Türkiye, 10 Kasım 2025’te, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının yıldönümünde, manevi bir anma jesti olarak mevlid okutulması kararının gölgesinde derin bir ideolojik tartışmanın eşiğine sürüklenmiştir. Bu karar, yüzeyde dini hassasiyetlere hitap eden bir girişim gibi görünse de sosyal medyanın alevlendirdiği söylemlerle birlikte, Kemalizm’e ve Cumhuriyetin kurucu değerlerine yönelik örtük bir başkaldırının fitilini ateşlemiştir. Mevlid önerisi, bir Truva atı misali, toplumsal fay hatlarını harekete geçirerek laiklik ilkesini ve seküler devlet idealini sorgulayan bir polemiğe dönüşmüştür.
Kemalizm’in Tarihsel Misyonu
Kemalizm, Türkiye’nin modernleşme serüveninde bir pusula olarak tarih sahnesine çıkmıştır. 1920’li yılların kaotik dünyasında, Osmanlı’nın çöküşünden doğan genç Cumhuriyet, dinin siyasal alana taşmasını engelleyerek toplumsal birliği sağlamlaştırmayı hedeflemiştir. Laiklik, bu vizyonun mihenk taşı olarak, bireysel inanç özgürlüğünü korurken devletin tarafsızlığını güvence altına almıştır. Ancak, son yıllarda Kemalizm’e yönelen eleştiriler, bu ilkeyi bir baskı mekanizması gibi sunarak tarihsel gerçekleri çarpıtmaktadır. 10 Kasım mevlid tartışmaları, dini ritüelleri bir araç olarak kullanarak, laiklik ilkesini toplumsal bir kutuplaşma zeminine çekmeyi amaçlamaktadır. Bu strateji, yalnızca Atatürk’ün mirasını değil, Cumhuriyetin seküler ethos’unu hedef almaktadır.
Sosyal Medyanın Rolü: Kutuplaşmanın Yeni Sahnesi
Sosyal medya, modern çağın agorası olarak, fikirlerin çarpıştığı ve söylemlerin hızla yayıldığı bir platform haline gelmiştir. 10 Kasım tartışmaları, bu dijital arenada, Kemalizm eleştirilerinin manipülatif bir şekilde yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır. Hashtag’ler ve viral gönderiler, tarihsel anlatıyı yeniden şekillendirme çabasıyla, genç nesillerin Cumhuriyetin kurucu değerleriyle bağını zayıflatmayı hedeflemektedir.
Bu süreç, toplumsal belleğin manipülasyonuna hizmet ederek, laiklik ilkesini bir özgürlük kısıtlaması gibi sunan söylemleri güçlendirmiştir. Sosyal medyanın bu rolü, eleştirilerin samimiyetsizliğini gözler önüne sermektedir; zira bu söylemler, bir tarihsel figürü hedef almaktan ziyade, Cumhuriyetin çoğulcu ve seküler omurgasını yıpratmayı planlamaktadır.
Mevlid tartışmaları sırasında, bazı bireylerin gözaltına alınması, ifade özgürlüğü ile toplumsal barışı koruma arasındaki hassas dengeyi yeniden tartışmaya açmıştır. Türk Ceza Kanunu, nefret söylemini dizginlemeyi amaçlarken, bu tür müdahaleler, belirli çevrelerin manipülasyonlarıyla kamuoyunda bir baskı algısı yaratabilmektedir. Ancak, bu olaylar, Kemalizm eleştirilerinin hukuki bir tartışmadan ziyade ideolojik bir hesaplaşmayı körüklediğini ortaya koymaktadır.
Eleştiriler, yüzeyde bir anma ritüeline odaklansa da derinlerde Cumhuriyetin laik karakterini tartışmaya açmayı hedeflemektedir. Bu durum devletin, ifade özgürlüğünü korurken toplumsal birliği savunma sorumluluğunu bir kez daha sınamaktadır.
Toplumsal Belleğin Yeniden İnşası: Bir Varoluş Mücadelesi
Kemalizm eleştirileri yalnızca bir ideolojiye değil, aynı zamanda toplumsal belleğin nasıl şekillendirildiğine dair bir varoluş mücadelesine işaret etmektedir. Bu söylemler, tarihsel anlatıyı yeniden yazma çabasıyla, Cumhuriyetin kurucu değerlerini genç nesiller nezdinde marjinalleştirmeyi amaçlamaktadır.
Mevlid tartışmaları, bu bağlamda dini hassasiyetleri bir kılıf olarak kullanarak, laiklik ilkesini bir tehdit unsuru gibi sunmayı planlamaktadır. Ancak Cumhuriyetin köklü hafızası, bu tür girişimlere karşı güçlü bir direnç oluşturmaktadır. Toplumsal sözleşme olarak Cumhuriyet, yalnızca bir devrim hareketi olmaktan çıkmış, bir arada yaşamanın teminatı olarak yeniden anlam kazanmıştır.
10 Kasım mevlid tartışmaları, Kemalizm eleştirilerinin dini ve kültürel bir kılıf altında Cumhuriyetin kurucu değerlerine yönelik bir taarruz başlattığını açıkça ortaya koymuştur. Bu eleştiriler, Atatürk’ü bir sembol olarak araçsallaştırarak, laiklik ilkesini ve devletin seküler karakterini tartışmaya açmaktadır.
Türkiye, bu ideolojik tuzaklara karşı sağduyulu bir duruş sergileyerek, laikliği toplumsal birleştirici bir ilke olarak yeniden kucaklamalıdır. Zira Cumhuriyetin değerleri, yalnızca bir miras değil, farklılıklarla bir arada yaşamanın vazgeçilmez teminatıdır.

























Yorum Yazın