Neden bu yazı?
Gorgias’ın Helena’ya Methiye’sinde karşıma çıkan kısa bir pasaj bana yeniden düşünme fırsatı verdi:
Devletin mertlikten, bedenin güzellikten, ruhun bilgelikten, eylemin mükemmellikten, sözün ise hakikatten beslendiği bir düzen…
Bu, yalnızca Antikçağ’a ait bir tasvir değil; bugünün dünyasında da eksikliğini en çok hissettiğimiz şeylerin özeti gibi.
Söz, çoğu kez hakikati gizlemek için kullanıldı; siyasetin nutuklarında, dini tartışmaların labirentlerinde, hatta günlük sohbetlerin sıradanlığında bile. Bu yüzden retoriğe hep mesafeli yaklaştım. Çünkü hakikatin değil, parıltılı lafın hüküm sürdüğü bir dünyada yaşamanın sonuçlarını gördüm. Ne var ki Gorgias’ın bu dizilişi, sözü yalnızca kandırma aracı olmaktan çıkarıp hakikatin ziyneti haline getiriyor. Burada sofistlerin gölgesini aşan, beklenmedik bir ahlak dili var.
Sofistlerin Gölgesi
Antikçağ’da sofistler bilgeliği pazara çıkarmıştı. Parayla ders veren, gençleri hitabet konusunda eğiten, gerektiğinde güçlülerin yanında yer alan öğretmenlerdi. Platon, onların hakikati değil iknayı öncelediğini söyledi; Aristoteles, mantığı ters yüz ettiklerini düşündü. Eleştiriler haksız değildi: sofist çoğu kez haklı çıkmayı, haklı olmaya tercih etti. Bu yüzden "sofistlik" kelimesi, yüzyıllar boyunca laf ebeliğiyle özdeşleşti.
Benim mesafem de işte buradan geliyor: hakikati değil, sözün gösterisini öne çıkarmalarından. Bir fikri savunurken, gerçekte doğru olup olmamasına değil, kitleyi etkileme gücüne bakmaları… Bugün propaganda dediğimiz şeyin ilk örneklerini sofistlerin meydanlarında görebiliriz. Hakikat değil, alkış kıymetliydi.
Gorgias'ın Çatlağı ve Tutarlılık Sorusu
Ama tam bu noktada Gorgias şaşırtıyor. Helena'ya Methiye'de bir retorik oyundan çok, bir erdemler tablosu kuruyor: devletin süsünün mertlik, bedenin süsünün güzellik, ruhun süsünün bilgelik, eylemin süsünün mükemmellik ve nihayet sözün süsünün ise hakikat olduğu bir tablo.
Burada dikkat çeken bir çelişki değil, derin bir tutarlılık var. Aynı Gorgias, bize ulaşmayan bir eserde, ancak sonraki yazarların aktarımlarında, hakikate ulaşmanın ve onu başkasına aktarmanın neredeyse imkansız olduğunu savunur. Peki nasıl olur da aynı düşünür, retoriğin merkezine hakikati yerleştirir?
Belki de cevap şudur: Gorgias, hakikatin mutlak ve kesin bir şekilde yakalanamayacağını düşünse bile, insanın yine de onu aramak ve iletmek için çabalaması gerektiğine inanıyordu. İletişim bir oyun olmaktan çıkıp anlamlı bir eyleme dönüşmek istiyorsa, yönelmesi gereken kutup yıldızı hakikat olmalıydı. Bu, onun felsefesindeki şüpheciliği değil, trajik bir ahlaki sorumluluğu gösterir.
İşte bu diziliş basit bir süsleme değil, evrensel bir düzen işareti. Çünkü devlet mertliği kaybettiğinde çürür. Beden güzellikten uzaklaştığında bozulur. Ruh bilgisiz kaldığında kurur. Eylem erdemsizse yozlaşır. Söz hakikatten koptuğunda ise geriye yalnızca propaganda kalır.
Burada Gorgias'ın yaptığı, adeta evreni katmanlarına ayırıp her birine uygun ziynetini vermek. Buradaki "tezyin" veya "süs" kavramını, bugün anladığımız yüzeysel bir makyaj gibi değil, bir şehri "süsleyen" ve onu tamamlayan kale gibi düşünmek gerekir. Süs, dışarıdan eklenen dekoratif bir unsur değil, yapının özüne ait, onu hem güzel hem de tam kılandır. Bedenin ziyneti doğanın ölçüsüdür, ruhun ziyneti bilgeliğin ışığıdır, eylemin ziyneti erdemin canlılığıdır. Ve sözün ziyneti hakikattir: bu, retoriğin en tartışmalı alanında bile ahlaki bir sınır koymak demektir.
Platon ve Aristoteles ile Karşılaştırma
Platon için hakikat ideaların ülkesindedir, söz ona ulaşmaya çalışan eksik bir araçtır. Onun için retorik çoğu kez kandırma ve yanıltma sanatıdır; bu yüzden Gorgias'ı sertçe eleştirdi. Aristoteles için hakikat doğru akıl yürütmenin ürünüdür; mantığın doğru işlediği yerde ortaya çıkar.
Gorgias'ın bu pasajıysa farklı bir şey söyler: hakikat, sözün ta kendisidir. Hakikat yalnızca ulaşılması gereken uzak bir ideal değil, doğru sözün içinde parıldayan bir şeydir. Bu cümle, sofist gölgesinden sıyrılıp çağlar boyunca sürecek bir tartışmayı başlatır:
Hakikat sözden ayrı bir yerde mi durur, yoksa her hakikat ancak bir sözle mi var olur?
Tarih boyunca da bu sorunun yankılarını gördük. Kimi tartışmalarda, kimi düşünce geleneklerinde söz, hakikati açıklamaktan çok karşı tarafı köşeye sıkıştırmaya yarayan bir oyuna dönüştü. Hakikatin derinliğini aramak yerine, rakibi susturmanın yolları öne çıktı. O anlarda söz, hakikatten koptu ve boş bir kabuk haline geldi.
Sofistlere doğrudan öykünme İslam düşüncesinde de nadirdir; onların yöntemi, kimi kelam tartışmalarında hissedilir: hakikati açıklamaktan çok, karşı tarafı köşeye sıkıştırmaya yönelen bir dil… Laf yarışı çoğu kez inancın önüne geçmiştir. İman ile akıl arasındaki gerilim, hakikatin derinliğini aramak yerine, rakibi susturmanın yollarına indirgenmiştir. Bu noktada sofist gölgesinin serinliği hissedilir.
İşte bu yüzden Gorgias'ın sözü bana kıymetli görünüyor: sözün süsü hakikattir. Çünkü hakikatsiz söz, dini de felsefeyi de boş bir kabuğa çevirir. İnancı savunmak da, düşünceyi kurmak da, ancak hakikati merkeze aldığında anlamlıdır. Söz, hakikati örttüğünde bütün tartışmalar birer oyuna dönüşür.
Hakikat Sonrası Çağ ve Retoriğin Gölgesi
Bugün "hakikat sonrası" (post-truth) denen bir çağda yaşıyoruz. Bu kavram, duyguların ve inançların, nesnel gerçeklerden daha etkili olduğu bir siyasal ve toplumsal iklimi tarif ediyor. Yani hakikatin kendisi değil, hakikati nasıl sunduğun, hangi duygulara dokunduğun daha belirleyici hale geliyor. Bir siyasi liderin seçmen kitlesini etkilemek için kanıtlanmamış bir iddiayı ısrarla dile getirmesi veya bir sosyal medya fenomeninin, trafiği artırmak uğruna abartılı ve çarpıtılmış içerikler üretmesi, bu çağın gündelik örnekleridir.
Burası tam da Gorgias'ın alanı. Çünkü retoriğin en güçlü yanı duyguları harekete geçirmesidir. Ama Gorgias'ın sözünde dikkat çeken şey, retoriği yalnızca duygusal manipülasyona indirgememesi; "sözün süsü hakikattir" diyerek ona bir ahlaki sınır çizmesidir. Post-truth çağında eksikliğini en çok hissettiğimiz şey de budur. Bugün propaganda, sosyal medya söylemleri, politik nutuklar hakikatten koptukça, geriye sadece "etkileyici cümleler" kalıyor.
Oysa retoriğin asli değeri, insanı hakikate yaklaştırma kudretidir. Retorik, hakikati perdelemek için değil, görünür kılmak için vardır. Bu yüzden Gorgias'ın kadim cümlesi, çağımız için bir uyarı gibi okunabilir: söz hakikatten koparsa, geriye yalnızca ikna kalır; ikna da kısa vadeli bir parıltıdan öteye geçmez.
Sözün Özü
Sofistlere mesafem baki. Ama Gorgias'ın bu küçük pasajı, retoriğin yalnızca aldatma değil, bazen de açığa çıkarma gücü olabileceğini hatırlatıyor. Söz, ya hakikati örter ya da onu görünür kılar. Ve bu seçim, yalnızca sözü söyleyende değil, aynı zamanda hangi söze kulak vereceğini seçen bizlerde de gizli.

Yorum Yazın