Ortadoğu bir kez daha tarihin kalbinde.
Bir yanda, Mısır’ın sahil kenti Şarm El-Şeyh’te toplanan “Gazze Barış Zirvesi”; diğer yanda, yıkılmış şehirler, açlığa terk edilmiş çocuklar ve bitmeyen bir trajedi. 20’den fazla liderin katıldığı bu zirvede, ABD, Türkiye, Mısır ve Katar’ın imzaladığı “niyet belgesi” tarihe bir dönüm noktası olarak geçebilir — eğer gerçekten barışın, yani adaletin sesi olursa.
Kâğıt Üzerinde Barış, Sahada Yeni Paylaşım
Trump’ın “Gazze’de yeni bir dönem başladı” açıklaması, diplomatik metinlerin en bilindik retoriğini yeniden sahneye taşıyor: Yık, sonra inşa et.
Bu söz, bir yandan umut vaat ederken, diğer yandan emperyalizmin yeniden yapılanma doktrininin yeni biçimidir. 20 maddelik Gazze planı, ilk bakışta “barış” adını taşır; ama satır aralarında bölgenin yeniden dizaynını, kaynakların kontrolünü ve siyasi nüfuzun paylaşımını ima eder.
Bugün Gazze’de planlanan “yeniden inşa süreci”, Marshall Planı’nın Ortadoğu versiyonu olmaya aday. Tıpkı 1948 sonrası Avrupa’da olduğu gibi, “yardım” adı altında kurulan ekonomik denetim ağları, halkların kaderini yeni bir vesayet sistemine bağlayabilir.
Trump’ın “çok para akacak, çok fazla inşa olacak” sözü, finansal yardımdan çok, politik tahakkümün parolası gibi duyuluyor.
Erdoğan: Mazlumların Vicdanı, Sömürge Planlarının Aynası
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirvede sergilediği kararlı duruş, sessiz milyonların vicdanında yankı buldu.
Netanyahu’nun zirveye davetinin son anda iptal edilmesi, Mısır ve ABD üzerinde Türkiye’nin diplomatik ağırlığının hissedildiği bir sahneydi. Erdoğan’ın uçağının Kızıldeniz semalarında dakikalarca turlaması, belki de bu yeni Orta Doğu oyununda “masanın dışında kalmayacağım” mesajıydı.
Erdoğan, yalnız Türkiye’nin değil, tüm mazlum coğrafyaların sesi oldu:
“Gazze sömürge valiliğine dönüştürülmesin” diyordu adeta.
Zira tarih, bize şunu öğretmiştir: Savaşlar imzalarla biter, sömürgecilik borçla başlar.
Ateşkesin Ötesinde: Egemenlik Kimde Olacak?
Hamas’ın 20 İsrailli rehineyi serbest bırakması, İsrail’in 100 Filistinliyi iade etmesi diplomatik bir “jest değiş tokuşu” gibi görünebilir. Fakat bu takasın ardındaki sessizlik, asıl soruyu haykırıyor:
Gazze’nin geleceğini kim belirleyecek?
Kurulması planlanan “Barış Kurulu”, eğer büyük güçlerin karar mekanizması hâline gelirse, Filistin halkı bir kez daha kendi kaderinin dışında bırakılacak. Bu tablo, Sykes–Picot Anlaşması’nın güncellenmiş versiyonu olabilir: sınırlar artık cetvelle değil, “yardım fonlarıyla” çiziliyor.
Emperyalizmin Yeni Yüzü: Ekonomik Kolonizasyon
Bugün artık kimse toprağı işgal etmiyor; onun yerine ekonomiyi, suyu, elektriği, limanları ve dijital altyapıyı denetliyor.
Gazze’nin “yeniden inşası” adı altında kurulacak fonlar, eğer uluslararası tekellerin eline geçerse, bölgenin egemenliği kredi anlaşmalarına sıkışır. Bu, tıpkı Irak’ta, Suriye’de, hatta Afganistan’da olduğu gibi “yumuşak işgalin” yeni formudur.
Ve bu sürecin nihai hedefi açıktır: Filistin’in direniş ruhunu ekonomik bağımlılıkla zayıflatmak.
Çünkü emperyalizm, artık bombayla değil, bütçeyle ve fonlarla yönetiyor.
Tarih Tekerrür Etmez, Ders Verir
1916’da Sykes–Picot masasında bölünen Arap coğrafyası, bugün yeniden aynı kaderi yaşıyor.
1948’deki İsrail Devleti’nin kuruluşu, 1967’deki Altı Gün Savaşı, 1993’teki Oslo Anlaşması, 2003’teki Irak müdahalesi…
Her biri “barış” kelimesiyle başladı; her biri yeni bir denetim sistemine evrildi.
Bugün Şarm El-Şeyh, bu zincirin yeni halkası olabilir, eğer halklar kendi sesini yükseltmezse.
Şarm El-Şeyh Zirvesi: Yeni Kartlar, Eski Oyuncular
Şarm El-Şeyh zirvesi, uluslararası sistemin oyuncularının Orta Doğu masasında yeniden kartları karıştırdığı bir gösteri oldu.
Trump’ın iddiası: “Artık eski husumetleri geride bırakıp Ortadoğu’da yeni bir alan açıyoruz.”
Bu söylem, birçok ABD destekli barış planının propaganda metinlerinde karşımıza çıkmıştır.
Gerçek test, sahaya inişindeki iradede gizlidir.
Arap Baharı’nın son domino taşları hâlâ devrilmedi.
Suriye’nin yıkımı, Yemen’in suskunluğu, Lübnan’ın çöküşü derken, şimdi sıra Gazze’ye geldi.
Bu zirve, “bölgeye yeniden güneş doğacak mı?” sorusuna yanıt değil, sadece bir deneme.
Ama belki, bu kez halkların ortak iradesiyle tarih başka yazılabilir.
Mazlumun sesi, bazen bir diplomatik cümlenin içinde, bazen bir liderin suskunluğunda yankılanır.
Tarih ise hep aynı dersi fısıldar:
Barış, gücün değil, bilincin eseridir.
Hiçbir silah, vicdanın kazandığı savaşı kazanamaz.

Yorum Yazın