Eşitlik, modernitenin vaat ettiği fakat kapitalist-patriarkal düzenin sürekli ertelediği bir hayalet gibi dolaşıyor aramızda. Bu hayaletin gerçek sınavı, konferans salonlarının sıcak koltuklarında değil; soğuk betonun üzerinde saatlerce bekleyen insanlarla, kapının önüne bırakılan işçilerle, bileğine elektronik kelepçe takıldığı için evine kapatılan kadınlarla yapılır. İronik olan, “Şık Makas” gibi bir ismin ardına saklanmış bu çıplak gerçek: müşterilerine şıklık vaat eden,tüketim çılgınlığını üreten sistemin, işçilerine makası göstermesi. Hegel’in köle-efendi diyalektiğini güncelleyerek söylersek: Gerçek özgürlük, kırılgan olanın omuzunda doğar.
TARİHİN KALBİNDE BİR YARA: ŞİDDETİN ARKEOLOJİSİ
Geçen hafta Tokat’taki Şık Makas’ın önünde durduğumda, 25 Kasım’a giderken en çok konuşulan başlıklarla en az konuşulan gerçekler arasındaki uçurum bütün ağırlığıyla karşıma çıktı. Bu “şık” marka isminin altında hiç de şık olmayan bir gerçek: kadın emeğinin makaslanması. Burada tanık olduğum şey yalnız bir iş hukuku ihlali değildi; kadın emeğinin kesintiye uğratılması, geçim hakkının gasp edilmesi, sessizliğin dayatılmasıydı.
Feminist literatür ısrarla söyler: Şiddet yalnız bedene yönelmez; yaşam alanına, emeğine, varlığına, söz hakkına yönelir.
Engelli, genç, yaşlı fark etmeksizin Şık Makas işçilerinin işten çıkarılması; direnişi başlatan kadın işçilerden birinin “çalışma hakkı” talebi nedeniyle ev hapsine ve elektronik kelepçeye mahkûm edilmesi, tam da bu yapısal şiddetin çıplak hâli.
Çünkü burada karşılaştığımız şiddet, çoğu zaman görünmez.
Ne bağırır, ne iz bırakır; yalnızca hayatın olağan akışını keser.
Bir sabah bir kâğıt uzatılır, üzerinde “Kod 22” yazar.
"Kimse açıklamaz. 'Kod 22' - işverenin 'güvenlik gerekçesiyle' işten çıkarma yetkisi…”
Bu üç karakter, bütün bir yaşamı askıya almaya yeter: İşten çıkarılmakla kalmazsınız; aynı anda suçlu ilan edilirsiniz. İşsizlik maaşı hakkınız bile elinizden alınır.(Bu durumda onlarca emekçi ile konuştuk o gün. Hatta bir kadın emekçi yüzde 60 engelli raporuna rağmen bu durum ile işinden edilmişti.Bana bunları lütfen yaz diyerek sarılan Dudu arkadaşım seni dayanışma ile kucaklıyorum.)
Oysa İş Kanunu diyor ki: Engelli çalışanlar işten çıkarılırken özel koruma altındadır. İşveren, objektif ve geçerli neden göstermek zorundadır. "Kod 22" gibi soyut gerekçeler, engelli bir çalışan için yasal dayanaktan yoksundur.
Peki yaşanan ne?
Yasa diyor ki: "Korumalı"
Sermaye diyor ki: "Makaslıyorum"
Devlet diyor ki: "Göz yumuyorum"
İşte tam da burada, yasanın kâğıt üzerindeki koruması ile pratikteki çıplak şiddet arasındaki uçurumla yüzleşiyoruz. Çünkü gerçek şiddet, sadece yasanın çiğnenmesi değil; devletin bu çiğnenişi seyretmesidir.
Bütün bunlar tek bir cümlede özetlenir: “Yerine yenisini buluruz.”
“Güç biziz.”
Ve işte asıl şiddet, tam da burada başlıyor!!
FELSEFENİN YETERSİZ KALDIĞI YERDE DİRENİŞ: İBSEN’DEN LORDE’A BİR HAT
Not: İbsen'in 1879'da yazdığı Bir Bebek Evi (orijinal adıyla Et Dukkehjem) oyunundaki Nora karakteri, burjuva aile yapısının, toplumsal normların ve erkek egemen düzenin dayattığı "iyi eş ve anne" rollerini reddederek kapıyı çarparak çıkar. Bugün Şık Makas'ta direnen kadınlar da aynı Nora gibi, "artık yeter" diyerek itaati reddediyor. Tarih değişse de direnişin kökleri aynı: Özgürlük talebi. Sömürüden, emek hırsızlığından, yoksulluktan kurtulma iradesi.
Henrik Ibsen’i ilk okuduğumda,farklı anlamlar yüklemişim kendim de bir kapıyı çarpıp çıkana kadar. Onun sadece bir oyun yazarı değil, modern bireyin doğuşunun habercisi olduğunu o irade savaşımda idrak ettim. Nora’nın kapıyı çarpışı, varoluşsal kopuşun ve özne olma iradesinin sahnelenişiydi. Bu kapı sesi, yalnız bireysel bir ayrılığın değil, bütün bir itaat rejiminin reddiyesiydi. Bugün Şık Makas’ın önünde yan yana duran kadınların gözlerinde aynı kararlılığı gördüm: konuşmanın, ses çıkarmanın, itiraz etmenin, direnmenin soylu ağırlığını.
Yıllar sonra Audre Lorde’un “Sessizlik sizi korumayacak” sözü, bu bireysel devrimin kolektif bir harekete dönüşümünün manifestosu oldu. Şık Makas’ın önünde ne bağıran sloganlar ne de süslü teoriler konuşuyordu. Karar konuşuyordu. Bir kadın “çalışma hakkım” dediği için ev hapsine konuyorsa, o kapı sesi hâlâ çınlıyor demekti.
Ne direngen bir duruş…
DAYANIŞMANIN DİYALEKTİĞİ: İÇERİDEKİ YABANCILAŞMA
Şık Makas’ın önünde gördüğüm sahicilik, beni yalnız dışarıdaki iktidara değil, kendi içimize de dönmeye mecbur bıraktı. Son yıllarda kadın hareketinin bazı alanlarında dayanışmanın yerini rekabetin, kolektif mücadelenin yerini hizalanmanın, çoğulluğun yerini tek sesliliğin aldığına tanık olduk.
Bir kadın eleştirel söz söylediğinde “tehdit” ilan edilmesi,kendi deneyimini dile getirdiğinde “bölücü” damgası yemesi.
Bazıları da mücadele alanlarından dışlandı, küçümsendi, yalnızlaştırıldı.
Bu, kadınların tarih boyunca maruz kaldığı “uyumlu ol, sesini yükseltme, hizaya gir” baskısının yeniden üretimiydi. Üstelik bunu yapan sadece dışarıdaki büyük iktidar değil; içerideki küçük iktidarlardı aynı zamanda.
Gerçek şu ki: kadınlar arasındaki bu manipülasyon sadece devletin ve patronların değil, birbirimizin eliyle de uygulandı!
25 Kasım’a giderken şu soruyu sormadan ilerleyemeyiz bana göre: Dayanışma mı inşa ediyoruz, yoksa hizalanma mı dayatıyoruz? Mücadeleyi büyütüyor muyuz, yoksa birbirimizi mi tüketiyoruz? Farklılıkları zenginlik mi sayıyoruz, yoksa tehdit mi?
Çünkü içten çöken bir mücadele, dışarıyla savaşamaz.
(Bu yazı vesilesiyle içimde bir kaç yıldır biriken bu kızgınlığı ifade edebildiğim için mutluyum.)
25 KASIM: TARİHLE YÜZLEŞME VE YENİDEN İNŞA ÇAĞRISI
25 Kasım yalnız anma değil; yüzleşme günü. Mirabal kız kardeşlerin mirasını taşıyan bir hesaplaşma günü. Hakikatin üzeri örtülmesin diye ayağa kalkma günü.
Bugün Şık Makas’ın önünde yaşananlar bize gösteriyor ki: Şıklığın vitrinde parlatılması,sermayenin süslü sözleri makasın haklarımızdan kesmesine engel değil-miş.
Gerçek dayanışma, birbirinin omzuna yük olmak değil; yan yana durup aynı yöne bakmamız aslında. Şık Makas işçileri bugün bunu öğretiyor: Mücadele, korkmayanların omzunda yükselecek. Ve mücadele ancak hakikati saklamadığımızda büyüyecek.
Yol Gösterici Kitaplar:
· Silvia Federici - Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim
· Judith Butler - İktidarın Psişik Yaşamı: Tabiyet Üzerine Teoriler
· Hannah Arendt - İnsanlık Durumu
· Audre Lorde - Kızkardeş Dışlanması(Kızkardeş Gibi)
· Karl Marx - 1844 El Yazmaları
YAZAR NOTU
Bu yazıyı kaleme alırken sadece bir gözlemci değil, bu mücadelenin bir parçası olduğumu hissettim. Şık Makas’ın önünde tanık olduğum o direniş anı bana şunu hatırlattı: Biz yalnız haklarımızı savunan kadınlar değil, aynı zamanda tarih yazan bir iradenin taşıyıcılarıyız. Bu metni okurken umarım siz de Nora’nın kapıyı çarpışındaki cesareti, Mirabal kardeşlerin yoldaşlığını ve Şık Makas işçilerinin kararlı duruşunu hissedersiniz.
BİRTEK-SEN’e ve bu direnişte ön safta duran Genel Başkan Mehmet Türkmen’e; dayanışmayı ve örgütlülüğü ete kemiğe büründürdükleri için ayrıca teşekkür etmek istiyorum.
Mücadeleyi büyüten şey söz değil;
omuz omuza verip, aynı yöne yumruklarımızı kaldırıp, direnmektir.
"Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber, ya hiçbirimiz!"

























Yorum Yazın