MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Küçük dozlarla gelen felaket: Siyasi zehir

Ana SayfaSi̇yasetKüçük dozlarla gelen felaket: Siyasi zehir
Küçük dozlarla gelen felaket: Siyasi zehir

Siyasetçiler değişebilir. Politikalar dönüşebilir. Ama değerler sabit kalmadığında, geriye ne kalır? Toplumun ortak hafızası zayıfladığında, her çelişki makul gösterilebilir. Ve çelişkiler normalleştiğinde, sessizlik suça ortak olur.

14 Temmuz, 2025, Pazartesi 06:30
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Başak Yağmur Eray
Başak Yağmur Eray

Mesele bir siyasi partinin değil, bir toplumun kendi hakikatine sadık kalıp kalmadığıdır. Ve belki de sormamız gereken soru şudur: Biz gerçekten düşünüyor muyuz, yoksa sadece hatırlamıyor muyuz? Çünkü her alkışlanan çelişki, yalnızca bir ilkenin değil, bir rejimin damarına daha fazla zehir pompalamaktadır. Bu, sadece ekonomik değil; ahlaki, siyasal ve tarihsel bir çöküşün reçetesidir. 

Bazen toplumlar bir felaketin içinde olduklarını fark etmezler. Çünkü o felaket, büyük patlamalarla değil; sızıntılarla gelir. Karanlık, bir gecede değil, gün ışığının her sabah biraz daha solmasıyla çöker. Bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal tablo, tam da böyle bir çöküşün portresini çiziyor. Kimse bir sabah uyanıp “artık değerlerim yok” demez. Fakat bir gün geriye dönüp baktığında, o değerlerin ne zaman terk edildiğini de hatırlayamaz. İşte o unutkanlık hali, toplumun en sinsi düşmanıdır. Çünkü unutmak, öğrenilmiş çaresizliğin değil, alışkanlık haline gelen teslimiyetin sonucudur.

Son yıllarda Türkiye siyasetinde yaşanan dönüşümler, sadece politikaların değil, kavramların da içini boşalttı. Dün “nas” ile kutsal bir çerçeveye oturtulan ekonomik kararlar, bugün aynı ağızdan “faiz bir silahtır” şeklinde açıklanabiliyor. Dün “terörist” olmakla eşdeğer görülen yapılarla aynı karede yer alanlar hain ilan edilirken, bugün o kareleri iktidarın kendisi kuruyor. Dün "ahlak" ve "yerli duruş" üzerinden yürütülen sert söylemler, bugün tam tersi eylemlerle çelişiyor. Üstelik bu çelişkiler, toplumun geniş kesimleri tarafından sorgulanmak şöyle dursun, alkışlarla karşılanıyor. Peki ne değişti? Gerçeklik mi? İlke mi? Ahlak mı? Yoksa hafıza mı?

Franz Kafka’nın Dava romanındaki Josef K., bir sabah suçlandığını öğrenir ama neyle suçlandığını bilmez. Başta isyan edecek gibidir ama zamanla sistemin mantıksızlığına alışır, kabullenir. En sonunda kendi ölümünü bile dirençsizce karşılar. Kafka, onun içsel dönüşümünü şu cümleyle tarif eder:

“Ona göre her şey mantıklıydı, çünkü her şeyin artık mantıksız olmasına alışmıştı.”

İşte bugünün Türkiye’sinde de siyasetin mantıksızlığı artık “mantıklı” sayılıyor. Çünkü çelişkiler normalleşti. Seçmenin algısı, sabit bir gerçeklikten değil; söylenene göre şekillenen bir inanç sisteminden besleniyor. Bu yeni düzende aynı cümle, kimden çıktığına bağlı olarak “ihanet” ya da “millî duruş” olabiliyor. Yani mesele artık hakikatle değil, aidiyetle ilgili. Ve hakikatin yerini sadakat aldığında, siyaset yalnızca toplumun zihnini değil, vicdanını da yönetmeye başlar.

George Orwell, 1984’te distopyayı anlatırken şunu yazar:

“Parti, iki artı ikinin beş ettiğini söylerse, o zaman beştir. Ve bunu kabul etmek özgürlüktür.”

Bu cümlede asıl korkutucu olan, baskının kendisi değil; onun doğal kabul edilmesidir. Çünkü gerçeklik, artık objektif kriterlerle değil, otoritenin diline göre tanımlanır. Bugün de benzer bir dönemden geçiyoruz. Sadece ekonomi değil; ahlak, hukuk, adalet ve vicdan da tanımsal kayma yaşıyor. Bir zamanlar "olmaz" denilen her şey, “ama şartlar değişti” bahanesiyle içselleştiriliyor. Bu içselleştirme öyle bir hal alıyor ki, insanlar dün savunduğu şeyi bugün inkâr ederken bir rahatsızlık hissetmiyor. Çünkü düşünmenin yerini unutma, sorgulamanın yerini savunma almış durumda.

Siyasetçiler değişebilir. Politikalar dönüşebilir. Ama değerler sabit kalmadığında, geriye ne kalır? Toplumun ortak hafızası zayıfladığında, her çelişki makul gösterilebilir. Ve çelişkiler normalleştiğinde, sessizlik suça ortak olur. Günlük dozlar hâlinde verilen bu çelişkiler, halkın sinir uçlarını felç etmiş durumda. Artık kimse “bu nasıl olur?” diye sormuyor. Her yeni tutarsızlık, bir öncekini gölgede bırakıyor. İnsanlar ilk başta tepki verdikleri şeylere artık omuz silkiyor. Ve bu hissizlik, en az yoksulluk kadar tehlikelidir. Çünkü açlık insanı harekete geçirir; hissizlik ise kıpırdatmaz. Sadece çürütür.

Ekonomik krizlerin, dış politik çıkmazların, yargıdaki adaletsizliklerin ötesinde bir başka kriz daha yaşıyoruz: Ahlaki çöküş. Bu çöküş, insanların kendilerini iktidarın doğrularına göre yeniden tanımlamasından besleniyor. Ve en kötüsü de şu: Bu ahlaki çözülme, artık bir tehlike olarak değil; bir “olması gereken” gibi sunuluyor. Tıpkı Orwell’in işaret ettiği gibi, iki artı iki artık beş. Ve bunu sorgulayanlar değil, kabullenenler makbul sayılıyor.

Bugün geldiğimiz noktada sorun yalnızca iktidarın uygulamaları değil. Asıl sorun, bu uygulamalara verilen sessiz onay. Çünkü sessizlik de bir tür onaydır. Her unutulan çelişki, bir sonrakini daha kolay sindirilebilir kılar. Her yutulan küçük doz, sorgulama yetimizi biraz daha törpüler. Her “olsun, yine de bizimkiler” savunması, adaletin terazisini biraz daha bozar. Ve bir gün geldiğinde, bu zehirin etkisiyle kendimize bile yabancılaşabiliriz. O gün uyandığımızda artık “nasıl bu hale geldik?” diye soramayacak kadar felç olmuş olabiliriz.

Bu yüzden mesele bir siyasi partinin değil, bir toplumun kendi hakikatine sadık kalıp kalmadığıdır. Ve belki de sormamız gereken soru şudur: Biz gerçekten düşünüyor muyuz, yoksa sadece hatırlamıyor muyuz?

Çünkü her alkışlanan çelişki, yalnızca bir ilkenin değil, bir rejimin damarına daha fazla zehir pompalamaktadır. Bu, sadece ekonomik değil; ahlaki, siyasal ve tarihsel bir çöküşün reçetesidir.

Ve bu reçete, bize yalnızca bireysel bir yoksulluğu değil; laikliğin çöküşünü, cumhuriyetin erozyonunu, ortak hafızamızın silinmesini getirmektedir.

Sonumuzun hızlı değil, yavaş yavaş gelmesi kimseyi avutmasın.
Çünkü bazen ölüm aniden değil, sessizce ve sürekli gelen dozlarla gelir.

Yıkım yüksek sesle değil, küçük dozlarla fısıldanarak gelir ve öldüren artık zehir değil, zehri alışkanlık haline gelmesidir.

  • Duvarlarda Mualla, küpürde direniş Duvarlarda Mualla, küpürde direniş
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?
Siyasi ZehirToplumsal Destek

Yorum Yazın

Başak Yağmur Eray
    Başak Yağmur Eray

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş Sıfır ilke, sonsuz eyyamcılık… 
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık Tarlakuşu Olmak
    Başak Yağmur Eray
    Başak Yağmur Eray Küçük dozlarla gelen felaket: Siyasi zehir
    Emir Berke Yaşar
    Emir Berke Yaşar Taner Akçam’a ve Post Kemalizm’e cevap
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Kalpler Trump, Trump diye atıyor
    Erol Katırcıoğlu
    Erol Katırcıoğlu Erdoğan’ın Yeni Osmanlısı
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel Terörsüz Türkiye
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Erdoğan hangi Kürtlerle masaya oturacak?
    İbrahim Özden Kaboğlu
    İbrahim Özden Kaboğlu Suçsuz sayılma hakkı (Savaşta bile korunan sert çekirdek)
    Mustafa Ergen
    Mustafa Ergen Emirden niyete: Yazılımda soyutlama yolculuğu
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal Siyasal İslam ve Post-Kemalizm’in hedefi: 1923
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç İki kapının arasında kalan ülke 
    Bilgehan Uçak
    Bilgehan Uçak Yunan resmi (2)
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Yeliz’in top atışları: Soğuk Savaş’tan kalma ucuz taktikler
    Reha Çamuroğlu
    Reha Çamuroğlu İktidar medyası 
    Bilal Sambur
    Bilal Sambur Kabilecilikle barış olur mu?
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş Çelik Gülersoy’un sıra dışı kamusal alan deneyimi 
    Bekir Ağırsoy
    Bekir Ağırsoy Venüs'e bakmak Zühre'yi görmek
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı