“Terörsüz Türkiye” hedefiyle Meclis’te kurulan komisyon Cuma günü önemli bir toplantı yaparak İmralı’ya gidiş konusunda daha önce ilkesel olarak belirlediği 2/3 çoğunluktan ziyade çoğunluk oyu ile ziyaret yönünde karar aldı.
Meclis’te grubu bulunan partilerden önce CHP sonra da Yeni Yol Grubu ziyaret için üye vermeyeceklerini açıkladılar.
Bu kararından dolayı CHP çok eleştirildi. Kim tarafından? Erdoğan dahi CHP’nin komisyona üye vermemesi üzerine sorulan soruya cevap vermekten kaçınırken; başta DEM Parti Eşbaşkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları olmak üzere Kürt Siyasi Hareketi’nin (KSH) farklı isimleri tarafından. Hem de CHP’ye neredeyse süreç bitmiş gibi bir sorumluluk yükleyen tavırla. Dahası sonradan attığı paylaşımı silse de, DEM Parti’nin İmralı Komisyonu’nda yer alan Pervin Buldan bir adım daha ileri giderek; partisini anamuhalefet partisi ilan etti, mesajının sonuna “Nokta” yazarak.
Açıkçası KSH’den özellikle CHP’ye yönelik gelen tüm bu çıkışlar, çağrılar, imalar bir bütün olarak “erken iktidar hastalığı” semptomlarından başka bir şey değildir. Üstelik bütün bu süreçte siyasi “özne” dahi olamamışken.
DEVLET/İKTİDAR ÖCALAN’I HEDEFİ İÇİN YETERLİ GÖRÜYOR
Bu bağlamda süreç konusunda birkaç somut tespiti ortaya koyarak ilerleyelim.
İlki pek çok insan, “İmralı ziyareti nerden çıktı?” diye soruyor. Oysa süreci yakından izleyen herkes, İmralı görüşmelerinde kamuoyuna yansıyan notlarda; Öcalan, komisyonun -üstelik bir görüşmesinde “Anayasa Komisyonu” ifadesini de kullanıyor- kendisini dinlemeye gelmesini istiyor ve bu konuda da ısrarlı. Dahası Öcalan'ın bu isteği KSH temsilcileri tarafından her platformda yüksek sesle seslendirdiler.
İkincisi KSH’ne yakın medyayı yakından izlediğinizde Öcalan’ın neredeyse ilgi duyduğu ya da kendisine davet giden her toplantıya düzenli mesaj ilettiğini görüyorsunuz. Avukatları ve ailesi, kendisini bu kadar sık ziyaret edemediğine göre bütün bunlar, devletin verdiği izin ve bilgisi dahilinden gerçekleşiyor. Bu açıdan Öcalan, İmralı’da imtiyazlı bir mahkum muamelesi gördüğünü söylemek mümkün.
Üçüncü olarak bir soru soralım; KSH’nin ana temsilcisi olan DEM Parti, bu süreçte kendine nasıl bir rol biçiyor?
Sürecin siyasi “özne”lerinden biri mi yoksa ilk süreçte olduğu gibi sadece bir “nesne” olarak aracılık rolü mü üstlenecek?
İlk süreçte tercih ettiği rolün siyasi maliyetlerinden çok hukuki maliyetlerini biz gördük onlar yaşadı.
Eğer şu anda sürecin içinde olanlar gelecekte böyle bir durumla karşılaşmak istemiyorsa Dem Parti başta kendi konumunu siyaseten güçlendirmek durumundadır.
Dördüncüsü, yakın zaman kadar MHP Grup Toplantılarında Bahçeli’nin ana hedef olan Dem Parti öncüsü olan HDP olduğunu hatta HDP’ye kapatma davası açıldığını ki, sonrası DEM Parti’nin kurulduğunu biliyoruz.
Sadece o zaman değil geçmişte de, KSH’nin devlet/iktidar hedefi olduğu her durumda; CHP olmak üzere tüm siyasi partilerin ve demokratların KSH’ne el uzatarak onu siyasi alanının içinde tutmasının önemli olduğunu dile getirdik. Sonuçta siyasi alanda olan bir KSH’nin, kendi üzerinde kurulmak istenen her türlü “silah” ve “ideolojik” hegemonyaya karşı daha güçlü mücadele edeceğini savunduk. Kapatılmasına da, siyasetçilerin yasaklanmasına karşı çıktık. Bugün de KSH’nin süreçte siyasi özne olması çağrısı esas olarak siyaset çağrısıdır.
Ne yazık ki, KSH ve temsilcileri bu gerçeğin farkında olsalar bile, nesne olmayı tercih ediyorlar.
Bu bağlamda çok iyi hatırladığım bir aneknotu paylaşmak isterim. İlk süreç devam ederken (2013 ortası ve sonrası) Yeni Şafak’ta yazıyordum ve KSH’ne yakın olan sonradan OHAL Dönemi’nde KHK ile kapatılan IMC TV’de katıldığım çeşitli programlarda; süreç bağlamında iki lidere (Erdoğan ve Öcalan) hasredilen “güçlü siyasi iradeleri var” sözünü eleştirmiş ve mealen liderlerin inisiyatifine bırakılan süreçlerden toplumsal faydanın maksimize olmasının söz konusu olmadığını ifade ettiği gayet iyi hatırlıyorum.
Ne yazık ki ilk süreçte iki liderin inisiyatifine bırakılan süreç bu kez üç lidere (Bahçeli, Erdoğan, Öcalan) bırakılmış durumda. Tabi arka planda “devlet” olduğunu unutmayalım.
Kabul edelim burada liderlere devredilmiş siyasi iradeler, toplumun dışında verilmiş, verilecek kararların hayata geçmesinden başka sonuç doğurmazlar.
DEVLET PROJESİ OLARAK KÜRTSÜZ VE DEMOKRASİSİZ ÇÖZÜM: "TERÖRSÜZ TÜRKİYE"
Kabul edelim “terörsüz Türkiye” ile hedeflenen, içerde demokrasiyi de içeren süreçten çok, güvenlikçi bakışla dış tehdit olarak PKK’nın silah bırakmasını ve kendisini tasfiye etmesini hedefleyen; hazır bu olurken Suriye’de oluşan otonom yapıyı da olabildiği ölçüde kontrol etmek isteyen bir süreç. Ve bu yönüyle bir devlet projesi. Bunun için de devlet/iktidar bloku KSH’ni değil Öcalan’ı ikna etmeyi yeterli görüyor ve o süreci öyle işletiyor.
Sürecin bu aşamasında devlet/iktidar blokunun demokrasi, demokratikleşme gibi bir kaygısı olmadığını siyasi pratikler yanında Erdoğan’ın hukuk danışmanı olan Mehmet Uçum yazılarında da görüyoruz.
Hatta öylesi bir sürecin içindeyiz ki, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Selçuk Mızraklı gibi sembolik isimlere jestler içeren adımlar dahi atılmıyor.
Özetle “terörsüz Türkiye” ile devlet/iktidar bloku kamusal alanda Kürtleri etnik kimliği olan Kürt üst kimlikleri ile değil değil; kültürel kimlikleri olan Müslüman üst kimlikleri ile görmek istiyor.
Sürecin başladığı ile dönemde bu sürecin; “Yeni bir Cumhuriyet” inşası olduğunu ifade etmiştim. Ve bu sürecin de, demokrasi önceliği olmadığını ve tek önceliğinin kendi ideolojik ve kurumsal sürekliliği olduğunu da.
KSH sözcüleri, CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı sonrası ısrarla bu sürecin AKP-MHP ile değil devletle yürütüldüğünü söyleme gereği duydular. Evet bu kısmen doğru. Ama sorun şu ki, KSH temsilcileri görüştükleri devleti hala tanımamış olmalarıdır.
Açıkçası KSH temsilcilerinin şunun farkına varmalarında yarar var; CHP’yi eleştirmek yerine; CHP dahil olmak üzere bu anti-demokratik düzen ve sistemin değişmesi için siyaseten işbirliği yapacak tüm partilerle daha sıkı diyalog şart. Bunun için de önce KSH'nin Devlet/iktidar ve Öcalan'ın çizdiği siyasi lanaın dışına çıkarak siyasi özne olmaya yani siyaset yapmaya karar vermesi gerekiyor. Yoksa sığınılan gölgelerin altından CHP'yi eleştirmek kolay.
Unutmamak gerekiyor ki, ancak demokratik bir devlet, Kürtlerin -Alevilerin, Romanların ve farklı azınlıkların- sorunlarını eşit vatandaşlık temelinde çözebilir. Bunun yolu da demokratik siyasi alanın genişlemesinden geçer. "Terörsüz Türkiye" ile hedeflenen PKK'nın dış tehdit olmaktan çıkarılması ile bu hedefe ulaşma yolunda komisyona çok ihtiyaç yok zaten. Öcalan ile devlet bu süreci belli bir aşamaya getirmiş durumda. Ama Türkiye'nin esas ihtiyacı terörsüz Türkiye kadar, demokratik Türkiye'dir. Bu da ancak siyasetle, gereçek bir diyalogla -ki, şu anda bunun olduğunu söylemek mümkün değil- mümkündür.
Son olarak bu yazı yazılmaya başlamadan önce İmralı heyetinin helikopter ile İmralı'ya yol çıktığı haberi düştü ve bu haber teyit de edildi. Ancak ilginç olan ise bu haberden 2-3 saat sonra komisyonun AKP'li üyesi ve Kürt sorununda önemli çalışması olan Hüseyin Yayman, bağlandığı bir TV yayınında; İmralıya gitmediğini ve kimlerin gittiğini de bilmediğini açıkladı. Aradan geçen 2-3 saat sonrasında Yayman'ın da İmralı'ya gidip döndüğünü öğreniyoruz.
Düşünün ki, heyette olduğu kamuoyunda bilindiği halde; muhtemelen TV yayına katıldığı saatte İmralı'da olan heyet üyesi, "Ben İmralı'ya gitmedim" deme gereği duyuyor.
Peki neden?




























Yorum Yazın