Son günlerde yaşananlar, Kürt barışının ne derece zor, çetrefilli ve kaygan bir zeminde yürütüldüğünü; tahminimizden çok daha fazla zaman alıcı olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Cuma günü Meclis Milli Kardeşlik, Dayanışma ve Demokrasi Komisyonu nitelikli çoğunlukla karar aldı. Bu sonuca göre AK Parti, MHP ve DEM Parti temsilcilerinden oluşan heyet, önümüzdeki birkaç gün içinde İmralı görüşmesini yapacak.
CHP lideri Özgür Özel, oylamadan birkaç gün önce Karar yazarıyla yaptığı görüşmede İmralı’ya gidişe dair sorulara, “Önce AK Parti adım atsın, siyasi sorumluluğu alsın. Ardından biz kararımızı alırız. Cumhuriyetin kurucu partisi çözüm hamlelerinin dışında kalamaz…” şeklinde yanıt vermişti. Ancak son iki gün içinde CHP’de ne olduysa rüzgâr tam tersine döndü.
CHP sözcüleri, İmralı’ya gitmeme kararını “milletimizin rızası yok” gerekçesine dayandırıyor. Parti açıklamasındaki “Siyaset emrivakilerle değil, toplumun ihtiyaçlarına göre yapılır” vurgusu, CHP’nin Kürt sorununu tüm boyutlarıyla kavrayamadığını göstermenin ötesine geçiyor; içinde bulunduğumuz PKK’nin silah bırakma ve demokratik siyasete dönüş sürecinin de yeterince içselleştirilmediğini ortaya koyuyor.
CHP lideri, Komisyon’da yer alma sürecinde gösterdiği liderlik ve siyasi kararlılığı bu oylamada gösteremedi. Bu tutum toplumun farklı kesimlerinde yeni sürece mesafeli duruşlarını kalıcılaştıracak kaygıları derinleştirme ve partiyi süreç karşıtlığına sürükleme riskleri barındırıyor.
“Milletin rızası yok” söylemi, popülist siyasete denk düşen bir söylemdir. Oysa siyasal değişim iddiası, popülist söylemin değil, toplumsal yaklaşımı dönüştürme liderliğinin göstergesidir.
CHP, yeni süreçte ilk kez ciddi biçimde siyasal ve toplumsal dengeleri sarsacak ölçüde tökezledi. Kürt sorununun çözümünde ve Kürt siyasetinin şekillenmesinde Abdullah Öcalan’ın gücünü ve etkisini kabul etmemek, çözüm sürecinin doğasına dair temel bir kavrayış sorunudur.
CHP’nin Öcalan heyetine katılmama kararının siyasal sonuçları, DEM Parti ile yaşanabilecek olası kırılmalar bakımından önemlidir; ancak PKK’nin silahsızlanma ve fesih süreci üzerinde belirleyici bir etkisi olacağını sanmıyorum. Buna karşılık, Kürt siyasal haklarının anayasal ve yasal güvenceye kavuşması ile pozitif barış sürecinin gelişmesinde mevcut zorluklara yenilerini ekleyeceği açıktır.
CHP her ne kadar süreci desteklemeye devam edeceklerini söylese de, bu kararın CHP’nin siyasi geleceğini ve Kürtlerle kurduğu ilişkiyi nasıl etkileyeceği önümüzdeki dönemin en önemli tartışmalarından biri olacaktır. Türk ve Kürt siyasetinin yeni ana gündemlerinden biri bu konuya dönüşmektedir.
Öcalan tek başına PKK’ye silah bıraktırabilir; ancak barışı inşa edecek olan tek başına Öcalan değildir. Çözümün anahtarı Meclis’in ve Kürt sorununun tüm boyutlarıyla çözülmesi iradesine sahip aktörlerin elindedir.
Bu sürecin en temel aktörlerinden biri, iktidarda olsun olmasın, ana muhalefet partisi olan CHP’dir. Toplumsal temsil gücü yüksek ve iktidar iddiası giderek artan bir partinin süreçten dışlanması veya sürece tümden muhalif bir pozisyona düşmesi, dünyanın hiçbir barış sürecinde başarı getirmemiştir. Türkiye’de de getirmez.
Komisyonun kuruluşu aşamasında CHP’nin sürecin dışında kalmasına yönelik planları Özgür Özel boşa çıkarmıştı. “Cumhurbaşkanı’na rağmen Komisyonda yer alıyoruz” diyerek doğru bir tutum göstermişti.
Heyet konusunda aynı siyasi kararlılık sergilenemedi. Bunun anlaşılır sebepleri olabilir, fakat oluşan AK Parti–MHP–DEM görüntüsü, Cumhurbaşkanı’nın oylama planında başarılı olduğunu gösteriyor. CHP ile DEM Parti cephesinde bir gedik açıldı. Süreci iki parti de iyi yönetemedi. Sürecin ihtiyaçlarının önüne anlık siyasal kaygılar, eski kalıplar ve dar hesaplar geçirildi.
Sürecin Riskler ve Kaçırılan Fırsatlar
CHP’nin, Abdullah Öcalan’ın Komisyona SEGBİS aracılığıyla hitap etmesi önerisini “kabul edilemez” bulmasını anlamak güç. Krizi çözme esnekliğinin gösterilmemesi, krizi büyüten siyasal sonuçlara yol açabilecek niteliktedir. Üstelik bu öneri, Komisyon’da yer alan AK Parti ve DEM Parti dışındaki tüm partiler tarafından kabul görmüşken.
Aynı şekilde, Komisyon’daki AK Partili üyelerin “açık toplantılarda konuşmak istememeleri” gerekçesiyle 18. toplantının bir bölümünün kapalı yapılması da sürecin ruhuna uygun değildir.
DEM Parti temsilcisinin “Biz tarihin doğru tarafındayız, barıştan yanayız; oylamanın açık ya da kapalı olmasının bizim açımızdan hükmü yoktur” sözleri ise fazlasıyla izaha muhtaçtır. DEM Parti, sürecin selametle yürümesi için AK Parti’nin bu tür yanlışlarına ortak olmanın ciddi bir güven sorunu yarattığını fark etmelidir.
Yüz yıllık bir meselenin iyileştirici tarafında olmak daha fazla sorumluluk gerektirir. CHP’nin siyasal olarak nereden nereye geldiğini görmeden samimiyet testine sokmak doğru değildir. Bir yıldır tek taraflı yürüyen süreçte somut adım atmayan iktidarı eleştirmeksizin Erdoğan’a teşekkürle ederek CHP’yi suçlamak, iktidarın CHP–DEM ilişkilerini manipüle etmesine ve CHP’yi denklem dışına çıkarma hedefine hizmet eder. Kaybedeni muhalefet, kazananı Erdoğan ve Cumhur İttifakı olur.
Tek başına Abdullah Öcalan’ın siyasi meşruiyeti kuvvetlendirmek amaçlı zaman ayarlı hamle daha büyük ve yeni sorunlarla karşı karşıya gelinmesi potansiyeli taşıyor. Sürecin önüne geçen bir talebe dönüştürülmesi doğru bir yaklaşım olmadı.
Oylama sonrası Erdoğan’ın “AK Parti, MHP ve DEM olarak üçlü yürürüz” sözlerinin neden yeniden gündeme geldiğini sorgulamak gerekir. Nasıl oldu da oylamadan sonra “artık ana muhalefet partisi DEM Parti paylaşım yapıldı. Silinmiş olması çok fazla bir şeyi değiştirmeye yetmez.
Erdoğan’ın CHP’yi süreçten ve siyasetten dışlama hevesi gizli değil. DEM Parti ve Kürt siyaseti de bunu dikkate almak zorunda. Üstelik kapatma yazışmaları yapılan, 16 belediye başkanının ve 200 belediye yöneticisinin yargılandığı bir süreçle mücadele eden CHP’den söz ediyoruz.




























Yorum Yazın