Düşünme, akletme ve eleştirme, insan olmanın olmazsa olmazıdır. İnanma uğruna aklın, düşünmenin ve eleştirmenin feda edilmesi, insani varoluştan vazgeçilmesi anlamına gelmektedir.İnsani varoluşun gerçekleşmesi için bireyin, akılla, bilgiyle, emekle ve yenilenme ile kendisine uygun bir maneviyat tecrübesi oluşturması gerekmektedir.
Din, düşünmeye değil, inanmaya dayanan insani bir tecrübedir. Dinler, insan üstü ve ötesi olarak kurguladıkları doğmalarına, prensiplerine, kaynaklarına, kurumlarına ve kişilerine şeksiz şüphesiz bir şekilde inanılmasını buyururlar. Bir şeye şeksiz şüphesiz bir şekilde inanmak, düşünmenin ve eleştirel düşünmenin yokluğu ve yasaklanması anlamına gelmektedir.İnanma, aklın, verinin ve düşünmenin yokluğunda bir şeyin doğru olduğunu şeksiz şüphesiz bir şekilde vehmetme anlamına gelmektedir. Şeksiz şüphesiz inanmak ile eleştirel düşünmenin bir arada olması mümkün değildir, çünkü şeksiz şüphesiz bir şekilde inanmak, eleştirel düşünmenin yokluğunu gerektirmektedir.
Kişiler, düşünmenin kendilerini daha iyi dindarlar haline getireceğini kabul etmezler. Birçok kişi, şeksiz şüphesiz ve güçlü bir şekilde iman etmenin kendilerini daha iyi dindarlar, Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar haline getireceğine inanır.Akılla ve düşünmeyle ispatı mümkün olmayan dini doğmalara imanın, kişileri güçlü inançlılar haline getireceğine dair zihinsel çerçeve, dinlerde çok yaygın ve baskın olan bir durumdur.
Dinler, birer anlam arayışı değildir. Dinler, yüzyıllar boyunca değişik zamanlarda ve mekanlarda insanların sosyal, ekonomik, kültürel, eskatolojik, idari, duygusal ve siyasal durumlarına uygun olarak çok farklı kişiler ve toplumlar tarafından oluşturulan hazır kimlik paketleridir. Aileler, toplumlar ve dini kurumlar tarafından doğdukları andan itibaren kişilere, dinler hazır paketler halinde öğretilir ve empoze edilir. Yüzyıllar boyunca oluşturulan hazır dini kimlikler, bireyin kendisini zoraki ve yapay bir şekilde topluma, kültüre ve otoriteye uydurulmasını dayatmasına rağmen, bireyin özgürce ve akıllıca kendisini gerçekleştirmesini engellemektedir.
İnsanlara dini doğmaların hiçbir şekilde yanlış, hatalı ve eksik olamayacağı öğretilmektedir. Dinlerin gücü, doktrinlerinin doğruluğundan değil, çok erken yaşlardan itibaren kişilere mutlak kesin doğrular olarak öğretilmesinden gelmektedir. Kişiler, dini doğmaların açık ve kesin hakikatler olduğuna duygusal, düşünsel ve sosyal düzeylerde koşullandırılmaktadırlar.
Kişiler, dini doğmaların doğruluğuna inandırılmaktadırlar. Kişiler inandırıldığı için, dini doğmalar hakikat muamelesi görmektedir. Dini doğmaların hakikat muamelesi görmesinin kaynağı, kişilerin inandırılmışlıklarıdır. Siyasal ve dini otoriteler ve kurumlar, dini kaynakların, geleneklerin ve pratiklerin sadece kendi kontrollerinde olmasını isterler. Dini kaynakları kontrol etme isteğinin arkasında siyasal, sosyal ve idari otoritelerin hakimiyet ve menfaatlerini korumak vardır. Dini kaynakları kontrol etmek isteyen güçler, hiçbir şekilde sahici bir adalet ve hakikat arayışını desteklememektedirler.
Dini inançlar ve doğmalar, akla değil inanmaya ve inandırılmaya dayanırlar. Kişiler, akla dayanmayan inançlarını aklileştirmek için olağanüstü çabalar üretirler, deliller ortaya koyarlar ve kurgular geliştirirler. Dinler tarihi, akla dayanmayan ama aklileştirilen inançların tarihidir. Bir inancın rasyonelleştirilmesi, onun rasyonel olduğu anlamına gelmemektedir. İnançların ve doğmaların rasyonelleştirilmeye çalışılması, bireyin maneviyat tecrübesini yenilendiği, içerik ve form olarak yeniden yapılandırdığı ve kendi iç dünyasından kaynaklanan özgün anlam dünyaları inşa ettiği demek değildir.
Bir inancı benimseyen, eleştirel olarak düşünebilir ve akledebilir. Özgür ve eleştirel düşünme, dini doğmatizme rağmen yapılabilir. Eleştirel ve özgür düşünme, dini doğmatizm kalıbları ve çerçeveleri içinde gerçekleştirilemez.
Dindar insanlar, inanmaya ve inandırılmaya şartlandırılmışlardır, ancak eleştiriden, farklılıktan ve düşünmeden korkarlar. Düşünme, eleştirme ve farklılaşma, dindar insanların inanma ve bilmeme şeklindeki konforlarını bozmaktadır. Düşünme korkusu ve düşünmeme konforu, dindar zihin yapısının çok önemli özellikleridir. Farklılıkların ve düşünmenin kişiyi dinden çıkarmasından ve batıl bir yola götürmesinden dindar insanlar çok çekinirler. Doğru ve hak olarak şartlandırıldıkları ve inandırıldıkları dini doğma çerçevesinde kalmak ve yanlış bir yola sapmamak için dindar insanlar, düşünmemeyi tercih ederler. Din, düşünme yerine korkuyu öncelikli ve önemli değer haline getirir.Din, düşünmeyi, eleştirmeyi ve akletmeyi cehennem ve cezalandırılma korkusuyla bastırır. Korku, şeksiz şüphesiz inanmayı en büyük değer olarak dayatır. İnsanların kontrol edilmesi, yönlendirilmesi ve yönetilmesi için korkuya ve düşünmemeye dayalı inandırılmannın sistematik ve sürekli bir şekilde toplumsal ve kültürel yapı içinde sürdürülmesi gerekmektedir.
Düşünme, akletme ve eleştirme, insan olmanın olmazsa olmazıdır. İnanma uğruna aklın, düşünmenin ve eleştirmenin feda edilmesi, insani varoluştan vazgeçilmesi anlamına gelmektedir. İnsani varoluşun gerçekleşmesi için bireyin, akılla, bilgiyle, emekle ve yenilenme ile kendisine uygun bir maneviyat tecrübesi oluşturması gerekmektedir.

Yorum Yazın