Türkiye’de çevreyi en çok kirletenler değil, en çok tüketenler vergi ödüyor. Vergi sisteminde yük sabit gelirlide, çevresel maliyet ise havada asılı duruyor.
Geçtiğimiz hafta Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bütün Organize Sanayi Bölgelerinin (OSB) giriş ve çıkışlarında ve büyükşehirlerin bütün ana arterlerinde kalıcı olarak maliye memuru bulundurulacağını açıkladı. Hedef vergi kayıplarının ve kayıt dışılığın azaltılması olsa da iş dünyası OSB’lerde faaliyet gösteren firmaların neredeyse tamamının ihracata çalıştığını ve kayıt dışılığın olmadığını öne sürdü.
Öte yandan, Ocak-Nisan 2025 döneminde tahsil edilen vergi gelirleri içinde kurumlar vergisinin payının sadece yüzde 1,9 olması dikkat çekiyor. Dahası 2024 yılının ilk dört ayında 48 milyar TL kurumlar vergisi tahsilatı yapılmışken 2025 yılının aynı döneminde elde edilen gelir 53 milyar TL olmuş. Yani yüzde 37,8 oranındaki enflasyona rağmen kurumlar vergisi tahsilatı sadece yüzde 11 oranında artmış.
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı
Esasen kurumlar vergisi mükelleflerinden tahsil edilen verginin toplam vergi gelirleri içindeki payının düşük olması bu yıla özgü bir durum değil. Sağlanan vergi teşvikleri ve muafiyetler kurumlar vergisinin nispeten daha az olmasında önemli bir rol oynuyor. Nitekim, Uğur Çiftçi’nin köşe yazısında yer aldığı gibi 2024 yılında Türkiye’nin en büyük 10 sanayi şirketi neredeyse hiç vergi ödememiş durumda. Bu şirketlerde elbette ki bir kayıt dışılık da söz konusu değil.
Bu pilav çok su götürür.
İş dünyası OSB’lerde faaliyet gösteren şirketlerde kayıt dışılık olmadığını ifade ederken Gelir İdaresine de adres gösterdi: “fatura nedir bilmeyen işletmelere” yönelin.
“Vergiyi kim versin, neden versin?” tartışması 1215 yılında Magna Carta’nın hazırlanmasına neden olmuştu. Ve günümüzde de bütün ülkelerde önemli bir mesele olmaya devam ediyor.
Türkiye’de ise vergiyi öteden beri kimin ödediği belli: çalışanlar, emekliler ve genel olarak sabit gelirliler. Günün sonunda, istihdam sağlayan vergi vermesin, üretim yapan vergi vermesin, ülkeye döviz getiren vergi vermesin diye muafiyet ve istisna listesi uzadıkça vergiyi ödemek de KDV ve ÖTV mükelleflerine düştü. Nitekim geldiğimiz noktada sadece bu iki vergi kalemi vergi gelirlerinin yüzde 55'ini oluşturuyor.
Vergi konusu sıcak patates gibidir. Yani, kimse elinde tutmak istemez ve mümkünse başkasına bırakıverir. Dolayısıyla, “ben ver(e)mem o versin” tartışması bir noktada Nasrettin Hocanın “sen de haklısın” fıkrasına döner ve bir sonuca da bağlanmaz.
Çözüme odaklanalım, çünkü başka bir yol var.
Türkiye’de vergi politikası esas olarak bütçeye finansman sağlamayı amaçlıyor. Çevresel etkileri de gözetelim diye bir önceliğimiz yok. Çevre ile ilgisi olan vergiler de daha çok enerji ve ulaştırma sektörlerine odaklanıyor. Ancak bu vergiler de karbon emisyonlarını azaltmaktan çok bütçe gelirlerini artırma amacı taşıyor.
Örnek verecek olursak; 2021 itibarıyla OECD ülkelerinde çevre vergilerinin GSYH’ye oranı ortalama olarak yüzde 1,98 iken bu oran Türkiye’de yüzde 1,6. Ancak alınan bu vergilerin hiç biri Türkiyenin karbon emisyon taahhüdü ile ilişkili değil. Zira yüzde 1,6'lık oran neredeyse tamamen akaryakıttan ve motorlu taşıtlardan alınan ÖTV ile Motorlu Taşıtlar Vergisinden (MTV) kaynaklanıyor. Dolayısıyla Türkiye’de “kirlilik temelli doğrudan çevre vergisi” neredeyse hiç yok.
Çevreyle ilgili vergilerin 2021 itibarıyla GSYİH’ye oranı (%)
Kaynak: Cangöz ve Arslan (2024)
Oysa ki dünyada son yirmi yıllık uygulamalara bakıldığında; 2005–2020 döneminde Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) öne çıktığı, ancak son beş yılda birçok ülkede çevresel vergi düzenlemelerinin uygulamaya konulmuş olduğu dikkat çekiyor. Bu bağlamda ülkeler, muafiyet ve istisna gibi vergi harcamaları da dahil olmak üzere, genel olarak vergi politikalarını gözden geçiriyorlar. Ve karbon vergilerini net sıfır taahhüdüyle uyumlu hale getirecek şekilde çevre vergileriyle ilgili reformları devreye alıyorlar.
Gelir gruplarına göre ETS ve karbon vergisi kullanımı (2005–2024)
Kaynak: Dünya Bankası
Çevresel vergi reformları kapsamında pek çok ülke çoğunlukla haneler ve işletmeler üzerindeki küresel enerji fiyatlarındaki artışın etkisini hafifletmek ve ulusal yeşil dönüşüm ve karbon nötrlüğü planlarını desteklemek amacıyla da bu vergileri kullanıyor.
Enerji kullanımına ilişkin vergilerdeki değişiklikler (2021'den itibaren)
Kaynak: OECD
Türkiye’de ise kirlilik temelli doğrudan çevre vergisi olarak sadece bir vergi bulunuyor; o da belediye temizlik hizmetlerinden faydalanan hanelere uygulanan ve su tüketimine göre hesaplanan Çevre Temizlik Vergisi. Buna plastik atıklarını azaltmak amacıyla 2019'dan itibaren plastik poşetler için uygulanan ücreti de eklenebilir.
Bu resim de gösteriyor ki; vergi gelirlerini artırmak amacıyla gündeme getirilen ve çoğu zaman geçici nitelikte olan denetim ve kontrol faaliyetlerinin ötesinde Türkiye’de kapsamlı bir vergi reformu yapılması gerekiyor. Ve bunun için de çevre vergisi reformu doğru bir ilk adımolacaktır. Böylece Türkiye çevre vergilerini diğer politikalarla uyumlu hale getirerek ve çeşitli yakıtlar ile teknolojiler arasında eşit bir rekabet ortamını teşvik ederek daha sürdürülebilir bir geleceğe doğru önemli ilerleme kaydedebilir. Dahası, piyasa verimliliğini, maliyet etkinliğini ve sürdürülebilir kamu maliyesini teşvik edecek şekilde yapının hayata geçirilmesi için güçlü bir başlangıç yapılmış olur.
Nasıl Bir Çevre Vergisi Reformu?
Geçtiğimiz aylarda Dünya Bankasından meslektaşım İsmail Arslan’la birlikte kaleme aldığımız TEPAV tartışma tebliğinde çevresel vergi reformunun temel çerçevesini aşağıdaki şekilde önermiştik:
- CO₂ bazlı vergilendirme: Araç vergileri ve akaryakıt ÖTV’si, doğrudan karbon emisyonuna göre belirlenmeli.
- Fosil yakıtlara sübvansiyonların laldırılması: Fosil yakıtlara verilen destekler sona ermeli, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği desteklenmeli.
- Yeşil Gelir — Yeşil Harcama: Çevre vergilerinden elde edilen gelirler, düşük gelirli haneleri destekleyecek şekilde “gelir nötr” hale getirilmeli.
- ETS’ye uyumlu ticaret sistemi: Türkiye, Avrupa ETS ile uyumlu bir Emisyon Ticaret Sistemi kurarak ticari avantajını koruyabilir.
Dünyada çevreyle ilgili vergiler, son on yılda vergi politikalarının temel bir özelliği haline gelmiş durumda. Böylece gelir kaynağı niteliğindeki çevre vergileri yoluyla çevresel sürdürülebilirliğe geçişi teşvik etmek de mümkün olabiliyor. Gelinen noktada, vergi sisteminin reform ihtiyacı da dikkate alınarak Türkiyenin genel eğilime de uygun olarak bir yandan ETS’yi hayata geçirirken diğer yandan da motorlu taşıt vergilendirme şemasının emisyonlara dayalı olarak revize edilmesi ve karbon vergisi programının uygulanması gibi düzenlemeleri hayata geçirmesi gerekiyor. Böylece bir yandan Türkiye’nin iklim değişikliğini azaltma hedefine diğer yandan da AB Karbon Sınır Ayarlama Mekanizmasına uyum için gereken zemin de hazırlanmış olacaktır.
Özetle; çevre vergileri sadece iklim değişikliğiyle mücadele için değil, aynı zamanda adil bir vergi sisteminin inşası için de kritik. Bu nedenle vergi adaletini sağlamak için öncelikle karbonu gerçekten taşıyanın kim olduğunu görerek harekete geçmeliyiz.

Yorum Yazın