların arkasındaki işleyişleri gizleme işlevi görüyor.

Kapitalist gerçekçilik, günümüzün en tehlikeli kavramı. 

Neden derseniz, yalnızca eşitsizlikleri, işaretsizleştirici sembolik pratiklerin arkasındaki şiddeti, “sınıfsal perspektifi” gizlemekle kalmıyor. Aynı zamanda alternatifleri de felç etme işlevi görüyor.  Felaketleri gösteriyormuş gibi yapıyor. Felaketlerden, deprem sonrası insanların yaşadıkları travmalardan besleniyor. 

Karşımızdaki afet, müsilaj, kırım v.b. olunca fark ediyormuş gibi yapan, tanıklıkları, deneyim birikimlerini, hafızasını silmeye çalışan, arkasındaki işleyişi gizleyen, oligarşik sistemin oluşmasına böyle katkıda bulunan, felaketlerden, sorunlardan beslenen bir şehirleşme politikası var. 

Bu şehirleşme politikası yereli askıya alarak, şehirlileri kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi olmalarını engelliyor, donanımsız bırakıyor. 

Bu nedenle yaşanan bütün sorunlara, krizlere, felaketlere rağmen şehirler bu nesneleştirici planlama teknikleriyle bir türlü düzenlenemiyor. Buna karşılık erkle bütünleşen, sekülerleşmeyen temsil pratikleriyle oligarşik ilişkiler kurumsallaşıyor. Şehirler, yerleşim alanları seksiyonlaşmış kamu zekasının eseri olan, şiddet üreten imar planlarıyla hiçbir zaman düzenlenemiyor ama onların travmatik şiddetine sürekli maruz kalınıyor.

Dolayısı ile yereli askıya alan imar planlama yöntemleri yaşanan bütün sorunlara rağmen geçen yazımda söz ettiğim gibi modernleşmenin başındaki hayallerin, tasarlama ideallerinin yok oluşlarına değil, tam tersine sembolik var oluşlarına ve merkeziyetçiliğin sembolik şiddetinin yeniden üretimine işaret ediyor. 

Böylece yalnızca şehirlerin değil, ülkenin politik hayatının biçimlenişinde “maddi” bir rol oynuyor. Şehirler temsil edilebilir şeylermiş gibi düşünen, planlamayı, geçmişten günümüze kalan değerleri koruma uğraşlarını sanki toplulukların kendilerine eziyet etmek için uydurulmuş kurallar gibi algılamasına yol açan ve sorunlardan beslenen imtiyazlı zümreler ortaya çıkıyor. Planlama, koruma gibi tercihler iktidarlar aracılığıyla uygulanması beklenen pratikler gibi ya da daha açık söylersem tepeden inmeci seçkinlerin kendi kamu yararı kavramlarının temsilleri gibi algılanıyor.

Açıkça söylemek gerekirse demokratikleşmenin karşısındaki en büyük engeller yalnızca siyasal tercihler değil, bu kamu iradesini, erkini şekillendiren ve kullanan bu sınıfların elde ettikleri imtiyazları koruma uğraşları.  

Nesneleştirici ve ayrışmış teknokratik işlevlerle tanımlayan bürokratik imar planlama yöntemleri kamu alanlarını, müşterekleri imtiyazlı piyasa güçleri tarafından yağmalanmaya hazır bir boşluk haline getiriyor. 

Böylece bürokratik, seksiyonlaşmış bir kamu zekasını yeniden üreten imar planları karşıtını, popülist politikaları motive ediyor. Böylece “sınıf perspektifi” buharlaşıyor.

Oysa dünyadaki alternatiflere baktığımızda, hukuk toplumlarında sol politikaların, sekülerleşmiş aydınların farklı yöntemler izledikleri, deneyimler geliştirdikleri görülüyor. Barthes’ın da bir örneğini sergilediği gibi “sınıf perspektifi”ne, temsillerin sorunsallaştırılmasına dayanan entelektüel uğraşlar, sol politikalar şiddetsizleştirilmiş temsil pratiklerinde, şehircilik deneyimlerinde tayin edici bir rol oynuyorlar. 

Modern demokrasilerde 19. yüzyıldan yakın tarihlere kadar daha çok iktidarla bütünleşik ve insan topluluklarının yerleşim alanlarını tasarlayıcı bir işlev görmesi beklenen sembolik sınıflar erkten ayrıştılar, sekülerleştiler. 

Modern kamu yönetimi fikri, kamusal alandaki kararların başkaları adına alındığını ortaya koyan uzmanlık pratikleri ve mesleki-akademik-kurumsal mekanizmalar ile geliştirildi. Bu şehircilik deneyimleri akademik alandaki en dirençli eleştirel çalışmaları oluşturdu, kapitalist modernleşmeyi kamuoyunu güçlendirerek kuşattı. Politik gözükmeyen yerel hareketler, politikalar dahi eşitsizlikleri engelleyecek demokratik yöntemleri, kuralları kullanmak zorunda kaldılar. 

Roland Barthes temsillerin hayatın yerine geçmelerini sorgulamıştı. Sınıf perspektifinden ben bunu anlıyorum. Yani şehirlerin, yaşam alanlarının nesneleştirilmesini. Bu sorgulama biçimi zannedersem hala -ve üstelik fazlasıyla- güncelliğini koruyor

Türkiye’de ne oldu?

Modernleşme tersine döndü.

Entelektüel alanda sekülerleşme hiçbir zaman gerçekleşmedi. İktidarların sembolik alanına sığındılar. “Çarpık şehirleşme” söylemiyle iktidara geldiklerinde şehirleri düzelteceklerini iddia etmekten ve kendilerine imtiyaz alanları yaratmaktan başka bir iş yapmadılar. Böylece şehirler, yerleşim alanları kamu imtiyazlarını kullanan seçkinlerin araçlarına dönüştü. Herkes daha fazla imar hakkı peşinde koşar ve siyaset üzerinde baskı yapar hale geldi. Bir taraftan planlama eşitsizlik üreten, yerelliklere yukarıdan bakan, yolsuzluklara neden olan, hile ve kurnazlıkları teşvik eden bir politik araç olarak kurumsallaştı. 

Kölelik düzenlerinden kapitalist toplumlara, yani günümüze imgeleri temsillerle tanımlayarak, ayrıştırarak farklı bir gramere kavuşturan insan yerleşimlerine, mekana dair pratikler tek yönlü, temsil edilenlere edilgin bir faillik kavramını dayattı, müşterek alanlara, yapılara dair faaliyetler içinde. Bugün şehirler, yerleşim alanları, doğal ortamlar oligarşik yapıların manipüle ettikleri bir oyun alanı haline geldi. 

Bunun en tipik göstergesi de fikir üretimini piyasalaştıran ihale sistemi. Plan, proje işlerinin de yatırımcılara veya müteahhitlere yaptırıldığı görülüyor. Ne kadar tuhaf değil mi? Plan ve projeler, araştırmalar, fikir ürünleri parayla ölçülerek ya da kiloyla tartılarak ihale ile yaptırılabilir mi? 

Ama dahası da var: Bu kompleks işleyişin içinde dünyada örneği olmayan istisnai bir yöntemin de olduğu gözlemleniyor: Kamu ile kamu adına bilgi üreten kurumların protokol yapmaları. Bunun dünyada başka örneği yok. Hukuk toplumlarında yolsuzluk olarak sınıflandırılıyor.

Buna karşılık kamu-özel karışımı oligarşik ilişkiler -bu karşımızdaki manzaranın oluşumunda- süreklilik gösteriyor: Örneğin neredeyse şehir planları, bütün ulaşım projeleri, metro istasyonları, meydan düzenlemeleri, kentsel tasarım, peyzaj, restorasyon işleri... 

Böylece kamu gücü, kaynakları, kariyer imkanları ile kişilerin imtiyazlarına dönüşebiliyor.Bunun en önemli göstergesi de oligarşik ilişkiler içinde seçkinlerin kamu imtiyazlarını, gücünü kullanarak kendilerini temsil eden sınıflara dönüşmeleri. 

Barthes temsillerin hayatın yerine geçmelerini sorgulamıştı. Sınıf perspektifinden ben bunu anlıyorum. Yani şehirlerin, yaşam alanlarının nesneleştirilmesini. 

Bu sorgulama biçimi zannedersem hala -ve üstelik fazlasıyla- güncelliğini koruyor: Şehirler, yaşam alanları yalnızca fiziksel çevreyi düzenleme amacı taşıyan imar planları ile hayatta kalabilir mi?

  • Karşımızdaki şehir manzarası bize neyi gösteriyor? Karşımızdaki şehir manzarası bize neyi gösteriyor?
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?
ModernleşmeKentleşme

Yorum Yazın

Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Bekir Ağırsoy
    Bekir Ağırsoy The Piano: Yönetmeni kadın olan en iyi film
    Gülşah Eker
    Gülşah Eker Kent, Mekân, Geçicilik (2)
    Bilal Sambur
    Bilal Sambur Kadın ve aile tartışmasının arkaplanı
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz CHP’siz yeni sürecin imkansızlığı  
    Hakan Şahin
    Hakan Şahin Disiplin, ölüm ve sessizlik
    Başak Yağmur Eray
    Başak Yağmur Eray Yıkımın adı Jarhanpur, acının adı Filistin
    Deniz Nas
    Deniz Nas Sosyal Demokrasi ve Sol Liberalizm: Modern siyaset felsefesinde özgürlük ve eşitlik açıklaması
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş Tersine dönen modernleşme
    Gönen Orhan
    Gönen Orhan Belediyeler “rayiç” yerine taş mı yesinler? 
    Akın Özçer
    Akın Özçer Süreç ya da Çözüm Komisyonu
    Yavuz Saltık
    Yavuz Saltık Üretimin ve emeğin sessiz tanıkları: Türkiye’de emeklilik, yaşlılık ve toplumsal adalet
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Komisyonda MHP+CHP+DEM Parti+muhalefet birlikte hareket edebilir mi?
    Özgür Çoban
    Özgür Çoban Almanya'da demokrasinin sessiz intiharı
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya Öğrenci konuşmalarının eğitimdeki yeri ve TED-Ed
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç Bilgisiz inanç mı, yoksa bilginin değişken inancı mı?
    İlter Turan
    İlter Turan Türkiye’yi Lübnanlaştırma hevesleri yersizdir
    Armağan Öztürk
    Armağan Öztürk Alevi Açılımı
    Osman Erden
    Osman Erden Almanya- İsrail ilişkileri ve kültür sanat alanında ifade özgürlüğü (1)
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Unutmanın teolojisi: Kronos, Antigone ve küller arasında zamanın bedenini aramak
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı