MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Karşımızdaki şehir manzarası bize neyi gösteriyor?

Ana SayfaKentKarşımızdaki şehir manzarası bize neyi gösteriyor?
Karşımızdaki şehir manzarası bize neyi gösteriyor?

Şehirler, yaşam alanları yalnızca fiziksel çevreyi düzenleme amacı taşıyan imar planları ile hayatta kalabilir mi?

27 Temmuz, 2025, Pazar 00:45
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Korhan Gümüş
Korhan Gümüş

Bu yüzden karşımızdaki manzarayı sermayesizleri ve sermaye sahiplerini de aynı hayatta kalma stratejilerine bağlayan sembolik şiddetin -ya da inkar edilen sınıfsal çelişkilerin- semptomları olarak okumak mümkün. Bu yüzden inanıyorum ki başımıza nasıl felaketler gelirse gelsin, hiçbir zaman kapitalizmin ve sınıfsal şiddetin ne olduğunu anlamak ve ona karşı dirençli şehirler kurmak için geç değil.

Medyada gayrımenkul pazarlama reklamlarında sürekli Adalar manzarasından söz edildiğinde içime bir şüphe düşmüştü. Şunu söylemek istiyorlardı: Adalar’a bakın, Adalar’a… Ama sakın buraya bakmayın!

Bir önceki yazımda söylediğim gibi bu yapıların hiç biri kaçak değil. Hepsi imar planlarına göre ve projelendirilerek inşa edilmiş.

Bu dönüşümü, karşımızdaki manzarayı yalnızca kendi perspektiflerinden -ve neden sonuç ilişkileriyle- kırlardan kentlere göçlerin artmasıyla açıklamaya çalıştılar. Şehirler bir türlü planlanamadı ama erkle bütünleşen, sekülerleşmeyen temsil pratikleriye oligarşik ilişkiler kurumsallaştı. Şehirler, yerleşim alanları imar planlarıyla hiçbir zaman düzenlenemedi ama onların travmatik şiddetine maruz kalındı.

Türkiye’deki imar planlama yöntemleri modernleşmenin başındaki bu hayallerin yok oluşlarına değil, tam tersine sembolik var oluşlarına ve şiddet üretimine işaret ediyor. Politika alanında şehirler temsil edilebilir şeylermiş gibi düşünen, planlamayı, geçmişten günümüze kalan değerleri koruma uğraşlarını sanki toplulukların kendilerine eziyet etmek için uydurulmuş kurallar gibi algılamasına yol açan ve sorunlardan beslenen imtiyazlı zümreler ortaya çıktı. Modernleşme süreci iktidarlar aracılığıyla uygulanması beklenen tepeden inmeci bir seçkinler hareketi gibi algılandı.

Günümüzde demokrasinin karşısındaki en büyük engel de bu kamu erkini kullanan bu sınıfların elde ettikleri imtiyazları koruma uğraşları.  Nesneleştirici ve ayrışmış teknokratik işlevlerle tanımlayan bürokratik imar planlama yöntemleri kamu alanlarını, müşterekleri imtiyazlı piyasa güçleri tarafından yağmalanmaya hazır bir boşluk haline getirdi. Karşıtını, popülist politikaları motive etti. Böylece temsil problematiği, yani “sınıf perspektifi” buharlaştı.

Oysa hukuk toplumlarında sol politikalar, sekülerleşmiş aydınlar farklı bir yol izlediler. Barthes’ın da bir örneğini sergilediği gibi “sınıf perspektifi”ne, temsillerin sorunsallaştırılmasına dayanan entelektüel uğraşlar, sol politikalar şiddetsizleştirilmiş temsil pratiklerinde, mekan deneyimlerinde tayin edici bir rol oynadılar.

Modern demokrasilerde 19. yüzyıldan yakın tarihlere kadar daha çok iktidarla bütünleşik ve insan topluluklarının yerleşim alanlarını tasarlayıcı bir işlev görmesi beklenen sembolik sınıflar erkten ayrıştılar, sekülerleştiler. Giderek iktidardan bağımsız bir rol oynamaya başladılar. Modern kamu yönetimi fikri, kamusal alandaki kararların başkaları adına alındığını ortaya koyan uzmanlık pratikleri ve iktidardan bağımsız, seküler ortamlar, mesleki-akademik-kurumsal mekanizmalar ile gelişti. Gayrı maddi emek alanının bir sermaye gücü olarak sorgulanması, akademik alandaki en dirençli eleştirel çalışmaları oluşturdu, kapitalist modernleşmenin yarattığı politik ortamı içeriden kuşattı. Sol içinde olmayan, hatta politik gözükmeyen hareketler dahi gayrı maddi sermayenin yarattığı eşitsizlikleri engelleyecek demokratik yöntemleri, kuralları kullanmak zorunda kaldılar.

Türkiye’de şehirlerin, yaşam alanlarının dönüşümünü -ya da bu karşımızdaki manzarayı- failleri olanların iddia ettikleri gibi “halkın ve politikacıların rant hırsı”yla okumak yanıltıcı. Asıl mesele Barthes’in işaret ettiği gibi temsillerin temsil ettiklerinin yerine geçmeleri ve bunun hakikat inşa etme yöntemleriyle ve pratikleriyle inkar edilmesi. Daha doğrudan söylersek: Şehirleri, yerleşim alanlarını nesne olarak gösteren “sınıfsal perspektif” yokluğu.

Peki Türkiye’de ne oldu? Modernleşme perspektifi nasıl tersine döndü?

Türkiye’de entelektüel alanda bu sekülerleşme hiçbir zaman gerçekleşmedi. İktidarlarıyla, muhalefetleriyle neredeyse bütün siyasal hareketler, meslekçi aydınlar sınıf perspektifinden yoksun kaldılar. İktidarın sembolik alanına sığındılar. “Çarpık şehirleşme” söylemiyle iktidara geldiklerinde şehirleri düzelteceklerini iddia etmekten ve kendilerine imtiyaz alanları yaratmaktan başka bir iş yapmadılar. Böylece şehirler, yerleşim alanları kamu imtiyazlarını kullanan seçkinlerin araçlarına dönüştü. Bu şiddet karşısında sermaye sahipleri ve sermayesizler aynı hayatta kalma stratejilerine sahip oldular. Herkes daha fazla imar hakkı peşinde koşar ve siyaset üzerinde baskı yapar hale geldi. Bir taraftan planlama eşitsizlik üreten, yerelliklere yukarıdan bakan, yolsuzluklara neden olan, hile ve kurnazlıkları teşvik eden bir politik araç olarak kurumsallaştı.

Bunun en önemli göstergesi de oligarşik ilişkiler içinde seçkinlerin kamu imtiyazlarını, gücünü kullanarak kendilerini temsil eden sınıflara dönüşmeleri.

Barthes bana kalırsa temsillerin hayatın yerine geçmelerini sorgulamıştı. Sınıf perspektifinden ben bunu anlıyorum. Yani şehirlerin, yaşam alanlarının nesneleştirilmesini.

Bana kalırsa soru hala ve üstelik fazlasıyla güncelliğini koruyor: Şehirler, yaşam alanları yalnızca fiziksel çevreyi düzenleme amacı taşıyan imar planları ile hayatta kalabilir mi?

İmar planları canlı olanı temsil edebilir mi?

Kölelik düzenlerinden kapitalist toplumlara, yani günümüze imgeleri temsillerle tanımlayarak, ayrıştırarak farklı bir gramere kavuşturan insan yerleşimlerine, mekana dair pratikler tek yönlü, temsil edilenlere edilgin bir faillik kavramını dayattı, müşterek alanlara, yapılara dair faaliyetler içinde. Bugün şehirler, yerleşim alanları, doğal ortamlar oligarşik yapıların manipüle ettikleri bir oyun alanı haline geldi. 

Bunun en tipik göstergesi de fikir üretimini piyasalaştıran ihale sistemi. Plan, proje işlerinin de yatırımcılara veya müteahhitlere yaptırıldığı görülüyor. Ne kadar tuhaf değil mi?  Plan ve projeler, araştırmalar, fikir ürünleri parayla ölçülerek ya da kiloyla tartılarak ihale ile yaptırılabilir mi? 

Ama dahası da var: Bu kompleks işleyişin içinde dünyada örneği olmayan istisnai bir yöntemin de olduğu gözlemleniyor: Kamu ile kamu adına bilgi üreten kurumların protokol yapmaları. Bunun dünyada başka örneği yok. Hukuk toplumlarında yolsuzluk olarak sınıflandırılıyor.

Buna karşılık kamu-özel karışımı oligarşik ilişkiler -bu karşımızdaki manzaranın oluşumunda- süreklilik gösteriyor: Örneğin neredeyse şehir planları, bütün ulaşım projeleri, metro istasyonları, meydan düzenlemeleri, kentsel tasarım, peyzaj, restorasyon işleri...

Böylece kamu gücü, kaynakları, kariyer imkanları ile kişilerin imtiyazlarına dönüşebiliyor.

Türkiye’de şehirlerin, yaşam alanlarının dönüşümünü -ya da bu karşımızdaki manzarayı- failleri olanların iddia ettikleri gibi “halkın ve politikacıların rant hırsı”yla okumak yanıltıcı. Asıl mesele Barthes’in işaret ettiği gibi temsillerin temsil ettiklerinin yerine geçmeleri ve bunun hakikat inşa etme yöntemleriyle ve pratikleriyle inkar edilmesi. Daha doğrudan söylersek: Şehirleri, yerleşim alanlarını nesne olarak gösteren “sınıfsal perspektif” yokluğu.

Bu yüzden karşımızdaki manzarayı sermayesizleri ve sermaye sahiplerini de aynı hayatta kalma stratejilerine bağlayan sembolik şiddetin -ya da inkar edilen sınıfsal çelişkilerin- semptomları olarak okumak mümkün. Bu yüzden inanıyorum ki başımıza nasıl felaketler gelirse gelsin, hiçbir zaman kapitalizmin ve sınıfsal şiddetin ne olduğunu anlamak ve ona karşı dirençli şehirler kurmak için geç değil.

  • Şehirler nasıl atık depolarına dönüştü? Şehirler nasıl atık depolarına dönüştü?
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Ersin Kalaycıoğlu
    Ersin Kalaycıoğlu Çağdaş birarada yaşama üzerine
    Turgay Bozoğlu
    Turgay Bozoğlu Vergi Reformu: Türkiye’nin rampadaki gerçekliği
    Mustafa Ergen
    Mustafa Ergen İkinci Soğuk Savaş mı, Rönesans mı? Korku mu, bilinç mi egemen olacak?
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel BOP ve Türkiye Milleti: Yeni Türkiye
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal Türkiye-İsrail ilişkilerinde ulusaşırı kimlik tehditi
    Deniz Nas
    Deniz Nas İş hayatında gelir eşitsizliğine iki farklı yaklaşım: Adalet, hakkaniyet teorisi ve Liberteryen haklar teorisi
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş Karşımızdaki şehir manzarası bize neyi gösteriyor?
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Anadolu Hisarı: Betona inat, tarihe saygı
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Terörsüz Türkiye'nin yolu demokratikleşmeden geçer
    Betül Özdemir Güran
    Betül Özdemir Güran Güzelden anlar mıyız gerçekten?
    M. Cem Özmen
    M. Cem Özmen Kimlik mi, kişilik mi?
    Bekir Ağırsoy
    Bekir Ağırsoy Zamanı Ölçmek - Takvimin Doğuşu (2): Takvimin Bugünkü Hali
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Her türlü dışlamaya son veren bir rejim mümkün mü?
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya Konuşma becerilerinin eğitime entegrasyonu: Oracy yaklaşımı ve Türkiye’deki durum
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Kendine dönen yol: Cüzzamlı bir dünyada sağlam bir ruh arayışı
    Bilal Sambur
    Bilal Sambur Yapay zeka ve kurumsal din
    Burcu Saltık
    Burcu Saltık Hukuk gözlüğünden Coldplay Kiss Cam
    Bahar Akpınar
    Bahar Akpınar 102 Yıl Sonra İnönü’nün Lozan Günlükleri
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı