Türkiye için en doğru aksiyon, niyeti teknolojiye dönüştürebilecek insan kaynağını yetiştirmek; bu dönüşümü de yerli yapay zekâ modelleriyle destekleyerek stratejik bağımsızlığı güvence altına almaktır. Çünkü artık yazılımcı sayısının ve yazılımda kod satırlarıyla temsil edilen zekânın üssel olarak arttığı bir yarışın içindeyiz.
Her satırı elimizle yazmaktan, artık sadece ne istediğimizi tarif ettiğimiz bir yazılımcılığa doğru ilerliyoruz. Bir dönem ilkokula yazılım eğitimi koymanın modası hızla yayıldı, ancak bu heves çabuk kayboldu. Yazılım geliştirme süreci, satır satır zekâsı düşük bir makineye komut vermekten, niyetimizi ifade etmeye uzanan bir yolculukta derin bir dönüşüm yaşamaya başladı.
Benim bu yolculukla tanışmam üniversite sıralarında oldu. Çocukken Commodore 64 ile ekrana yazdırdığımız basit programları saymıyorum. 1995’li yıllarda bile geriden başladık; Pascal ile başladık, o sırada C dili popülerdi. Makine dilinin yanı sıra Assembly dersini de aldık. Makine dilindeki 1 ve 0’ları manipüle etme becerisi, C ve Pascal’da soyutlanmış kelimelerle anlatılarak yazıma dönüşmüştü.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, buna emredici (imperative) programlama denebilir: Bilgisayara ne yapacağını adım adım, açıkça söylemek. Makine dili ustanın işçiye doğrudan anlatımıysa, C dili mühendisin ustaya anlatımı gibiydi.
Zamanla BASIC, Pascal, C++, Java, C#, PHP, Python derken programlama dilleri çoğaldı. Her yeni dil, soyutlamayı artırdı. Makineye doğrudan komut vermekten uzaklaştık. Derleyiciler, yorumlayıcılar, sanal makineler… Artık “ne yapılacağını” tarif etmek, “nasıl yapılacağını” düşünmenin önüne geçiyordu.
Sonra Agile, eXtreme Programming (XP) ve Test-Driven Development (TDD) ile tanıştık. “Önce sonucu tanımla, sonra sadece o sonucu sağlayacak minimum kodu yaz” fikri bana adeta devrim gibi geldi. Kod artık test edilmek için değil, test tarafından yönlendirilmek için yazılıyordu. Eğer ortaya kötü bir kod çıktıysa, bunun sebebi genellikle kötü yazılmış testlerdi. Yazılım geliştirme süreci, hedefin netleştirilmesiyle başlıyordu; araçlar sadece oraya giden yolları inşa ediyordu.
Bu soyutlama hareketi sadece yazılımla sınırlı kalmadı. Ağ (networking) dünyasında da benzer bir dönüşüm yaşandı. Geleneksel ağ mimarilerinde her router, switch ve cihaz ayrı ayrı yapılandırılırken, Software-Defined Networking (SDN) ile ağın kontrol düzlemi yazılım tarafından merkezi şekilde yönetilmeye başladı. Ağ davranışını yöneten kurallar, donanım cihazlarına doğrudan yazılmak yerine bir kontrol yazılımında tanımlanıyordu. Bu, ağ yönetimini kod gibi düşünmenin ve soyutlamanın ilk ciddi adımıydı.
Ben de bu yaklaşımı 5G ağ teknolojileri üzerinde çalışırken doğrudan deneyimledim. 5G’nin sunduğu düşük gecikme, yüksek bant genişliği ve ağ dilimleme (network slicing) gibi vaatler, ancak SDN ve benzeri yazılım tanımlı yaklaşımlarla gerçeğe dönüşebiliyordu. Ağ artık fiziksel değil, mantıksal olarak inşa edilen, yazılımla yönlendirilen bir platforma dönüşmüştü. Bir nevi, “ağ mühendisliğinde programlama” dönemi başlamıştı.
Ve şimdi, yapay zekâ destekli kod yazma araçlarıyla birlikte bir kez daha soyutlama seviyesini yukarı çekiyoruz. Artık ne istediğimizi İngilizce cümlelerle ifade ediyoruz ve sistemler bunu anlayıp kod üretiyor. Patronun genel müdüre anlatımına geçiyoruz: Sadece niyet!
Peki bu bir devrim mi, yoksa yüzyıllardır süren bir evrimin doğal bir uzantısı mı?
Bence yazılım yazımında bir devrim yaşıyoruz. Ancak yazılım ve ağ geliştirme süreçlerine bütün olarak baktığımızda, bu sadece daha açık biçimde ifade edilebilir bir geleceğe doğru ilerleyişimizin yeni durağı gibi görünüyor.
Bugün artık temel beceri, nasıl yapılacağını kodlamak değil; ne istendiğini doğru tarif etmek. Bu yüzden güçlü ürün sahiplerine, test liderlerine, ağ mimarlarına ve gereksinimleri netleştirebilen geliştiricilere daha çok ihtiyaç var. Çünkü bizler İngilizceyi (ve Türkçeyi) yeni bir programlama dili hâline getiriyoruz. Daha deklaratif (niyeti belirten) ifade edebilme yeteneğini eğitimle inşa edeceğiz.
Yazılım ve ağ geliştirme tarihine baktığımızda, her neslin kendi soyutlama katmanını inşa ettiğini görüyoruz. Assembly ile başlayan bu hikâye, nesne yönelimli programlama, test-yönelimli geliştirme, yazılım tanımlı ağlar ve şimdi de yapay zekâ destekli doğal dilden koda dönüşüm ile devam ediyor. Her katman, insani niyeti teknolojiye biraz daha yaklaştırıyor.
Artık mesele “bu kodu veya ağı nasıl yapılandıracağım?” değil. Mesele, “ne istiyorum?” sorusunu doğru ve açık biçimde sormak. Geleceğin mühendisleri belki de yalnızca soruyu en doğru şekilde sorabilenler olacak.
Bu nedenle, kodu doğrudan yazmak yerine, soyutlama ve yön belirleme becerisi öne çıkıyor. Yapay zekâ ile kodlama üzerine çalışan Windsurf girişiminin kurucularının Google’a birkaç milyar dolarlık transferi, bu yetkinliğin ne denli stratejik bir değere ulaştığını kanıtlıyor.
Türkiye için en doğru aksiyon, niyeti teknolojiye dönüştürebilecek insan kaynağını yetiştirmek; bu dönüşümü de yerli yapay zekâ modelleriyle destekleyerek stratejik bağımsızlığı güvence altına almaktır. Çünkü artık yazılımcı sayısının ve yazılımda kod satırlarıyla temsil edilen zekânın üssel olarak arttığı bir yarışın içindeyiz.

Yorum Yazın