Deniz Zeyrek ve Nevzat Çiçek’in, Ahmet Davutoğlu ile yaptığı röportajı izliyordum. Gelecek Partisi liderinin ikinci çözüm süreci, Ortadoğu politikası ve iç siyaset bağlamındaki açıklamaları büyük yankı uyandırdı.
Anladığım kadarıyla Davutoğlu “derin” ve “stratejik” dış politikasının halen tutarlı olduğunu değerlendiriyor. Esasında Türkiye’nin bölge ülkeleriyle yaşadığı sorunlar ve sığınmacılar meselesi dahi Davutoğlu’nun tezlerini çürütmeye yeter diye düşünüyorum.
Neyse, konumuz Davutoğlu’nun stratejik sığlığı değil tabi. Belki başka bir yazıda biraz daha açarız.
CHP’nin olağan kurultayı yaklaşırken, Davutoğlu, röportajında dikkatimi çeken bir noktaya temas etti. Türk siyasetinde değişimin motorunun hep muhafazakâr kesimler olduğunu vurguladı. Buna karşılık kendi ağzından dökülmese de CHP statükocuydu ya da en azından değişimlerin önüne taş koyuyordu.
Açıkçası Davutoğlu’nun büyük bir ciddiyetle savunduğu bu görüş, çok eski bir Marksist teze dayanır. Sosyalistlerin, Osmanlı’dan beri gelen batılılaşma yanlısı elit bürokratlarla işbirliği yaptığı için tutuculaşacağına inanılıyordu. Osmanlı’dan cumhuriyete sarkan elit bürokratların kendi konfor alanlarını sağlamak adına tutucu bir nitelik kazandığı ve hatta toplumu kasten geri bıraktığının altı çiziliyordu.
Söz konusu elit bürokrat tabaka ağırlıkla CHP’de siyaset yapıyordu. Dolayısıyla CHP her ne kadar sol, ilerlemeci ve yenilikçi bir parti gibi görünse de özünde tutucuydu. Sosyalistler, devrime giden yolda bu çevrelerle yan yana durduğu ölçekte tutuculaşıyordu.
Sosyalistlerin tutuculaşarak boşalttığı siyasal alana hâliyle muhafazakârlar hâkim oluyordu. Bu durumda Türkiye’de esaslı değişim ve dönüşümleri geniş muhafazakâr kitleler gerçekleştirebilirdi.
O kadar ki Türkiye’nin demokratikleşmesi için bile muhafazakârların büyük bir önemi vardı.
Çünkü Sosyalizm özü itibariyle demokrat bir ideolojidir. Gelgelelim Kemalizm ile girdiği ilişki, onun demokratik tözünü berhava ediyordu. Kemalizmin demokratik olmadığını, batıcı bürokratların ağırlıkla Kemalistler olduğunu ve müesses nizamın ister istemez Sosyalizmin demokrat niteliğini aşındırdığını söylüyorlardı.
Demokratik içeriği Kemalizm eliyle boşaltılmış Sosyalizmden artık Türkiye’yi ileri demokrasiyle buluşturması beklenemezdi. Hele hele tutucu Sosyalistlerden demokrasi hiç umulamazdı.
Doğal olarak alan tamamen muhafazakârlarındı. Büyük değişimler muhafazakârların öncülüğünde yapılacaktı. Türkiye’yi çağdaş demokrasiyle muhafazakârlar tanıştıracaktı.
Çok eskide kalmış ve hiçbir geçerliliği olmayan Marksist tez özetle böyleydi. Bayraktarlığını da İdris Küçükömer diye sol görüşlü bir iktisatçı yapıyordu.
Sanırım Davutoğlu şu sıralar Küçükömer’in kitaplarından başını kaldıramıyor.
İslamcılar, Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecine, Kemalizme ve tek partili döneme eleştirel bakan solculara bayılır. Elini eteğini öperler desek yeridir. Bunun başka bir örneği de Kemal Tahir’dir.
Öylesine kutsal ve aşkın bir devlet mitosu kurguladı ki İslamcıların en azından yarısı tarihi onun romanlarından öğrendi.
Küçükömer de bütün algıyı ters yüz etti. Yetmedi, Necip Fazılların ütopyalarıyla iyice devreleri yaktılar.
Davutoğlu, bunun tipik bir örneğidir sadece. Kendisine “hoca” dedirtiyor fakat güncelde hiçbir karşılığı olmayan eski Marksist tezler üzerinden siyasette kendisine alan açmaya çalışıyor.
Bu tezler yanlış.
Muhafazakârlar olarak Türkiye’yi ileri demokrasiler ligine taşıma vadiyle geldiniz. Küçükömer’in tutarsız fikirlerine ve çarpık tarih bilginize fazla bel bağladınız. Bana kalırsa hiçbir zaman demokrasi gibi bir amacınız olmadı. Bu sadece 12 Eylül’den sonra bir kısım sol liberaller ve eski Sosyalistlerle girdiğiniz ilişkinin aparatıydı.
Zaten Türkiye’nin demokrasi karnesi ortada olduğuna göre teşhisin de tedavinin de yanlışlığını uzun uzun tartışmaya gerek yok diye düşünüyorum. Gele gele Necip Fazıl’ın başyücelik devletine geldik!
Sosyalistlerin batıcı elit bürokratlarla iş birliği yaptığı için tutuculaşarak çekildiği alanda muhafazakârların Türkiye’yi demokratikleştirmediği malumunuzdur. Modası geçmiş güdük tezleri bir tarafa bırakırsak şimdi Türkiye’nin önünde yeni bir fırsat penceresi vardır.
Olağan kurultaya doğru adım adım ilerleyen CHP demokratikleşme, sosyal adaletin tesisi, servet bölüşümü ve üretim ilişkilerine dair kapsamlı bir paketi sinyalledi bile.
Özgür Özel’in açıklamaları epey ilgi uyandırdı. Ancak CHP’nin vadettiği değişim ve dönüşümleri hayata geçirebilmesi için bir tık daha ivmelenmesi gerekiyor. Anketlere göre yüzde kırk bandında salınsa da elli artı biri görmeden kırk puan kendi başına bir anlam ifade etmiyor.
Önümüzdeki kurultayın yeni fırsatlara kapı aralayabileceğini umuyorum.




























Yorum Yazın