Rothenburg’un tarihinde derin bir iz bırakan Belediye Başkanı Heinrich Toppler, burada akan suyun şifalı olduğunu fark edince hemen bir kaplıca yaptırmış. Modern tıbba daha yüzyıllar olduğu için kaplıca o dönemlerde hastaneyle eşanlamlı.
Yoldan Gelen Çok Konuşur yayınlandığından beri Almanya’ya yolum hiç düşmemişti.
Demek, tam iki sene olmuş.
Üstelik, bu gelişimin özel bir sebebi var: Nihan’la balayındayız.
Nereye gitsek diye aranırken Romantik Yol güzergâhını gösterdim, o da pek beğendi, biz de Münih’ten araba kiralayıp bu güzergâhtaki ilk durağımız olan Rothenburg ob der Tauber’e geldik.
Daha önce de yazmıştım, seyahatteyken iki ucu birleştiren yolu ne kadar uzatırsanız o kadar iyidir.
Biz de öyle yaptık, Rothenburg’a gelmeden önce yol üstünde Nürnberg’e uğradık.
Yoldan Gelen Çok Konuşur’un ilk cildinde Nürnberg uzunca bir yer tutsa da bu gelişimizde bize bir sürpriz hazırlamayı ihmal etmedikleri için Romantik Yol yazılarına da Nürnberg’le başlamak istedim.
Daha önce Nürnberg’e birkaç kez geldiğim için rehberlik görevi bendeydi.
Nürnberg deyince Albrecht Dürer’le Hitler’den söz etmemek olmaz.
Biz de Nihan’la Dürerhaus’a yürürken ressama ve evine dair biraz ukalalık yapıyordum ki kapıya gelince bir de ne göreyim, Dürer’in orijinal karakalem çizimlerinden oluşan dört aylık bir geçici sergi gelmiş.
Hemen girdik tabii.
Dürer bu resimleri bir yolculuğa çıkmadan önce “sıkışırsam satar, paraya tahvil ederim” düşüncesiyle yapmış.
Bu küçücük resimlerdeki ayrıntı bolluğu ve kusursuzluk insanı büyülüyor.
Dürer’in çok bilinen resimlerinden biri malum Tavşan’dır, detaylara çok özen gösterir, tüylerini tek tek resmeder.
Bu resimlerde de öyle, insan kendini detaylarda kaybediyor.
Zaten tabloların yanına birer büyüteç koyarak bakanların hiçbir detayı kaçırmamasını sağlamak istemişler.
Neyse Nürnberg faslını burada keseyim ve hemen Rothenburg’a yollanalım.
Eğer bir özelliği yoksa kaldığım yerlerden bahsetmeyi pek tercih etmem ama köyü anlatmaya başlamadan şu bir gece geçirdiğim Wildbad Rothenburg adlı “şatoyu” anlatmak istiyorum.
Şimdi bazı çok bilmişler çıkıp buranın “şato” sayılmayacağını söyleyebilir, el hak öyledir, ama gene de bu ihtişam karşısında ben şato demekten kendimi alamıyorum.
Wildbad, adı üstünde, “hırçın su” demek.
Bir yerde “bad” geçiyorsa orada kaplıca var demektir.
Wildbad da bugünkü görünümüne 19. yüzyılda ulaşan bir kaplıca tesisi.
Rothenburg’un tarihinde derin bir iz bırakan Belediye Başkanı Heinrich Toppler, burada akan suyun şifalı olduğunu fark edince hemen bir kaplıca yaptırmış.
Modern tıbba daha yüzyıllar olduğu için kaplıca o dönemlerde hastaneyle eşanlamlı.
Sur dışında kaldığından da buraya “Wildbad” adını vermişler.
Elime tutuşturulan bilgilendirme notunda tuhaf bir şey var, burada kalan ünlüler diye yazdıkları isimlere bakınca aileleri haricinde pek de tanınan isimler değilmiş gibi geldi bana.
1894’te bu tesisi Friedrich von Hessing diye bir adam satın almış.
Von Hessing de üstünde durmaya değer bir adam, zira protezin mucidi!
Ama başka alanlara da girmekten çekinmemiş hiç, döneminin en önde gelen ortopedistlerinden biri olsa da aynı zamanda tanınan bir orgcu olmayı başarmış.
Dokuz yıllık bir tadilatın ardından Wildbad’a bugünkü görünümünü kazandıran da o olmuş.
İkinci Dünya Savaşı’nda bir süre askeri hastane olarak kullanıldıktan sonra Amerikalılara ev sahipliği yapmış.
Savaş bittiğinde bu kez çoğunlukla Kanada’ya gitmeyi bekleyen mültecilerin kampına çevrilmiş.
Şimdi bir de biz mayısta geldik, tabii çiçekler delirmiş, bazı yerlerde hüdayinabit çiçek halıları oluşmuş.
Devasa ağaçlar, yabani olsa da çıkarken estetik kaygısı gözeten otlar, aralarında rengârenk çiçekler…
Baktığın her yer bir kartpostal görüntüsünde…
Olanca sükunet.
Ve bahçenin içinden usul usul akan Tauber nehri.

Yorum Yazın