“Bir rüya dedim alt tarafı… Sadece bir rüya. “Sen yine kendi kendine mi konuşuyorsun kız,” dedi annem. Hep bana kızıyor. “Biraz da babaanneme kızsana… Onun dudakları hep kımıldıyor içine içine. ““Sus bakayım. Hanımannen konuşmuyor, dua ediyor.” Peki neden köydeki herkes gibi ezandan sonra dua etmiyor?
Kapı açıldı. Babaannem elinde tespihiyle yanıma geldi. “Rüya mı gördün?”
Annem, benim sesimi taklit ederek: “Alt tarafı bir rüya…” Babaannem her zamanki sözünü söyledi: “Kötüyse iyiye boya, iyiyse denize yolla.”
“Kötü kime denir babaanne?” “Kötü rüya kızım.” “Sen rüyamı gördün?”
Daha ne gördüğümü söylemeden elini ağzıma götürüp dudaklarıma üç kez vurdu. “İçindeyse el verilsin, dışındaysa yel değsin.”
Hatice dudu- babaannem hiç görmedi büyüdüğümü; ama rüyalarım büyüttü beni. Ne masallar dinledim onun dizinin dibinde, ne ortanca çiçeklerinin arasında hayaller kurdum… Belki de şimdi görüyor. Belki babamla beraber.
Beş-altı yaşlarındayken götürmüştü beni Dilber Hoca’nın evine. Tepeli köyündeydi; ama adı gibi tepede değildi, çukurdaydı bütün evler. “Gelin bu da babası gibi olmasın,” dedi babaannem. Annem yanıt vermedi.
Bir çukura indik. Birkaç kişi vardı; tek kız çocuğu bendim. Her camın önünde bir öbek insan vardı, ne zaman ki cam tıklansa duvarda bir kapı açılıyor, içeriye giriyorlardı. Önünde oturduğumuz camı kimse tıklatmadı. Diğer camlarda oturan herkes sırayla içeri girdi. Bizimki akşama kadar açılmadı. Hava karardı. İçeriden davul sesi geldi. Girenler çıktı, hepsi yüzüme tuhaf tuhaf baktı. Dudakları babaanneminki gibi içine içine konuşuyordu.
Evdeyken her şeye söz bulan babaannem suskundu; tespihi oynamıyordu, dudakları kıpırdamıyordu. Ağustos akşamı kış gibi soğumuştu. Titriyordum. Babaanneme baktım. Yüzündeki lekeler kaybolmuş, kırışıklıkları silinmişti. Gençleşmiş gibiydi. Cam kuvvetlice çalındı. Kapı açıldı. İçeri girdik. Ev daha da çukura gömülmüş gibiydi.
Dilber Hoca görünmeden önce elleri uzandı. Saçlarıma dokundu. Ardından ayakları sırtıma değdi. Gözleri nefesime yakın bir yerdeydi sanki… O sırada duvar yıkılır gibi bir ses işitildi. Karşımda bir siluet belirdi. Eller ve ayaklar çekildi.
Babaanneme baktım, yanımda değildi.
İşte o geceden sonra başladı her şey. Garip bakışlar, köydeki fısıltılar…
Herkes biliyordu sanki: Yelkız’a yel değmişti.
O geceden sonra değiştim.
Yatsı ezanından sonra babaannem uyandırdı. “Yelkız! Rüya gördün mü yine?”
“Daha yeni daldım babaanne. Senden önce babam geldi.” Ağzımı kapadım; dudaklarıma rahatça vursun diye, vurmuyordu. Elimi tuttu, sonra karnımı sevdi.Sevdi.
Sevdi…
Sıcaktı eli. “Gelen geldi, kalan gitsin artık. Yatak, yatak bu yatak.! Bu yatak kırk kanadı topladı. Kırk gece hakkındır artık, bahçede yatmak” dedi. Ellerini birbirine vurup, üç kere şıklattı. Yanımdan gitti. Yine uyudum. Uykumda unuttum.
Aradan zaman geçti. Ben rüyalara koşmaya devam ettim. Uykularım oyun, rüyalarım sığınaktı. Hanımanne-babaannem bir gün anneme sordu: “Bu kız neden diğer çocuklar gibi hiç evcilik oynamaz?” Cevap gelmedi. Anneme baktım, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Korkuyordu. Korkutuyordum onları…
İşte Yelkız’ın yeli o akşam gitti.
O gece bana kırmızı bir elbise giydirdiler. Ayağıma sarı ayakkabıları. Kulağımın arkasına “Bu babandan,” diyerek bir karanfil taktılar. Beraber bahçeye çıktık. İncir ağacının altına geldik. Yerde bir döşek, yanında ince şeftali rengi bir masura vardı. İncir ağacı gözüme babam gibi göründü. Dalları kolları, taneleri saçları gibiydi. Döşeğe uzandım. Annem, babaannem yanımdaydı. Bir Mayıs akşamıydı. Önce annem gitti. Ağacın dalları hışırdadı. Derken gökyüzüne bir ay geldi; lacivert geceye yerleşti.
Babaannem elimi tuttu: “Bundan sonra senin evin hep gece,” dedi ve o da gitti.
Bir sevinç oturdu içime; onları bulmuş gibiydim. Elbisenin fermuarını açtım.
Rüzgâr çıktı. Berber Sadri’nin tütün kolonyası kokuyordu. Babam gelmişti. Elinde bir incir vardı. “Yelkız, bak sana ne getirdim? Dilberi Hoca’da unutmuşsun.”
Elime aldım; sıcacıktı. Göremiyordum. Ay’dan yardım diledim: “Göster bana elimdekini.” Şeftali rengi masura yürüyerek yanıma geldi. Dudaklarımın yanında bekledi. Konuşmak istedim ama sesim çıkmadı. Ay geceyi aydınlattığında elimdekinin ne olduğunu gördüm.
Babam, “Küçük kızımın dili,” dedi.
Ağzımı açtım. Masura dilime dolandı, çekti kopardı.
Acımadı. Hiç acımadı.
Babam kaybolmuştu. Ben de elimdeki dili ağzıma attım. İncir—baba bana yeni bir dil vermişti.
Kapı açıldı. Babaannem yine tespihiyle geldi. “Rüya mı gördün sen?”
Ağzımı açmaya korktum. Ya başkasının dili olduğunu anlarsa? İçime içime konuştum. “Bir rüya alt tarafı sadece bir rüya,” dedim.

























Yorum Yazın