MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

İthal bir şey: Homofobi

ANA SAYFASİYASETİthal bir şey: Homofobi
İthal bir şey: Homofobi

Bu yazı, “Haziran” ayı vesilesiyle; Bireylerin, tüm politik hesaplardan daha değerli olduğu bilinciyle, onurlu ve eşit bir yaşam için mücadele eden herkesi saygı ile selamlıyor; eşit ve özgür yarınlarda buluşmak dileklerimi yolluyorum.

03 Temmuz, 2025, Perşembe 06:15
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Emir Berke Yaşar
Emir Berke Yaşar

LGBT+ bireylerin dışlanması, onların “ahlaksız” ya da “norm dışı” olarak görülmesinden çok daha derin bir düzleme dayanır. Buradaki dışlama, rejimin kimlik haritasında “millî” kodlarla temsil edilemeyen her farklılığın silikleştirilmesi stratejisinin parçasıdır. LGBT+’nin reddedilmesi, yalnızca bir yaşam biçiminin değil; alternatif bir yurttaşlık tahayyülünün reddidir.

Bir onur ayını daha geride bıraktık.

Ötekileştirilerek, hayattan tecrit edilmeye çalışılarak, kriminalize edilmeye çalışılarak ''Onursuz'' konumuna düşürülmek ve ''Hastalıklı'' denilerek görmezden gelinmeye çalışılan insanların, ''Biz onurumuz ile buradayız'' dediği bir ay...

Türkiye'de her zaman iktidarı ele geçirenler, kendi makbul vatandaşlarını yaratmış; bu makbul vatandaşlık kimliğinin dışında kalanlar ise ''Öteki'' olmuştu.

Ancak bu ötekilik, retoriği dolu sistemli bir şeytanlaştırma yerine ''kınama'' dinomosu ile ilerliyordu

Fakat yetmedi.

Türkiye'deki mevcut rejim, ülkemizde olmayan bir şeyi, tüm dünyada yükselen Aşırı Sağ'dan, ithal etti.

Macaristan-Rusya-Polonya-Trumpizm bloğundan yükselen sistemi homofobik dalga, -Türkiye'deki klişeleşmiş ötekilik standartlarını aşarak- Türkiye'ye de uğradı

2010’lar sonrası dönemde homofobi, küresel ölçekte yalnızca bir kültürel önyargı yahut geleneksel muhafazakârlığın bir parçası olmaktan çıkmış, post-soğuk savaş döneminin jeopolitik gerilimleriyle iç içe geçmiş, sofistike bir söylemsel mühendislik ürünü olarak yeniden inşa edildi.

Bu yeniden inşa süreci, özellikle Avrupa'nın doğusunda ve Anglo-Amerikan dünyasında yükselen aşırı sağ popülizmin “liberal kozmopolitizm”e karşı yürüttüğü kültürel karşı- savaş ile doğrudan ilişkilidir.

Viktor Orbán’ın Macaristan’ı, Vladimir Putin’in Rusyası, Polonya’daki PiS (Hukuk ve Adalet Partisi), Donald Trump’ın Amerika’daki bloğu; tüm bu aktörler, LGBT+ karşıtlığını bir ahlaki muhafaza pratiğinden ziyade, bir tür ontolojik Batı karşıtlığına, yani Batı’nın seküler ve çoğulcu varoluş biçimlerine yöneltilmiş varoluşsal bir tepkiye dönüştürmüşlerdir.

Bu aktörlerin inşa ettiği retorik, klasik muhafazakârlığın epistemolojik sınırlarını aşar. Artık söz konusu olan, geleneksel ahlakın korunması değil, post-muhafazakâr, milliyetçi bir retorik düzenidir. Bu aşırı sağcı zihniyete göre aile ideali, yalnızca geleneksel değerlerin taşıyıcısı değil; ulusal bütünlüğün, medeniyet anlatısının ve kültürel homojenliğin son siperidir.

Aşırı sağın ürettiği  “Çocukların cinsiyetsizleştirilmesine karşı çıkmak”, “toplumun doğal düzenine sahip çıkmak” gibi söylemler,  pedagojik veya biyopolitik bir kaygı olarak değil, ''Ulusu kurtarmak'' amacı ile oluşmuş post-liberal bir anti-modernite doktrininin hegemonik kodları olarak çalışmaktadır. 

Retoriğin özgünlüğü, homofobiyi bir “ahlaki yargılar bütünlüğü” olmaktan çıkarıp, kültürel bir ulus-devlet restorasyonu stratejisine dönüştürmesinde yatar. B​u Aşırı sağcı zihniyete göre; eşcinsellik, toplumun ahlakını ''çökerterek'' ulusu güçsüz düşüren bir değerdir. 

Batıdaki yükselen Homofobik dalga da, muhafazakarlıktan ziyade milliyetçilik sütunu üstüne yükselmektedir.

Bu noktada homofobi artık bireysel hoşgörüsüzlükten ibaret değildir; bilakis, devlet destekli bir söylem olarak, medya aracılığıyla dolaşıma sokulan imgelerle, eğitim politikalarına entegre edilen normlarla ve dinsel/kamusal alanın sınırlarını yeniden çizerek içselleştirilmesi hedeflenen kurumsal bir ideolojiye dönüşmüştür.

Retoriğin özgünlüğü, homofobiyi bir “ahlaki yargılar bütünlüğü” olmaktan çıkarıp, kültürel bir ulus-devlet restorasyonu stratejisine dönüştürmesinde yatar. Bu noktada homofobi artık bireysel hoşgörüsüzlükten ibaret değildir; bilakis, devlet destekli bir söylem olarak, medya aracılığıyla dolaşıma sokulan imgelerle, eğitim politikalarına entegre edilen normlarla ve dinsel/kamusal alanın sınırlarını yeniden çizerek içselleştirilmesi hedeflenen kurumsal bir ideolojiye dönüşmüştür.

Türkiye'de ise bu retoriğin yerleşmesi, kültürel bir sürekliliğin değil, kurulan yeni rejimin Milliyeçilik ve Beka çimentosu ile oldu. Avrupadan translate edilmiş sistemli bir ideoloji olan Homofobi; Türkiye'de de Batı'daki gibi Aile kurumu üstünden toplumu korumak, yani devletin tahakkümünü güçlendirmek amacı ile işliyor.

Türkiye’de devlet, tarihsel olarak yalnızca yöneten değil, aynı zamanda tanımlayan bir aygıt olagelmiştir. Yurttaşlar arasında ayrım yapmazmış gibi görünen resmi eşitlik söyleminin arkasında, her zaman “sınırları çizilmiş bir makbul vatandaşlık kimliği” yer alır. Bu sınırlar, çoğu zaman güvenlik, bütünlük ve beka gibi yüksek soyutlamalarla gerekçelendirilir. Beka, böylece sadece dış tehditlerle ilgili bir kavram olmaktan çıkar; içeride kimin ne kadar “meşru” olduğu sorusunu da belirler hale gelir.

Bu noktada LGBT+ karşıtlığı, yalnızca bir ''ahlaki reddiye'' değil; aynı zamanda bir kültürel meşruiyet meselesi olarak beliriyor. Çünkü iktidarın inşa ettiği yeni vatandaşlık rejiminde, meşruiyetin kriteri artık  “yerlilik ve millîlik” çerçevesinde tanımlanmış kültürel sadakattir.

Bu yazı, “Haziran” ayı vesilesiyle; Bireylerin, tüm politik hesaplardan daha değerli olduğu bilinciyle, onurlu ve eşit bir yaşam için mücadele eden herkesi saygı ile selamlıyor; eşit ve özgür yarınlarda buluşmak dileklerimi yolluyorum.

Yeni Arayış'taki daha önceki yazılarımda da bahsettiğim üzere, rejimler sadece baskı ile ayakta kalamazlar; her rejimin iktidarını sürdürebilmesi için ona rıza üretebilecek bir kültürel hegomanya kurması lazımdır. AKP'de bu hegemonyayı, ''Yerli ve Millilik'' kimliği üstünden kuruyor.

Patriyarkal kodlar ile şekillendirilmiş bir ''Devletçilik'' sütünü üstünden yükselirken, bu sütünün altında tanımın adından da anlaşılacağı üzere ''Yerli ve Millilik''  yatıyor; yani dışarıya kapalı olma, içe kapanma, Türkiye'nin geleneksel kodlarına dönmek.

Ve LGBT+ kimliği, bu çerçeveye dışsaldır. Çünkü rejim, LGBT+’yi Batı’nın ürünü olarak görmekte, onun görünürlüğünü “kültürel emperyalizmin” bir aracı olarak okumakta ve böylece toplumsal çoğulculuğu, dış kaynaklı bir sızma olarak kodlamaktadır. Bu algı, yalnızca ideolojik değil; aynı zamanda işlevseldir. Zira böylece, LGBT+ kimliği yalnızca “uygunsuz” değil, aynı zamanda “gayri millî” bir unsur olarak sunulabilir hale gelir.

Böylece mesele, bireylerin özel yaşantısı ya da etik tercihleri olmaktan çıkar; bir millî aidiyet meselesine dönüşür.

Devletin gözünde makbul vatandaş, sadece kanunlara uyan değil; aynı zamanda yerli olan, “bizden” olan, kültürel olarak asimile olmuş ve sadakati sorgulanmayan bireydir. Bu bağlamda LGBT+ bireyler, sadece farklı değil; köksüz, ithal, potansiyel tehdit olarak görülür.

Bu zihniyet yapısı, Türkiye’de uzun süredir devam eden devlet-merkezli kimlik üretim modelinin güncel bir tezahürüdür. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde bu model, laiklik üzerinden tanımlanmıştı. Bugün ise millîlik üzerinden yeniden tariflenmektedir. Değişen şey kimlikler değil; onları dışlama gerekçesinin meşruiyet kaynağıdır.

Dolayısıyla LGBT+ bireylerin dışlanması, onların “ahlaksız” ya da “norm dışı” olarak görülmesinden çok daha derin bir düzleme dayanır. Buradaki dışlama, rejimin kimlik haritasında “millî” kodlarla temsil edilemeyen her farklılığın silikleştirilmesi stratejisinin parçasıdır. LGBT+’nin reddedilmesi, yalnızca bir yaşam biçiminin değil; alternatif bir yurttaşlık tahayyülünün reddidir.

Fakat tam da bu nedenle, LGBT+ görünürlüğü yalnızca bir kimlik talebi değil; rejimin kurduğu millîliğe dayalı makbul vatandaşlık modelinin sınırlarını ifşa eden bir varoluşsal hakikattir.

Ve bu ifşa, rejim açısından dayanılması en zor olan şeydir. Zira bu görünürlük, devletin kendi sınırlarının keyfiliğini açığa çıkarır. Bu yüzden LGBT+ kimliği rejim için sadece “rahatsız edici” değil; tehlikelidir. Çünkü bu kimlik, o çokça başvurulan “biz kimiz?” sorusuna, rejimin onaylamadığı bir cevabı kamusal alana taşır.

Dünyada yükselen Homofobik dalgayı görmek için fotoğraf makinamın deklanşörüne çıktığımda, karşıma çıkan fotoğraf bu.

Dünyanın gidişatının ne olacağını kestirmek güç. Çetin bir dünya, Aşırı sağın bireyi önceleyen popülist hayalleri ile bireylerin daha iyi yaşama arzusu arasında gidip geliyor.

Tarihin tekerleğinin her daim ileriye döneceğine inanan birisi olarak, Çetin Altan'ın ''Enseyi kararmayın'' sözlerine her daim inanırım.

Bu yazı, “Haziran” ayı vesilesiyle; Bireylerin, tüm politik hesaplardan daha değerli olduğu bilinciyle, onurlu ve eşit bir yaşam için mücadele eden herkesi saygı ile selamlıyor; eşit ve özgür yarınlarda buluşmak dileklerimi yolluyorum.

  • Türkiye gençleri, Netflix izlediği sürece Türkiye Demokrasisi için umut var Türkiye gençleri, Netflix izlediği sürece Türkiye Demokrasisi için umut var
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?
LGBT+Onur AyıHomofobi

Yorum Yazın

Emir Berke Yaşar
    Emir Berke Yaşar

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Hasan Bülent Kahraman
    Hasan Bülent Kahraman Sol dönüşüm ve kültür
    Akın Özçer
    Akın Özçer Seyfettin Çilesiz’in çilesi
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş İhale kanununun iki, üç maddesi Türkiye’yi bitirdi
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık 17 Ağustos’tan alınması gereken hisse
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Program tıkır tıkır Maşallah!
    Cengiz Kapmaz
    Cengiz Kapmaz Rojava süreci bozar mı?
    Mustafa Ergen
    Mustafa Ergen Büyük Dil Modellerinin Ateşi Çıkarsa
    Fahri Bakırcı
    Fahri Bakırcı “Yeter söz milletindir” sloganı üzerine (2)
    Murat Paker
    Murat Paker Psikoterapi nedir?
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel Kamuoyu desteğinin süresi var mıdır?
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy İnan Güney ya da nöbetleşe mağduriyet
    Turgay Bozoğlu
    Turgay Bozoğlu Dezenflasyon masalı, yoksulluk gerçeği
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş Sistemin enkazı altında kalan hafızayı kurtarmak
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal Siyasette etik omurga
    Deniz Nas
    Deniz Nas Machiavelli'ye göre bir ‘Prens’ hangi özelliklere sahip olmalıdır?
    Bilal Sambur
    Bilal Sambur Üniversite bina değildir, üniversite hümanizimdir!
    Herkül Millas
    Herkül Millas Batı ile Doğu’nun farkları
    Gülşah Eker
    Gülşah Eker Şehirleri dinlemek: Yerel karar alma süreçlerinde veri neden önemli?
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç Alaska satranç tahtası
    Bilgehan Uçak
    Bilgehan Uçak Simi’nin plajları
    Aydan Bakan
    Aydan Bakan Sevgili küçüğüm
    Betül Özdemir Güran
    Betül Özdemir Güran Ne kadar iyi olabilirsin ki!
    Beril Esra Atahan
    Beril Esra Atahan Hiçbir yer evin değilse, her yer evin oluyor
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı